Klişeler üzerine kurulu bir mesele...

Taha Kılınç, Afganistan'daki kadınların hakları üzerinden yürütülen tartışmanın farklı bir ajandası olduğunu vurguluyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Kâbil’deki sincaplar

ABD’nin New York kentinde toplanan Birleşmiş Milletler (BM) 79’uncu Genel Kurulu, dünya liderlerinin siyasî içerikli konuşmalarının yanı sıra, özel gündemli bazı etkinliklere de sahne oldu. Onlardan biri “Kadınların Afganistan’ın Geleceğine Katılması” (The Inclusion of Women in Future of Afghanistan) adını taşıyordu. İsviçre, İrlanda, Endonezya ve Katar ortaklığıyla düzenlenen programın ana konuşmacısı, dünyaca ünlü Amerikalı aktris Meryl Streep’ti.

Sözlerine “Afganistan’da yaşayan kız kardeşlerimiz… Hepimiz burada sizinle dayanışma duygularımızı ifade etmek ve özellikle Afganistan’da iş yapanlara sizin adınıza duruma müdahil olmaları çağrısında bulunmak için toplandık” diyerek başlayan Streep, şunları söyledi: “1971’de ben New York’ta üniversiteden mezun oldum. İsviçreli kadınlar, oy kullanma hakkını o yıl elde etti. Afganistan’daki kadınlar ise, bu hakkın tadını on yıllardır çıkarıyordu. Afgan kadınlar, oy kullanma hakkına 1919’da kavuştu; Fransız kadınlardan 30 yıl önce. Bu kültürün ve bu toplumun ters yüz olması, dünyanın geri kalanı için ibretlik bir hikâye olmalı. 1970’lerde kamu çalışanlarının çoğu kadındı. Öğretmenler, doktorlar, hâkimler, avukatlar, her meslekten kadınlar vardı. Derken dünya alt üst oldu. Bugün Kâbil’de bir dişi kedi, kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahip. Bir kedi, barınağının önünde uzanıp güneşi yüzünde hissedebilir veya bir sincabı parka kadar kovalayabilir. Bugün bir sincap, Afganistan’daki bir kızdan daha fazla hakka sahip, çünkü kamusal parklar Taliban tarafından kadınlara ve kızlara kapatıldı. Bir kuş Kâbil’de şarkı söyleyebilir, ama bir kız veya bir kadın, kamusal alanda şarkı söyleyemez. Bu sıra dışı. Bu, doğal kanunların bastırılması. Bu saçma…”

Bir yanına Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi’yi, diğer yanına da Taliban öncesinde Afganistan Dışişleri Bakanlığı bünyesinde diplomat olarak görev yapan Esile Vardak’ı alarak konuşan Meryl Streep, tüm bu klişeleri tekrarlarken elbette Afganistan’ın geçtiğimiz yüzyıldan günümüze uğradığı işgallere ve sürüklendiği ağır savaşlara hiçbir şekilde atıfta bulunmuyordu. 1900’lerin ilk yarısında -Türkiye ve İran’la eş zamanlı olarak- devlet baskısıyla tepeden inme Batılılaştırma projesine maruz kalan Afganistan’da, toplumun sosyolojik, dinî ve ahlakî sahada ne talep ettiği veya geleneklerinin ve inançlarının onları nasıl şekillendirdiği de Streep’in umurunda değildi. Tipik bir oryantalist bakışla, “geri kalmış Afgan kadın”a merhamet duyan “üst segment Batılı” tavrıydı sergilediği. Kendisinden Gazze, Lübnan, Suriye, Irak, Mısır, Sudan, Myanmar, Doğu Türkistan gibi coğrafyalarda kadınların yaşadığı gerçek mahrumiyet ve mağduriyetlere dair yorum beklemek zaten boşunaydı.

Meryl Streep’in sözleri, beklendiği gibi, dünya basınının manşetlerine tırmandı ve sosyal medyada geniş yankı buldu. Nihayet Taliban yönetimi de Streep’in eleştirilerine kayıtsız kalamadı. Taliban sözcülerinden Süheyl Şahin, BBC’ye yaptığı açıklamada “İslâm’ın kadınlara verdiği hakları kimse görmezden gelemez. Biz anne, kız kardeş ve eş olarak, kadınlara büyük saygı duyuyoruz. Kadınlar bizim ailemizin ve toplumumuzun ayrılmaz bir parçasıdır. Ve biz onları asla kedilerle mukayese etmeyiz. Şu anda yüzbinlerce kadın, bakanlıklarda ve çeşitli sahalarda çalışmaya devam ediyor.” dedi.

Batı, geleneksel alışkanlıkları çerçevesinde, İslâm dünyasına kadın hakları, demokrasi, basın özgürlüğü vb. alanlarda ilke dikte etmekten bir türlü vazgeçemiyor. Oysa bugünün iletişim çağında, Batı’nın kırıklarla dolu karnesi de elden ele dolaşıyor. Bilhassa Gazze, söylemlerle eylemler arasındaki keskin tenakuzları ortaya koyan bir sınava dönüştü. Batı’nın bugün Müslüman dünyaya verebileceği herhangi bir ders bulunmuyor. Kendisi sınıfta kaldı zira.

Üç yıldan fazla bir süredir Afganistan’ı yöneten Taliban’ın “kadın meselesi”ne gerçekten nasıl yaklaştığı ise, kendi içinde ayrı bir tartışma konusu. Modern dünyayla yerel geleneklerin, seküler hukukla İslâm şeriatının sert biçimde kafa kafaya tokuştuğu bir alan çünkü bu. Dengeli ve sürdürülebilir bir toplumsal model meydana getirmek, apayrı bir sınav. Taliban’ın bu sınavı ne derecede verebildiğini gözlemlemek için, Afganistan’ı görmek şart. Konuyla ilgili ikinci yazımı, bir Afganistan seyahatinden sonra yazacağım nasipse. Daha gerçekçi ve yerinde izlenimler eşliğinde.

Yorum Analiz Haberleri

Can çekişen bir örgüt: BM
Suçlular yasalara mı güveniyor?
Savaşımımıza nitelik kazandırmak!
ABD'nin kendi vatandaşlarına yönelik saldırılarda uyguladığı çifte standart
Siyonist çete Lübnan'daki vahşeti normalleştirmeye çalışıyor!