Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında KKTC’de Kur’an kurslarının Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını yorumluyor:
KKTC Anayasa Mahkemesi ülkede faaliyet göstermekte olan ve üyeleri arasında din görevlilerinin de bulunduğu bir sendika olan HİZMET-SEN tarafından devlete açılan davayı sonuçlandırmış. Buna göre, Din İşleri Dairesi (Kuruluş, Görev ve Çalışma Esasları) Değişiklik Yasası’na yeni eklenen 8B maddesi yani Din İşleri Komisyonunun “Kur’an Kursu” düzenleme yetkisi elinden alınmış oluyor. Bu karara göre Adada açık bulunan Kur’an kurslarının faaliyetlerini durdurduğu söyleniyor.
İlk bakışta gerçekten de tam bir 28 Şubat hortlağı gibi. 28 Şubat hayaleti Türkiye’yi terk etmiş de Kıbrıs üzerinde dolaşıyor gibi. Garip olan bir yanı bu işin, 28 Şubat’ın hükümferma olduğu dönemlerde hortlayan irtica oluyordu. Şimdi hortlayan 28 Şubat ruhu oluyor.
28 Şubat’ın Türkiye’ye çok pahalıya mal olmuş bir çılgınlık olduğu açık bir gerçek. Sadece dindar insanların mağduriyeti diye basitleştirilip geçiştirilemez. Bu uygulamaları düşünen ve uygulayan akıl, bir toplumun kişiliğine, huzuruna, bütünlüğüne de kastetmiş oluyordu. Bu konu sadece dindarlarla laikler arasında bir gerilim konusu olarak kalmadı. Müslüman-Türk toplumunun bin yıllık hikâyesini de onu ruh köklerinden koparmaya kastederek tahrif etmeye, bozmaya çalıştı. O hikâyenin tahrifi milletin harcının çözülmesinden başka bir sonuç doğuramazdı. Bu yüzden Kürt sorunu daha da derinleşti. Alevi sorunu da daha fazla gerilim konusu haline getirildi. O akıl işlemeye tabii ki 1997’nin 28 Şubat’ında işlemeye başlamadı. 28 Şubat uzun süredir hâkim olan o “çılgın Türkler” aklının özel bir operasyon günüydü sadece. O akıl bir günde ortaya çıkmadı, bir günde de sona ermedi.
Gelgelelim KKTC’de aslında bu ruh hortlamış değil, çünkü orada bunun hesabı tam olarak hiç görülmedi. Maalesef KKTC’de 28 Şubatçı akıl eskiden beri çok daha radikal bir biçimde hükümferma idi. 1974’te Ada’ya hâkim olan yeni düzen aslında çok güçlü bir manevi boyut gerektiriyordu. Çünkü bir kurtuluş mücadelesi veren ve bunu Anavatan’ın desteğiyle sonuçlandıran Ada halkının birbirine tutunmaktan başka, kendisine yapılanları unutmamak adına bir hafızayı canlı tutmaktan, bunun için de manevi duygularını canlı tutmaktan başka bir yolu yoktu.
Ancak Türkiye’de hâkim olan 28 Şubatçı laikçi zihniyet Türkiye’de yeterince uygulayamadığı İslâm düşmanlığını bir pilot uygulama alanı olarak en radikal şekliyle Ada’da uyguladı. Kur’an kursları zaten yoktu. Din eğitimi hiç yoktu. Bu yüzden yetişen nesiller hiçbir aidiyet duygusu taşımadan yetiştiler.
Bunun neticesinde ortaya çıkan nesli 2003 yılında Annan Planı çerçevesinde gerçekleşen yakınlaşma ve sınırların açılması esnasında çok acı bir hayal kırıklığı yaşayarak gördük. Sınırlar açıldığında Rum tarafından Türk tarafına geçenlerin çok büyük çoğunluğu Türk tarafında kalmış kiliselere akın etti, dualar etti. Buna mukabil Rum tarafına geçen Türklerden gidip de cami arayıp bulan olmadı. Onun yerine hepsi barlara, alışveriş merkezlerine akın ettiler. Bu manzara, dine inanıp inanmama bir yana, Kıbrıs davasını taşıyacak neslin yetişmesi için hiçbir ufkun bulunmadığı moral bozucu bir karanlık arz ediyordu.
Bugün elbette KKTC’nin yönetiminde de işin ehemmiyetini müdrik insanlar var. O yüzden bu karar onlar için de şaşırtıcı olmuş. Bu vesileyle arayıp görüşlerini sorduğum Haber Kıbrıs Gazetesinden değerli dostum Mete Tümerkan AYM kararının aslında Kur’an kurslarını kapatmadığını, sadece devlet eliyle yürütülmesi gerektiğine hükmetmiş olduğunu söyledi.
KKTC Başbakanı Ersan Saner de “AYM kararı ile KKTC’nde hafızlık eğitimi kurslarının yasaklanması gibi bir durumun söz konusu olamayacağını, mahkemenin kararı ışığında gerekli yasal düzenlemelerin yapılarak bu kurslara devam edileceğini, kendilerinin de Anayasa’ya bağlı olduklarını ama din eğitimi almayı vatandaşın Anayasal bir hakkı, toplumsal bir ihtiyaç olarak gördüklerini” söylemiş. Ancak AYM kararının “devletin gözetim ve denetimi altında olması” şartını hatırlatmasının yersizliğine de işaret etmiş. Çünkü yetkisi iptal edilen Din İşleri Komisyonu zaten devletten bağımsız değil, bizatihi devletin bir kurumu.
Şu hale bakın AYM devletin bir kurumunu başka bir kurumundan daha fazla “devlet” olarak kodlamış oluyor. AYM’nin hem bu kurumun yetkisini iptal etmesi hem de bunu laiklik ilkesine ve “çağdaş bilim ve eğitim ilkelerine” münasebetsizce bir vurguyla yapması laiklikten anladığının da sadece İslâm düşmanlığı olduğunu gösteriyor.
Bu düşmanlık ise nihayetinde vatanı az bir pahaya sattıran bir anlayıştan başka bir şey üretmiyor. 74 yıl öncesi yaşananları yok sayan bu anlayışa aslında sürekli Kıbrıs Türkü’nün sözümona o çağdaş medeni dünyanın elbirliği edip reva gördüğü zulümleri, katliamları sürekli hatırlatmak lazım.
Aslında o yaşananları bugünlerde TRT’de yayınlanan Bir Zamanlar Kıbrıs dizisi çarpıcı bir biçimde hatırlatıyor.
Gerçi aramışken Mete Tümerkan’dan bu dizi ile ilgili hem kendi izlenimlerini hem izleyen Kıbrıs halkının izlenimlerini alma fırsatı buldum. Tam da 74 öncesi yaşananları çok iyi hatırlatan neredeyse belgesel nesnelliğindeki boyutuyla güzel bulmakla birlikte, özellikle Rauf Denktaş ve Fazıl Küçük tiplemeleri ve Türk müfettişe yüklenen aşırı heroizm gibi bazı sorunlarına da değindi. Bunları da ayrıca değerlendirelim.