Kenan Alpay / HAKSÖZ HABER
Bugün resmen 22. Seneyi devriyesi oldu 28 Şubat post-modern darbe sürecinin. Az çok, doğru yanlış hemen herkes bir şeyler söylüyor, şöyle böyle analizler yapıyor.
Darbe sürecinden doğrudan ya da dolaylı etkilenen herkes konuşuyor ama 28 Şubat’ın anlı şanlı Kemalist paşaları, emir eri gibi durumdan vazife çıkaran Atatürkçü siyasileri, akademisyenleri, hâkim ve savcıları ise hemen hiç ses vermiyor.
Akademi ve Yargı Kamuflajı Çoktan Çekmişti
Neden gazete manşetlerine yansıtarak Topyekün Savaş ilan ettiklerini bile konuşmuyorlar mesela. Tümüyle Kemalist müfredata ve teamüllere uygun yetiştirildikleri halde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelerine brifing verme ihtiyacının nasıl hâsıl olduğu üzerinde duran yok nedense. Tabii ki dönemin yüksek yargı üyeleri de gelen davet üzerine Genelkurmay Karargâhı’na neden uygun adım icabet ettikleri mevzusunda ser veriyor sır vermiyor mübarekler. Darbe sürecinin sembol isimlerinden Yekta Güngör Özden gibi Vural Savaş gibi yargı mensuplarına gösterilen ilgi ve değerin ölçüsü aslında Yüce Türk Adaleti’ne duyulan saygının da ölçüsüdür
Ne Kemal Gürüz ne Kemal Alemdaroğlu ne de Nur Serter, Türkan Saylan, Fatih Hilmioğlu, Mustafa Akaydın, Ural Akbulut gibi militan akademisyenleri, cübbeli subayları üniversiteleri kışlaya çevirme hususunda inkılapçı yöntemleri nasıl devreye soktuklarını neden anlatmazlar acaba? Üniversiteleri başörtülü, namazlı abdestli öğrencilere, akademisyenlere karşı nasıl örgütleyip seferber ettiklerini çıkıp hafıza kaybına uğramadan, ecel kendilerine yetişmeden şöyle tane tane, aşama aşama anlatarak tarihe anlamlı bir kayıt düşseler hiç de fena olmaz hani.
Apoletli Medyanın Akredite Aşkı
Matbuat tarihinin yüz akı, Atatürkçü gençliğin modern rehberi gibi parlak işler üreten Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Radikal, Yeniyüzyıl gibi gazetelerin genel yayın yönetmenleri, Ankara temsilcileri, editör ve köşe yazarları da TSK ile aralarındaki temasın şeklini, şemalini, sürecini detaylarıyla tefrika etseler ne büyük bir hizmet görmüş olurlar, değil mi?
Hepimiz merak ediyor ve birinci elden öğrenmek istiyoruz: Brifignlendirilmiş medya nasıl inşa edildi? Muhabir ve editör durumdan vazife çıkaran Mehmetçik Gazeteci olmak için hangi temel eğitimlerden geçmelidir? Apoletli Medyanın terfi, tenzil ve emeklilik süreçlerini tayin için Yüksek Askeri Şura hangi dönemlerde toplanmaktadır? İletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak metinler ve videolar bırakarak bilim tarihine katkı vermek istemez mi Mehmetçik Gazeteciler?
Kemalist sermaye duayenlerinin örgütlendiği TÜSİAD ve işçi sınıfını Kemalist cuntanın hizmetine koşmaya endekslenmiş Türk-İş ve DİSK gibi sendikalara da sormak lazım: Ne zaman suçlarınızı açıkça itiraf edip bu toplumdan özür dileyeceksiniz? İrticayla mücadele adı altında alenen İslam’a ve Müslümanlara açılan kirli savaşın parçası oldunuz, bu kara lekenin izini nasıl temizlemeyi düşünüyorsunuz?
Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal, Hüsamettin Cindoruk, İsmet Sezgin gibi kurt politikacılar nasıl da Karargah’tan gelecek emir ve görüşlere kulak kesilip bürokratik oligarşiyi tahkim etmek için halka karşı cephe açtılar? MHP ve lideri Devlet Bahçeli’nin “ürkekçe değil erkekçe çözeceğiz” dedikleri başörtü sorununu Antalya milletvekili Nesrin Ünal’ın daha ilk günden başını kuzu kuzu aç(tır)arak nerde nasıl konumlandıkları da unutulmuş değil elbette. Ah, ahh… O günler Ecevit’in yanına ilişerek, TSK’yla uyumlu hareket ederek siyasette akredite olmak için neler yaptılar neler ama ilk seçimde fena halde sandığa gömüldüler hep birlikte.
Asıl Neye Pişman Olmalısınız?
Peki, dönüp dolaşıp “28 Şubat bin yıl sürecek” diye kükreyen dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu nerelerde pineklemektedir acaba? Evet, yaşı epeyce ilerledi, Ege’de bir sahil kasabasında emekliliğin tadını çıkaramıyor, huzursuz bir ruh haliyle ahbaplarıyla tavla oynayıp şöyle iç geçiriyor belki de: “Medya ve bürokrasi üzerinden dipçik vurmak yetmedi, orduyu sokaklara çıkarıp bütün ülkede fiilen yönetime el koymak lazımdı.” Pişmanlık duyuyorlar ama hukuk katlettikleri, tankların namlularını meşru hükümete ve halka doğrulttukları için değil kesinlikle.
Kıvrıkoğlu Hüseyin Efendi “28 Şubat bin yıl sürecek” cümlesinden başka o vakitten bugüne dişe dokunur, akılda tutulur hiçbir anlamlı cümle kurmadı, kuramadı nerdeyse. Çünkü akıllara, gönüllere hitap edecek ruhtan, samimiyetten o kadar nasipsizler ki. Mekanik bir şekilde işleyen kademeleri atlayıp geldiği Genelkurmay Başkanlığı makamında bu topluma, bu tarihe, bu duygu ve inanç dünyasına ait küçük bir jest olsun sergileyememesinin sebebi de bu nasipsizlik işte.
Bir yönüyle öfkelendirici olsa da diğer yanıyla acınası tuhaf bir kişilik halini yansıtıyorlar. O dönem gürül gürül meydan okuyan Kıvırıkoğlu Hüseyin Bey son 15 yıldır ne kendini ve kurmay kadrosunu savunabiliyor ne de özeleştiri yapıp halktan özür dileyebiliyor. Öfkesiyle birlikte acziyeti de büyüyor ya da tam tersi; acziyetiyle birlikte öfkesi daha bir kabarıyor. Şerefli Türk subaylarının fedakârlık ve başarıları üzerine bir dolu nutuklar atıyordunuz hani! Güya centilmenlik abideleriydiniz her biriniz, çabuk havlu attınız.
Kıvrıkoğlu Hüseyin bey tamamen sembolik olarak icra edilen 28 Şubat davasına dahil edilmemiş olmaya seviniyor mu bilemiyoruz. Selefi Karadayı İsmail Hakkı gibi Kıvrıkoğlu Hüseyin de 28 Şubat davasından ayrı tutuldu ama Karargah’taki 21 yakın arkadaşının müebbet ceza alması dolayısıyla çok huzursuz olmuş olsa da ömrünün son yıllarını sükut suretinde geçirmeyi tercih ediyor. Burada bir biçimde yargılanmaktan sıyırmışsınız ama asıl ve en kuşatıcı, en çetin hesap görücü olan Allahu Teala’nın hesabıyla karşılaşmadan önce nasuh bir tevbeye yönelmenizi tavsiye ederiz yine de.
İlk yayın tarihi ve kaynağı: 28 Şubat 2019 Perşembe - Yeni Akit Gazetesi