AK Parti karşıtı cephe 7 Haziran seçimlerinde iyi bir mevzi kazandı. Görünen o ki bu kez AK Parti’nin tek başına iktidar olmasının önünü kestiler. Seçimleri hem birinci olarak hem de görece olarak beklenen oy oranıyla (%41 civarı) tamamlamış olduğu halde 13 yıl süren iktidar süreci şimdilik akamete uğramış gözüküyor.
Seçim tablosunu belirleyen aktör kim ne derse desin anahtar parti misyonuyla HDP olmuştur. HDP’nin ana gövdesini oluşturan Kürt ulusalcılığı hem yerel ve bölgesel hem de küresel aktörler tarafından öylesine modifiye edildi ki klasik müttefik CHP’den daha muteber bir rolle teçhiz edildi. Seçim barajını geçerek Meclis tablosunu kritik hatta kaotik bir yapıya sürüklemesi için HDP’ye yatırım yapanlar epeyce bir prim elde ettiler.
Beklenen ve Beklenmeyen Sonuç
HDP’yi kendi başına bir başarı öyküsü okumak kadar AK Parti’nin tek parti iktidarını yitirmesini de muhalif cephenin başarısı olarak okumak o kadar yanlıştır. HDP’yi stratejik olarak kuvvetlendiren faktör PKK’nın silahlı propaganda mekanizmalarından çok daha fazlasıdır. TÜSİAD medyasından Gülenci kadrolara, AB ve ABD desteğinden Esed ve İran rejimlerine kadar geniş bir skalada HDP’nin öne çıkan destekçilerini gözden kaçırmamak gerekir.
Bu geniş skaladaki aktörlerin hep birlikte AK Parti’yi zaafa düşürmek üzere seferber olduklarını ifade etmek de bir mazeret arayışı sayılmamalı. Bununla birlikte AK Parti’nin özellikle iktisadi alanda yaşanan usulsüzlük ve yolsuzluk şüpheleriyle muhalefet cephesinin elini güçlendirdiği de sır sayılmamalı. Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar, Muammer Güler, Egemen Bağış gibi isimler etrafında gelişen ilişki biçimleri toplumsal olarak bir soğumanın hatta ihtarın, nota çekmenin gerekçesi olarak temayüz etti.
Peki, Meclis’te çoğunluğu kaybeden fakat %40’ın üstünde oy alarak üstünlüğünü devam ettiren AK Parti için bundan sonraki yol haritası nasıl işleyecek? Hükümeti kurmak için ilk olarak kiminle koalisyon planı yapmaya başlayacak? Seçim öncesindeki beyanlara bakacak olursak CHP, MHP ve HDP asla ve kat’a AK Parti’yle bir koalisyona yanaşmayacaklarına dair kesin sözler verdiler. Bu sözleri tutarlar mı göreceğiz. Fakat AK Parti ve Başbakan Davutoğlu açısından iki seçenek görülüyor. İlk olarak MHP veya HDP ile koalisyon için görüşme turları başlatmak. Eğer başarısız olursa erken seçimi zorlamak.
AK Parti için MHP’yle de HDP’yle de koalisyon kurmak çok zor görünüyor. Siyasi gerilim yüksek olduğu kadar psikolojik bariyerler de epeyce yüksek. Lakin bunun için bütün imkânları da zorlamak mecburiyetinde. Seçim tablosuna bakınca AK Parti’nin hem MHP’ye hem de HDP’ye kayan bir tabanı olduğu rahatlıkla görülüyor. Fakat Türk ve Kürt ulusal kimliği üzerinden siyaset yapan MHP ve HDP üst yönetimiyle hem ülke içine dönük siyaset tarzında hem de dış politikada ciddi ayrımlar hatta çatışmalar var. Üstelik bu ayrım ve çatışma noktaları üzerinden yürütüldü seçim kampanyaları.
Kimlik Zafiyeti
Yatırımlar, teknolojik atılımlar, temel haklar alanında resmi ideolojiyle hesaplaşmalar vs. seçmen nezdinde AK Parti’yi desteklemenin temel gerekçeleriydi. Eksik olan, yanlış olan, izah edilemeyen, görülmeyenlerin muhasebesi için herkesin önünde bir muhasebe kaydı açıldı. Yükseliş hikâyesi kadar düşüş hikâyesi de insan için. Yeter ki öğretici ve olgunlaştırıcı olsun. Edirne’den Muğla’ya kadar batı hattındaki illeri Atatürkçü CHP’ye, Ardahan’dan Arap unsurların ağırlıkta olduğu Mardin’i Kürt ulusalcısı HDP’ye rehin bırakan siyaset tarzındaki çelişki ve zaafların giderilmesi için kapsamlı bir yol haritasına ihtiyaç olduğu ortada.
Sonuçlar Meclis çoğunluğunu kaybetmemiş olsa bile AK Parti için bir yenilgi değil ciddi bir uyarı olarak görülmelidir. Kaldı ki hayatın hiçbir aşamasında kesin zafer ya da kesin mağlubiyet yoktur. Mücadeleye olan inanç sürdükçe yenilgiyi tersine çevirmek, elde edilen kazanımların üzerine titremek esastır. Muhakkak bu sonucun öncelikli sorumluları üzerinde düşünmek ve hesap sormak icap ediyor. Ancak bununla birlikte ortaya çıkan tablonun bütün toplum üzerinde oluşturacağı risklere karşı hazırlıklı ve donanımlı olmak gerekiyor.
Kürt ulusalcılığı veya Türk ulusalcılığı tarafından rehin alınmak istemiyorsak, Kemalist iktidar sınıflarının hegemonyasını kurmasına tekrar fırsat vermek istemiyorsak hepimizin aklıselim olması gerekir. Toplumsal tabanını iktidar nimetlerine müptela kılarak elde edilecek başarının menzili kısadır. Asıl olarak adalet ve merhamette temellenen mücadeleyi şiar ve kimlik edinmiş kadrolara, teşkilatlara ve tabana yatırım yapmaktır.