Kitap, zihin dünyamızda o kadar zengin ve kalıcı bir kavramdır ki, en kutsalımıza dahi isim olabilmiştir. Ancak bu derinliğine rağmen basılı kitap, ‘taktir edilmiş bir vakitte’ ömrünü tamamlayacak gibi! Eğer hakettiği değer verilmezse!
Sümerler’in tabletlere, Mısırlılar’ın papirüse işlediği bilgi, tecrübe ve düşünme içeriklerini sonraki medeniyetler geliştirip, daha kullanışlı, estetik bir form ile kitaba aktarmayı başardı. Sadece veri depolama ve muhafaza etme çabası değil araştırma, eğitim ve düşünme tekniği olarak kitap oldukça etkili, uzun ömürlü ve başarılı oldu. Şekli değişse de kayıt ve paylaşım sistemi olarak kitap yaşadığı zamanların teorik ve pratik imkanlarıyla varoldu..
Yazının icadı ile başlayan yayıncılık, tarih boyunca sürekli değişim içinde oldu. Geldiği son nokta internet üzerinden elektronik yayıncılık. Peter James’in, Host isimli romanını, 1993 yılında 2 adet 3.5’luk diskette yayınlaması ile başlayan süreç, bugün okuma kültürümüzü kökten değiştirme potansiyeli içeriyor.
Teknolojinin kaçınılmaz etkisi ile oluşan bu alan hararetli bir tartışmayı beraberinde getirdi. Gelenekçiler ile yenilikçiler diyebileceğimiz iki grup oluştu. Gelenekçiler fiziksel olarak basılı kitaba dokunmaktan vazgeçmezken, yenilikçiler artık dijital çağda yaşadığımızı ve bu duruma ayak uydurmamız gerektiğini savunmaktalar.
E-kitaplar, basılı kitapların yerini alabilir mi? Kimileri kağıda basılı kitaba sahip olmanın ayrıcalık olduğunu, ona dokunmanın, onunla yakın bir dostluk kurmanın yerini hiçbirşeyin tutamayacağını savunmaktalar. Kimileri ise; e-kitapların ucuz olması, kolay taşınabilmesi, internet üzerinden dağıtılıp, alınabilmesi gibi avantajlarını sıralamakta ve er geç basılı kitapların pabucunun dama atılacağını iddia etmekteler!
Ufukta beliren yeni dünya, klasik kitabın saltanatını ve ona eşlik eden pek çok kavram ve değerin tahtını sarsmışa benziyor! Bundan sonra, kayıt ve paylaşım yöntemleri acaba nereye doğru evrilecek?
Meşhur İran Veziri, Abdul Kassem Ismael’in 117 bin ciltten oluşan dev kütüphanesini, eğitilmiş 400 deve üzerinde, alfabetik olarak dizilmiş bir şekilde taşıdığı günlerin geride kaldığını iddia eden yenilikçilerin ön plana çıkardığı konu teknoloji ve teknoloji neslidir.
Sosyal medya araçlarına hergün bir yenisinin eklendiği dünyamızda, online bir hayat yaşandığını söylemek abartılı olmasa gerek! Bu yüzden, ‘sosyal medya araçlarının ergenler üzerindeki etkisi’ vb. konulu araştırmalara hergün bir yenisi ekleniyor. Bu araştırmalardan birinde ortaya atılan iki kavram oldukça dikkat çekici, dijital yerliler ile dijital göçmenler!
1965-1980 arasında doğanlara dijital göçmenler kuşağı adı verilirken, 1980-2000 yılları arasında doğanlara dijital yerliler kuşağı adı verilmiş.
Aralarındaki fark ise oldukça belirgin ve basit; bugünün öğrencileri, dijital teknoloji ile büyüyen ilk nesil olma özelliğine sahipler. Tüm hayatlarını bilgisayar, video oyunları, müzik çalarlar, cep telefonları ve dijital çağın diğer araçları ile yaşamaktalar. Yeni neslin üniversite mezunları, hayatları boyunca beş bin saatten azını okuyarak, ama on bin saatten fazlasını video oyunu oynayarak, yirmi bin saat tv izleyerek, geçiriyorlar. E-posta, internet, telefonlar bilgisayar oyunları hayatlarının ayrılmaz bir parçası durumunda.
Bu kuşağın en belirgin özelliklerinden birisi yüksek otoriteden rahatsızlık duymaları ve teknolojiyi çok iyi kullanıyor olmaları. En büyük avantajları ise, bilgiye çabuk ve ucuz olarak ulaşma şansları. Örneğin ABD’de yayınlanan basılı bir kitabı kargo ile almak için yaklaşık 15 gün beklenirken, aynı kitaba e-kitap sayesinde saniyeler içinde, çok daha ucuza ulaşmak mümkün. Ancak bu kadar yoğun ve çabuk bilgi akışının ortaya çıkardığı sorunlarda tartışma konusuna dahil olmuş, bilginin sistematik değil, dağınık olması, bilgi kirliliğinin önüne geçilememesi gibi problemler ön plana çıkarılmıştır.
Acaba geleceğin yaşam alanlarında, nostaljik bir hatıranın ötesinde rafları kitaplarla dolu, özenle biriktirilmiş, şahsi ilgi ve merakların, peşine düşülen soruların hasılası olan, kıymetli kütüphanelerimizin yeri olacak mı?
Ne kadar özgün ve zengin olursa olsun klasik kitap bazlı koleksiyonların, e-kitabın sunduğu imkan ve olasılıklara göre oldukça mütevazi kalacağı muhakkak. Nicedir açılmayan kalın, büyük ansiklopediler, ara sıra okunmuş, yıpranmış klasikler, içeriği ve yöntemleri çoktan değişmiş bir takım uzmanlık eserleri, şehir, mimari, tarih ve güzel sanatlar vb. sahalardaki seçkin örnekler, eninde sonunda ya sayıları iyice azalan bir sahaf elinde, yahut bir kağıt toplama merkezinde ruhunu teslim edecek gibi! Her hafta kurulan bit pazarlarında oldukça değerli kitapları bulabilmek tesadüf olmasa gerek!
Ortaya çıkan durum soruya olumsuz cevap vermeye müsait olsa da, umutsuzluğa kapılmaya da gerek yok! Bu dünyada at arabasından hızlı trene, bisikletten uçağa kadar nasıl bütün ulaşım araçları bir arada yaşayabiliyorsa, klasik kitap ve kütüphane formları da yeni türlerle birlikte uzun süre yaşayabilir..
Bu yüzden; baskısı, mizanpajı, cildi, kapağı, kağıdı, rengi ve kokusuyla kitaplarından ve okuma ritüellerinden vazgeçmeyecek kitapseverler yaşadıkça merak etmeyiniz kitaplar ölmez!
Bununla birlikte e-kitapların okuma biçimimizi değiştirdiği gibi, yazarların yazma biçimine de etki ettiği yadsınamaz bir gerçek. Özellikle dikkat sürelerimizin kısalması bu değişimde önemli bir faktör!
Amarikalı dil bilimci Naomi Baron, ‘Words Onscreen’ adlı kitabında, dijital yayıncılığın okuma kalıplarında oluşturduğu değişikliği araştırmış. Dikkat süresi, sadece e-kitaplar dijital metinden oluştuğu için değil, ‘metni başka işlerde kullandığımız cihazlarda okuduğumuz’ için de kısaldı. Baron, gençlerin büyük kısmının e-kitapları cep telefonlarından okuduğunu, kahve sırasında veya toplu taşımada e-postalarını veya sosyal medya hesaplarını da kontrol ederken bunu yaptıklarını gözlemlemiş. Bizim ülkemizde bu durum tersinden işliyor gibi!
Bir zamanlar okuduğu kitabın can alıcı bölümünü unutmayan, istediği zaman kolayca bulan okuyucu artık kopyala-yapıştır kolaycılığında buna ihtiyaç duymuyor. E-kitap içerisindeki bir paragraf sizde ikna edici, güzel ve derin bir izlenim bırakırsa, vurgulu bölümün paylaşılması fonksiyonunu açık tuttuğunuzda, yüzlerce kişi tarafından aynı bölümün vurgulandığına şahit olabilirsiniz. Bunu tembellik yanında ‘akıllı bir öğrenme tekniği’ olarak görenler de mevcut!
Bununla birlikte ödül kazanan ciddi kurgularda bile, sanat eseri üretmek yerine, merak uyandıran olay örgüsü ve detaylı olmayan yazım türü ile iyi okuma eğilimini değil kolay okuma eğiliminin hedeflendiği ortada!
Kolay okuma, kolay bilgi edinme amacına yönelik ilk adımı, ansiklopedilerde görüyoruz. Bilgiye ulaşmak için birçok kitabın karıştırılması sorununa cevaben yazılan bu devasa kitaplar, belki de ilk ‘bellek’ olma özelliğini taşıyor. Bugünün belleği ise dijital..
Dijital öncesi insanların tek bir benlik anlayışı vardı ve bu benliklerini ortaya çıkarmak için çaba sarfedilirdi. Dijital insanlarda ise birden fazla benlik var. Dolayısı ile yazarların birden fazla benliğe sahip okuyucuya hitap etmesi gerekiyor!
Okuyucuya sunulan e-kitabın aynı zamanda rakipleri de var. Kitap aynı zamanda Snapchat, Tinder, filmler, oyunlar ve müziklerle rekabet etmek zorunda. Bununla birlikte okuyucu, etrafındakilerin okuduğu kitapları göremezken, kendi sosyal ağlarındaki kişilerin hangi oyunları oynadığını ve önerdiğini görebiliyor. Hayat artık daha sürükleyici, belki de karşılaşılan en büyük sorun da bu! Bu girdaba kapılıp yok olmak mı, yoksa akıntıya karşı kürek çekmek mi daha zor, karar veremiyor insan!..