Yvonne Ridley / Middle East Monitor
Kitle aldatma silahı olarak medya: Afganistan örneği
Gazetecilik güçlü bir silahtır, bu yüzden çoğu tiran ve despot medyayı kontrol etmeyi ya da yasaklamayı sever. Sözde demokrasilerde bile hükümetler medyanın seçmenler üzerinde sahip olabileceği güç ve etkinin çok iyi farkındadır. Kritik manşetler ve yorumlar seçimleri kazandırabilir veya kaybettirebilir, halkın desteğini sağlayabilir ve hatta savaşları başlatabilir.
Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Londra'daki İşçi Partisi lideri ve Başbakan Tony Blair, bu gücü biliyorlardı ve yirmi yıl önce de kullandılar. Ellerindeki manşetler ve yayınlar dünyayı Irak'ta var olmayan kitle imha silahları konusunda aldattı. Kitle aldatma silahı olan medya işe yaradı. Birkaç yıl sonra, önde gelen birkaç gazete ve gazeteci, Irak savaşı haberlerinde yalanları yaymaya suç ortaklığı yaptıkları için özür diledi.
Irak'ın Saddam Hüseyin'i propagandanın gücüne yabancı değildi. Irak medyasını elinde tuttu ve bu şekilde insanların kalplerinin ve zihinlerinin onu takip edeceğini biliyordu. Bu nedenle Irak'ta yayınlanan hiçbir gazete, Ekim 2002'de onu tekrar iktidara getiren seçimde aldığı yüzde 100 oyu sorgulamadı. O sırada Irak'taydım. Saddam, kayıtlı tüm seçmenin (11.445.638 kişi) oyuyla yedi yıllık bir dönem için yeniden seçildi. Bu oy, 1995'teki 99.96'lık oy oranını da geride bıraktı. Ne kadar uğraşsam da sonucu sorgulamaya hazır birini bulamamıştım. Nereye gidersem gideyim hükümet görevlileri bana eşlik ederken, bu soruyu birilerine sormanın aptallık olduğunu anladım.
Muhalif sesler ve eleştirel köşe yazarları, muhalefetten hoşlanmayan zorba rejimlerin tehdidi altında. Washington Post gazetecisi Cemal Kaşıkçı, 2018'de muhalif yazılarının bedelini İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda Veliaht Prens Muhammed Bin Selman'ın emriyle öldürülüp parçalara ayrılarak ödedi. ABD istihbaratının ulaştığı sonuç suçlunun Selman olduğuydu fakat Donald Trump tarafından bu gerçek görmezden gelindi.
Batı basınının içler acısı hali
Tüm bunlara bakınca, yeni Taliban hükümetinin siyasi yol haritasını çizerken Afganistan'daki medyaya nasıl yaklaşacağını beklemek heyecan verici geliyor. Umarım yerel medyanın gelişmesine izin verirler. Çünkü ifade özgürlüğü ve şeffaf bir medya her zaman iyi yönetimin bir işaretidir.
İfade özgürlüğü konusunda yol alması gerektiği açıkça bilinen Taliban’a yönelik eleştirilerine rağmen, -Hindistan ve İsrail dahil- Batılı yabancı basının Afganistan’da meydana gelen olaylarla alakalı yayınları içler acısı durumda.
Beğenin ya da beğenmeyin, Taliban ABD, İngiliz ve NATO güçlerini ezici bir yenilgiye uğratarak iktidara geldi. Savaş 20 yıl sürdü. Taliban Afgan halkının desteği olmadan bunu başaramazdı. Bu bir gerçek ancak bu gerçeği medyadaki haberlerde pek göremezsiniz.
Tekrarladıkları yalanlara inandılar
20 yıldır Taliban’ı şeytanlaştırma görevi üstlenen Batılı medya yorumcuları şimdi bir şok içerisindeler. O kadar çok dezenformasyon, yalan ve propaganda yaptılar ve bunu o kadar sık tekrarladılar ki, yalanlarına kendileri de inanmaya başladı.
Taliban genellikle "geri kalmış, ilkel ve ortaçağ kalıntısı" olarak nitelendirilmesine rağmen, NATO kuvvetlerinin hamlelerine karşı koyma yeteneği ile stratejik planlama ve koordinasyon konusunda oldukça yetenekli olduğunu göstermiştir. Hareketin liderliği geçmişteki hatalarından ders aldı ve ABD liderliğindeki koalisyonun zayıf noktalarından yararlandı.
Siyasi yorumcular ve savunma uzmanları, Taliban'ın bir hükümeti asla yürütemeyeceğini söylüyordu. Bu yorumcular, TV şovlarının aranan konuğu olan Donald Trump’ı başkanlığa seçen bir ülkenin vatandaşları değil miydi?
Gerçek şu ki, Taliban on yıldan fazla bir süredir paralel bir yönetim inşa etmeye başladı. Karzai ve Gani gibi kukla hükümet liderlerinin döneminde yozlaşmış olan hukuk sisteminin yerine ikame edilecek meşru bir düzenin hazırlıklarını yaptı.
Ayrıca hareketin etkileyici bir istihbarat ağına da sahip olduğunu söyleyebilirim. Batı’da süregelen (Taliban’ın yönetim kabiliyeti olmadığına dair) anlatının, (Batı’nın tehdit algısını daraltarak) Taliban’ın işini kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
Yalan haberler endüstriyel ölçekli bir sorun
Sahte haberler Trump döneminde icat edilmedi. Kabil’in ilk kez “özgürleştirildiği” zamanları hatırlıyorum. Ekranlarda burka yakan kadınlar ve sakallarını tıraş eden erkeklerin görüntüleri vardı. Kameraların gösteremediği şey, Amerikalılara “mutlu” fotoğraflar sunmak isteyen dolar zengini medya kuruluşlarının görüntülerdeki bu insanlara verdiği paralardı. Arkadaşlarım bir Afgan’ın tüm aylık geliri olan 50 dolar karşılığında Kabil’de istediğin her görüntüyü alabileceğini söylüyor. Ceplerinde dolar, ellerinde makas, burka ve çakmakla harika birer birinci sayfa performansı sergilediler.
Girişimci ruhlu (!) Afganlar mevzuyu kısa sürede ayıktılar. Ve El Kaide'nin en ölümcül sırlarını açığa çıkaran birçok sahte belge ortaya çıkmaya başladı. Aptal bir gazeteci, Usame Bin Ladin'in bir fizik ders kitabının içeriği olduğu ortaya çıkan nükleer planları için 500 dolar ödemişti.
Aynı şekilde bazı inovatif Afganlar, insanları ABD liderliğindeki işgalin değerli olduğuna inandırmak için görüntüler ve hikayeler isteyen zengin muhabirlerden para kazanmayı başardı.
Geçen yirmi yılı ileri sardığımızda, sosyal medya sayesinde yalan haberlerin endüstriyel ölçekli bir soruna döndüğünü görüyoruz. Fakat bu sefer, Taliban’ın Kabil’in kapılarına gelmesiyle birlikte roller tersine döndü. Afganistan’ın başkenti Kabil’e barışçıl bir şekilde giren Taliban’ı takdir etmek yerine, bir anda adamın birinin bir güzellik mağazasının reklam vitrinindeki makyajlı kadını boyadığı görüntüler ile daha fazla Taliban karşıtı içeriklere maruz kaldık. Bu görüntü viral oldu. Kameralar için ne kadar para aldığını veya gerçek olup olmadığını merak ediyorum.
Bu yazıyı yazarken, Afgan kadın arkadaşlarımın kuaförlerin ve güzellik salonlarının hala faaliyette olduğunu teyit ettiğini söyleyebilirim. Kabil'in Taliban yönetimi altındaki lüks bölgelerinde, hareketin liderlerinin en muhafazakarlarının bile bir kadınla saç maşası arasına girmeye cesaret edemeyecekleri güzellik dükkanlarının bulunduğunu da söyleyebilirim.
Taliban örnek öğrenciler gibi davrandı
Medya, Taliban Kabil'in kontrolünü ele geçirdiğinde tecavüz, yağma ve saldırganlıklara karşı hazırlıklıydı. Yağma ordularının yaptığı da bu değil mi? 2003'te ABD askerleri Irak'ın başkentine geldiğinde bunu Bağdat'ta görmedik mi? Onlara yağmacı gibi davranmamaları söylenmesine rağmen, askerlerin Amerikan bayrakları sallayarak, yangınlar ve yağmalar gölgesinde devrilmiş Saddam heykellerinin üzerine tırmandıklarına dair görüntüleri biliyoruz.
Taliban, Kabil’e girerken okul gezisindeki örnek öğrenciler gibi davrandı. Hatta hareketin bazı üyeleri cumhurbaşkanlığı sarayına girerken gülümseyip fotoğraf çektirdi. Bu durum siyasetçilerin ve onların güdümündeki medyanın canını çok sıktı. Fakat, Afgan sokaklarında ayak bileklerinden zincirlenmiş siyah kıyafetler içindeki kadınları gösteren sahte fotoğraflar “Taliban geldi” başlıkları ile sunulmaya devam etti.
Dolar dolu cepleri ve ağızlarında puroları ile arz-ı endam eden Afgan siyasetçiler ortada yoktu. İddiaya göre Cumburbaşkanı Eşref Gani ve diğer hükümet üyeleri yanlarına milyonlarca dolar alarak kaçmışlardı.
Barış ve istikrarın geleceğine dair beklentilere rağmen, Batılı gazeteciler -ironik bir şekilde- siyah feracelerini giyerek sokağa indiler ve “Amerika’ya ölüm” sloganları duyduklarını iddia ettiler. Bir takım ABD kanalında sadece Taliban askerlerinin “Tekbir, Allahu Ekber” dedikleri görüntülere yer veriliyordu. Bir de, çarpışan arabalara binen Taliban savaşçılarının görüntülerini servis ettiler. Bu şeytani, acımasız rejimin üyeleri nasıl bir parkta eğlenebilirler!?
Taliban’ı ‘şeytanlaştırma’ taktiği
Toplu tecavüzler, köle pazarları, halka açık taşlama ve idam haberleri veremeyen medya, çaresiz insanların uçakların peşinden koştuğu anlarla birlikte ABD’nin 1975'de Vietnam’dan kaçışını anımsatan sahnelerle yetinmek zorunda kaldı. Tüm bu yaşananlar sırasında havaalanı ABD kontrolündeydi ve bu üzücü olaylar Washington’ın gözetiminde gerçekleşti.
Diğer bir gazeteci “cesurca” Kabil sokaklarında kamerası ile dolaşıyor, insanların üzerindeki İslami elbiselere dikkat çekiyor ve bunu Taliban’a bağlıyor! Hayır dostum! Siz Müslüman bir ülkede gazetecilik yapıyorsunuz ve bunlar da insanların günlük sıradan kıyafetleri. Senin havaalanı yolunda gördüğün ve hızlıca çıkışa yönelen Batılı kıyafetli insanlar muhtemelen Batı ülkelerinin vatandaşlarıydı.
Kabil’in ABD ve NATO işgalinden kurtarılması birçok medya yalanını ve manipülasyonu açığa çıkardı. Bu nedenle Batı’daki birçok insan Afganistan’daki gelişmeler sonucu afalladı. Şeytanlaştırma taktiği, saf bir izleyici kitlesi önünde kahramanca gerçeği söylediği imajını veren düşük bir gazetecilik örneğidir.
En kuduz şeytanlar suspus oldu
Gerçi Taliban artık bu tuzağa düşmüyor. Yirmi yıldan fazla bir süredir hakaretlere maruz kalan ve manipülatif medyanın kurbanı olan hareket, gazetecileri yasaklayacak veya çalışmalarını kısıtlayacak mıydı? Hayır, bu gerçekleşmedi. Bunun yerine onları kötüleyenlerin gündemini basın toplantısına taşıdı ve kadın hakları, insan hakları, barış, uzlaşma ve düşmanları için ilan edilen genel af hakkında bilgi verdi. Gazeteciler çaresiz kaldı. Amerikalı ve Avrupalı siyasetçiler çileden çıktı. Batı’daki en kuduz şeytanlar bile suspus oldu. Neredeyse.
Sonrasında kendilerine gelme fırsatı buldular ve hakikatin hiçbir değer görmediği TV programlarında ve radyo kanallarında at koşturmaya başladılar. Taliban liderlerinin sözlerinin yalan olduğu söylendi ve hatta “tüyler ürpertici” olarak lanse edildi. Rutin olarak yalan söyleyen politikacılar, ordu subayları ve kanıt olmadan nefret ve kinini kusan sözde uzmanlar böbürlenerek şunu buyurdu: “Bu insanlara güvenilmez!”
Afganların Kabil'den çıkmak için saatlerce havaalanındaki kanalizasyon hendeklerinde kuyrukta beklemelerine şaşmamalı. Korku ve panik elle tutulur cinstendi. TV yorumcularından hiçbiri İngiliz ve Amerikalı politikacılara Taliban'a neden güvenilmediğini sorma zahmetine girmedi. Eğer durum gerçekten böyleyse, kitlesel tahliye devam ederken neden İngiliz ve ABD birlikleri Taliban tarafından korunuyordu?
Kaçan Afganları kim suçlayabilir?
Birçok Afgan'ın kaçmak için iyi nedenleri olduğunu inkar etmiyorum. Halka gaddarca davranan, işkence eden ve öldüren Amerikan ve NATO kuvvetleri ile istihbarat servisleri için tercüman olarak çalıştılar. Taliban'ın intikam güdülmeyeceğine dair güvencelerine rağmen hayatlarından endişe ediyorlardı. Onları kim suçlayabilir? Pek çok sıradan Afgan’ın meşhur Bagram Hava Üssü'nde gözaltına alınan, işkence gören ya da hiç haber alamadıkları sevdikleri var.
Tüm acımasız askeri işgaller eninde sonunda sona erer – İsrail’i not edin-. Kaos ve arkasında bıraktığı güç boşluğu ile intikam ve bedel ödetme gibi konular gündemin baş maddesi haline gelir. Bu, Taliban liderliğinin mücadele etmesi gereken bir sorun.
Bu arada, son 20 yılda ortaya saçılan ve Taliban’ı şeytanlaştırmak için kullanılan aldatmaca ve kandırmacaları ortadan kaldırmak için bir temizlik ordusuna ihtiyaç olacak. Gazeteciler ve kaynakları arasında da karmaşık bir ilişki söz konusudur. Çoğu zaman gazetecilerin kaynakları, bir grubu itibarsızlaştırmaya çalışan ve kendi ajandası olan muhalif gruplar ve bireyler olmaktadır. Gazeteciler, birçoğu kendisi ile çelişen bu kaynaklarına hesap sorabilmeli.
Afgan gazetecilerin Taliban tarafından saldırıya uğradığına dair manşetlerimiz zaten hazır! Ancak perde arkasına baktığınızda hikaye o kadar da net değil. Taliban askeri gibi davranarak suç işleyen grupların varlığı söz konusu. Para için mi, geçerli bir sebepleri mi var yoksa intikam mı? Kim bilebilir?
20 yıldır izleyicilerini kandırıyorlar
Hala yayınları ve televizyon ekranlarımızı işgal eden çok sayıda propaganda var. BBC ve uluslararası muhabirleri de dahil olmak üzere tüm haber departmanları, Taliban'ın okulları kapattığı ve kızların eğitim görmesini engellediği hikayesini hala anlatıyor. Bu bir yalan ama BBC bunu o kadar uzun zamandır tekrarlıyor ki, son 20 yıldır izleyicilerini yanlış yönlendirdiklerini kabul etme cesareti gösteremiyorlar. Diğer televizyon, radyo ve yazılı basın da aynı şekilde.
Gazeteci arkadaşım Robert Carter geçenlerde benimle "Batı'nın Taliban histerikleri" olarak adlandırdığı sorun hakkında iletişime geçti. YouTube videosunda alıntı yaptığı bir yorumcu şunları söylüyor:
“Taliban değişmedi. Onlar hala 20 yıl önceki gibi barbar ve vahşiler…. Mayıs ayındaki olayı biliyorsunuz, bir kız okulunu bombalayarak 90 kişiyi öldürdüler.”
Kabil’de Mayıs ayında Seyid El Şahda Kız Okulu’nun bombalandığı doğru. Eski Cumhurbaşkanı Eşref Gani için Taliban’ı suçlamak konforlu olsa da bu saldırının IŞİD tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Taliban, Şii bölgesinde yapılan bu saldırının sorumluluğunu reddetti ve kınadı. Carter’ın alıntı yaptığı bu sağ siyasetçilerin IŞİD hakkında bir fikirleri yok. Bildikleri kadarıyla “hepsi aynı işte”. Bu nedenle Taliban’ın yağmacı, tecavüzcü, köle tüccarı olduğu gibi yalanları tekrarlıyorlar.
Taliban’ın ‘dönüm noktası’
Bu cahil yorumcunun adını söyleyip onu utandırmayacağım ama o pek çok yorumcudan sadece biri. Bazen insanların kendi aptallıklarından kendilerini sakındırmaları gerekir. Fakat eğer bunu okumaya zahmet edecekse belki onu ve aynı derecede cahil diğer yorumcuları cinsel istismar ve tecavüz konularında Taliban'ın duruşu konusunda aydınlatabilirim. Yaptığım araştırmaları içeren ve 2001 yılında yayımlanan “Taliban’ın Ellerinde” adlı bir kitabım var.
“Taliban 1993 yılında o sıralarda bir din alimi olan 43 yaşındaki Molla Muhammed Ömer tarafından kuruldu. Ömer’in çekirdek ekibi, ülkenin içine battığı kanunsuz ortama bir tepki olarak ortaya çıktı. Yol kesicilik normallemiş, soygun ve tecavüz sıradan olaylar haline gelmişti. 1994 yılının Temmuz ayında, Kandahar’daki bir askeri lider üç kadına tecavüz ederek öldürdü. Bu gelişme şehirde öfkeye neden olmuştu. Ömer ve onun öğrencileri hızlıca adaleti yerine getirdi. Lider öldürüldü ve adamları Ömer’in ekibine katıldı. Bu yaşananlar giderek güçlenen Taliban için dönüm noktasıydı.” (Taliban’ın Ellerinde, sayfa 85)
…
Propagandanın önüne geçmek gazetecilerin görevi
Orta Doğu ve Asya’daki gelişmelerin ara sıra neden kafa karıştırıcı göründüğünü anlayabiliyorum. İşte bu yüzden propagandanın önüne geçmek ve gerçeği iletmek gazetecilerin görevidir. Kulağa basit geliyor ancak 20 yıl önce beni kaçıran Taliban üyelerinin bana "saygı ve nezaket" ile davrandıklarını söylediğim için bazı eski meslektaşlarım tarafından hala affedilmedim.
Gazetecilik faaliyetinin Batı'da kriminalize edilmesi üzücü bir gerçek. Londra'daki Belmarsh yüksek güvenlikli hapishanesinde çürüyen WikiLeaks'in yayıncısı Julian Assange'ın durumuna bakın. Amerika'ya iade tehdidi ve ABD Casusluk Yasası uyarınca cezai kovuşturma ile karşı karşıya. Afganistan ve Irak savaş günlüklerini ve ABD büyükelçilik yazışmalarını, dünya çapında birçok gazetecinin kullandığı ve tanıtılmasına yardımcı olduğu önemli belgeleri yayınlamakla suçlandı. "Savaş Günlükleri", ABD Hükümeti'nin Afganistan ve Irak'taki faaliyetleri konusunda halkı yanılttığına ve savaş suçları işlediğine dair kanıtlar sağladı.
Tabii ki, henüz çok erken ve Taliban'ı sadece sözleriyle değerlendiremeyiz. Sözlerinin eylemleriyle uyuşup uyuşmadığını görmemiz gerekiyor, bu yüzden taahhütlerini ne kadar çabuk eyleme geçirirlerse o kadar çabuk yansımaları olur. Umudum, Taliban'ın Batı'daki çoğumuzdan, özellikle aramızdaki gazeteciler ve politikacılardan daha yüksek ahlaki ve etik standartlara sahip olmasıdır.