Kıyam mı İnkılap mı?

HAMZA TÜRKMEN

Beyrut ateşe verilmişti. Gazze ateşe verilmişti. Siyonist İsrail’in dev ordusunu Lübnan ve Gazze sınırlarında durduran Hizbullah ve HAMAS birlikleri bir direniş destanı yazmışlar ve Ortadoğu tarihi için yeni bir sayfa açmışlardı.

Siyonist katliam karşısında Ortadoğu’nun diktatörleri Müslüman halkların infiallerini susturmaya, tepkilerini bastırmaya çalışmışlardı. Türkiye’deki İsrail dostları da boş durmamış, Ergenekonculardan Mason, Rotary ve Lions kulüplü totaliter veya liberal elitlere ve dış ilişkilerin monşörlerine kadar televizyon ekranlarında Filistinliler için sergilediğimiz insani ve İslami tepkilerimizi tahfif etmiş, alaya almışlardı.

Allah günleri insanlar arasında döndürüyor.  Ve Mavi Marmara baskını karşısında sessiz kalan diktatörlere karşı, artık Müslüman halkların sessi yükseliyor. Güneş yeni arayışlar üzerine doğuyor.

Ve şimdi sömürüyle, işkenceyle, sürgünlerle sindirilen Ortadoğu’nun Müslüman halkları en başta  insani veya İslami  kimliklerine sahip çıkıyor. Gazze direniş deneyimi Ortadoğu’nun bir çok beldesinde yeniden canlanıyor. Hak ve özgürlükler bayrağı şerefle yükseliyor.

Hak ve özgürlük arayışı Tunus’tan, Mısır’dan, Bahreyn’den, Yemen’den sonra şimdi de bedeller ödeyerek Libya’da yükseliyor. İntifada Ortadoğu’da küreselleşiyor.

Biz, Ömer Muhtar’ın Libya’sını, 41 yıldır Kur’an’ı, Tevhidden, Muhammedi Sünnet’ten ayrıştırmaya çalışan aykırılıklardan ve elemanları sürek avındaymış gibi takip edilip tutuklanan, sürülen, işkence edilen ve şehid edilen Libya’daki İhvan-ı Müslimin’in çalışmalarından biliyoruz. Ve mağdur edilen diğer Müslümanlarla ilgili anlatılardan biliyoruz.

ABD’nin 2003 Irak işgali sırasında Ortadoğu’ya getirmek istediği demokrasi ve insan hakları söylemi fos çıktı, yalan çıktı. Onlar BOP planı ile bizleri sekülerleştirmeyi, liberalleştirmeyi, Batılılaştırmayı amaçlamışlardı. Ama Filistin’deki seçimlerde HAMAS demokrasi alanında kurulan tuzaklara ve özgürlükler söylemiyle dayatılan yaptırımlara rağmen başarı sağladı. Elde edilen bu başarı tutarlı bir şekilde geliştirildi, kazanımlar işbirlikçilik çerçevesinde değil, Filistin halkının maslahatı ve Müslümanların bilinçlenmesi doğrultusunda kullanıldı. Ve küresel güçler gördüler ki biz Müslümanları BOP planıyla kandıramayacak ve devşiremeyecekler.  Bu nedenle emperyalistler tekrar işbirlikçi rejimlere ve diktatörlere yapıştılar. Bu nedenle Mübarek’in, Bin Ali’nin, Kaddafi’nin, Suud’un ellerine bulaştırdıkları kan, küresel kapitalizmin menfaatleri adına dökülmektedir ve dökülmüştür.

Şimdi Gazze’de Siyonistlere, küresel kapitalizme, işbirlikçi rejimlere karşı verilen mücadele örnekliği, tüm Ortadoğu’da yaygınlaşıyor. Tevhid ve adelet  arayışı, insanlarımızı hak ve özgürlükler mücadelesine yöneltiyor.

Ortadoğu’da Türkiye’nin modelliği tartışılıyor. Model alınan Kemalist, jakoben, laik dikta rejimi değildir.  Örnek alınan derin devletin, kontgerillanın, Jitem’in, Ergenekon’un ve işkenceci yapının tasfiyesi sürecidir. Ve bu süreci tetikleyen en önemli saik ise, 28 Şubat 1997’den sonra meydanlarda darbecilere, yargısız infazcılara karşı Türkiye’deki İslami mücadelenin yeniden yükselttiği direniştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki Ortadoğu Müslümanlarını sarmalayan ve bizleri de dirilten tevhid, adalet, özgürlük arayışının kimlik aşılayan etkin gücüdür.

Artık Ortadoğu’da küresel kapitalizmin rüzgârı değil, Müslümanların rüzgârı esmektedir. Bu hak ve adalet arayışının rüzgârıdır. Bu fıtrata ve bir adım ötesinde de vahye yönelmenin rüzgârıdır. Ortadoğu’da mayalanan bu özgürlük rüzgârını başka yörelere ulaştırmak da bizlerin görevi ve sorumluluğudur.

Ancak Türkiye’de de, Mısır’da da, tüm Ortadoğu’da da dikkat edilecek önemli bir durum veya sınav söz konusudur. Bedel ödeyerek ulaştığımız özgürlüklerimizi, küresel kapitalizm ve işbirlikçisi yerel güçler, ABD,  sistemi yeniden yapılandırma adına, tüketim kültürünü bahşetme adına, kişiyi tekleştiren liberalleşme adına çalmak istemektedir. Özgürlüklerimizi çaldırmamalıyız. Özgürlüklerimiz bizim içindir. Özgürlüklerimiz “öteki”ne benzemek için değil, fıtratla ve vahiyle buluşmak içindir. Özgürlüklerimizi korumak ise, ancak kesb ve ihtiyar ile ulaşacağımız sahih bin imanla mümkündür.

Kazanımlarımızı ve özgürlüklerimizi geliştirmenin, intifadamızı taçlandırmanın yolu, fıtri ve fikri bir inkılabı, bir felah/kurtuluş manifestosunu oluşturabilmek, değerlerimizi Kur’an’la buluşturabilmekle mümkündür. Bu doğrultuda Kur’an’ı bir yaşam kitabı olarak algılayıp, mesajlarını yerel ve küresel çapta sosyalleştirebilmemiz gerekmektedir.

Asıl sınavımız, insani ve İslami duyarlılıklarımızı, intifadamızı nasıl kalıcı kılacağımızla; ve ikinci olarak da birikimimizi orta vadede nasıl bir İslami inkılaba dönüştürebileceğimizle ilgilidir.

Bu intifada rüzgârının bir ucu da kısmi ölçüde İran’da belirmektedir. İran kıyamı, ABD’ye karşı Müslümanların elde ettiği en büyük kazanımdı. Ancak ABD ve Siyonizm karşıtı İran rejiminin de bir an önce hak ve adalet yolunda insanlarını kesb ve ihtiyar bağlamında vahiyle ve fıtratla buluşturması gerekmektedir. İran İslam Devrimi “La Şiiyye La Sünniyye Vahde Vahde İslamiyye” gibi şiarlarla başlamıştı. Ama bu istikamette yol alınamadı. Sunni ve Şii dünyayı Kur’ani ölçüler çerçevesinde yakınlaştırmaya çalışan Kahire’de 1944’te yapılan Daru’l Takrib çalışmaları benzer muhtevada tekrarlanıp geliştirilemedi. İslami İran’dan beklediğimiz, düşünsel planda Daru’l Takrib çalışmalarının “esasına uygun” evrensel açılımlar göstermesi, devrim sürecinin evrensel değerlerini taşıyanlarla da birlikte şeffaf ve katılımcı bir restorasyon sürecine adım atmasıdır.

Bu arada Libya’daki gelişmeler gündemin en canlı başlığını oluşturuyor. Gelen haberlere göre Libya intifadası, Trablus dışındaki bütün şehirlerde inisiyatifi ele geçirmek üzeredir. Libya uleması ve aşiret reislerinin çoğu Muammer Kaddafi rejiminin yıkılması için ortak bildiriler yayınlamaktadır. Libya ordusu çözülmektedir. Ama Libya halkının büyük tepkisine rağmen Kaddafi diktatörlüğü direnmektedir. Kaddafinin ve eski başbakan Callut’un aşiretlerinden devşirilen “baltacılar”; işkencecilik ve cellatlık görevinden ayrılmayan bazı görevliler ve subaylar sivil halkın üzerine roketler ve makineli tüfeklerle ateş açmakta, uçaklarla bomba yağdırmaktadırlar.

Libyalı Müslümanlar için Rabbimizden dayanma gücü ve sekinet niyaz ediyoruz. Rabbimizden direnişçilere gaybi yardımını bağışlamasını diliyoruz.

Ve duamız o ki, inşaallah Ortadoğu’yu saran bu kıyamın ikinci aşamasına da geçilebilir. Ve Ortadoğu halkları Libya’dan Türkiye’ye kadar vahiyle, fıtratla yeniden buluşur/buluşturulur, İslam inkılabına yönelme şerefine ulaşılır. 

Şimdi ise bu süreçteki en büyük sınavımız, Türkiye’den Mısır’a ve Libya’ya kadar özgürlük alanlarımızı korumak ve içimizdeki basiretsizler nedeniyle ABD’ye ve işbirlikçi elitlere özgürlüklerimizi çaldırtmamak, kazanımlarımızı kimlik erozyonuna uğratmamaktır.