Kobani Miyopisi’yle Bölgenin Stratejik Analizi

KENAN ALPAY

Rojava Devrimi üzerine uydurulan efsane ve söylenceler PKK-PYD kadrolarından daha fazlasıyla liberal ve sol çevrelerde heyecana yol açıyor. Rojava Devrimi’nin en somut tezahürü addedilen Kobani Kanton/Karton Devleti’nin bekası uğruna müthiş bir seferberlik başlatılmış durumda. “Her şey Kobani için, hepimiz Kobaniliyiz” sloganları sokaklarda yeterince yankılanmıyorsa da diplomatik ve medyatik bütün operasyonlar bu plan üzerinden işletiliyor.

Son dört yıldır Suriye’de yaşanan yıkım ve katliamları Esed/Baas rejimiyle dayanışma bilinciyle yorumlayan uzman ve analistler, gazeteci ve sivil toplum temsilcileri şimdiler ne yapıyor? Hemen hepsinin Türkiye’nin rolüne ilişkin ittifak ettiği mevzu şu üç şey: Esed’e dokunma, Rojava Devrimi’nin merkezi Kobani Kantonu’nun muhafazası için rol al ve NATO’nun çekirdek koalisyonuyla birlikte IŞİD’e karşı cephede savaş. Aslında aynı talep ve dayatma Irak’taki tablo için de geçerli. Peki, Türkiye’de siyaset ve toplum bu dayatmaya razı olur ve kendisine giydirilmek istenen deli gömleğini giyer mi?

İmkânsız Seçenek: Tampon Bölge

Irak’ta Ezidilerin, Suriye’de Kürtlerin kitlesel göçü söz konusu oluncaya kadar Irak ve Suriye halkının gördüğü zulümlerin, maruz kaldığı tehcir ve katliamların hiçbir karşılığı yoktu. Tersine onlar hep düzen bozucu unsurlar olarak gördükleri muameleyi hak etmiş ‘dinci terör’ unsurları olarak takdim edildi. Kimyasal silahların kullanıldığı vasatta da Reyhanlı’daki bombalı katliamlarda da hep İslamcı muhalifleri ve AK Parti Hükümetini suçlayıp Esed rejimini aklamanın peşinde oldular.

IŞİD’in kafa kesme seansları hem Esed ve Maliki rejimlerinin hem de bu rejimlere arka çıkan İran, Rusya ve ABD’nin bütün günahlarını örttü hatta meşru ve zaruri kıldı adeta. Sistematik bir biçimde tasarlanan “bölgeyi krize sürükleyen AKP ve cihadist örgütler” propagandası hem bölgesel hem de küresel ölçekte tedavülde tutuldu. Enteresandır hem AK Parti Hükümetini hem de IŞİD, el Kaide, En Nusra gibi örgütleri ABD projesi olarak takdim ettiler hem de bu sayılanları ABD-NATO konseptinde düşman kategorisinde lanse edip cephe açtılar.

10 Haziran’dan itibaren Musul başta olmak üzere Irak’ın orta bölgesinde yer alan bütün şehirlerde Maliki ordusunu bozguna uğrayıp Bağdat çevresine kaçmasıyla beraber yeni bir müttefikler ve muarızlar cephesi çıkardı ortaya. Esed rejimi kadar Maliki rejimini de ayakta tutan esas unsur olan İran, Rusya’nın ardından ABD’yle de ne kadar yakın ve işbirliğine açık olduğunu ortaya koydu. Hatta Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Ürdün gibi klasik NATO müttefiklerinin yanında İran’ın da saf tutması hiç de garipsenmedi. Hepsi ve hep birlikte ABD-NATO’nun hizası ve gölgesinde orta doğuda istikrarın sağlanması, aşırılıklara karşı mücadele edilmesi hususunda anlaştılar.

Anlaşma sağlanamayan ya da rahatsız edici bulunan teklif neydi? Suriye’deki Esed rejiminin ve Irak’taki mezhepçilik zulmünün son bulması için yapılan bütün teklifler İran-Rusya bloğu tarafından olduğu gibi ABD-Suudi Arabistan bloğu tarafından da reddediliyordu.

IŞİD’i Sünniler Bitirsin!

Türkiye için bahsedilen ‘yalnızlık’ işte bu vasatta ve böyle bir işleyişte mümkün oluyordu. Demek istedikleri şu: Esed rejimin katliamlarına müdahale edilmesin, 2 milyonu bulan mülteci göçünün önü alınmasın, PKK-PYD tarafından oynanan karton devlet müsamerelerine destek olunsun, ABD adına bölge halkına namlu doğrultulsun ki Türkiye bu yalnızlıktan kurtulabilsin.

Esed ve İran rejimi adına Doğan Grubu’nda istihdam edilen Fehim Taştekin isimli gazeteci maskeli Şebbiha bakın geçtiğimiz Haziran ayında Musul Valisi Nuceyfi’nin ağzından Radikal ve Hürriyet’in manşetinde nasıl bir çözüm öneriyordu Türkiye’ye: “IŞİD’i Sünniler Bitirir!” ve “Türkiye ve ABD’ye IŞİD Çağrısı, Havadan Vurun”. Bakın yine aynı Doğan Grubu’ndan Cengiz Çandar uzun süredir yapmaya çalıştıkları işi nasıl tanımlıyor: ‘AKP’yi IŞİD’le savaşa zorlamak!’ Çandar, sanki gazeteci değil de hem NATO’nun hem de Esed rejimi ve onun peyki PKK-PYD’nin sözcüsü mübarek.

Erdoğan’ın Suriye’de tampon bölge kurma talebini Kürtlerin Stalingrad’ı Rojava’yı ve Kürt Uyanışını hedef alan bir tehdit olarak nitelemek de neyin nesi oluyor acaba? ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerle ilişkileri rayına oturtmak ve Kürtleri kaybetmemek adına beyefendilerin yaptıkları tavsiyelere bakar mısınız: Sünni iç savaş başlatıp Selefi-Vahhabi geleneğe aman vermeyip ezmek. Çünkü laik siyasi kimlikle bölgesel bir güç olmak hedefi ancak ‘mezheplerarası savaş’la mümkün görülüyor.

ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey, tampon bölge önerisini ‘acil olmayan’ bir teklif sayınca Çandar gibiler hemen öne atılıp ‘evet, evet hiç de acil değil’ tarzı bir tutum takınıyorlar. Eğer Batı’dan yükselen tekliflerin tercümesi yeterince ikna edici bulunmazsa bu kez de devreye hemen Kandil ve PKK medyası tarafından dillendirilen talep ve itirazlar sokuluyor. ANF, Sterk, Zete vd. Kürt ulusalcısı yayın organlarındaki PKK kadrolarının Barış Sürecini bitirme yönünde beyanlarından geçilmeyen haber ve yorumları ‘çok önemli tahlil’ cilalamaları eşliğinde özetleniyor. Bunlara bakılırsa Erdoğan ve Davutoğlu’nun yönetimindeki Türkiye için Batı’da çizilen mecburi istikamet güzergâhından başka bütün seçenekler çıkmaz sokak oluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun NATO’nun (aynı zamanda İran, Rusya ve PKK-PYD’nin) Türkiye’yi Suriye ve Irak’ta tetikçi, kiralık katil ve taşeron işgalci gibi istihdam etme teklifini reddetmiş olmasını kimler kabullenemiyor? Rojava Devrimi söylemiyle uydurulan bir efsaneye PKK-PYD’yi ram etmek elbette mümkündür. İyi ama Erbil’i ya da Türkiye’yi bu aptalca ve ahlaksızca senaryonun figüranı kılmak mümkün mü?

Esed rejimine PKK-PYD’yi asker yazmak kadar Erdoğan ve Davutoğlu’nun temsil ettiği çizgiyi de aynı merkeze taşeron tetikçi yazabileceğini zannetmek olsa olsa ahmakça bir kibrin, mide bulandırıcı bir küstahlığın tezahürü olabilir ancak. Alavere dalavere yapıp ‘Kürt Memet Nöbete’ oyunu kurdular. Ama dedikleri gibi Kürtleri değil sadece PKK-PYD’lileri koşturabildiler Batılılar tarafından vazife kılınan bu çirkin nöbete.