HAKSÖZ-HABER
Türkiye'de adı zaman zaman hukuksuz yargılamalarla gündeme gelen Hizb'ut-Tahrir, modern dönem İslami hareketleri içerisinde önemli bir yer tutar. Kurucusu Takiyüddin Nebhani, ümmetin duçar olduğu hastalıkların Batı karşısında esarete dönüştüğü 19. yüzyıldan günümüze kesintisiz bir çizgi halinde gelen ıslah-ihya ekolünün, mümtaz alim ve önderlerindendir. Müslüman coğrafyanın geneline yayılabilmiş az sayıda örgütten biri olarak Hizb'ut-Tahriri'l İslami ( İslami Kurtuluş Partisi ) ne yazık ki çok az araştırmanın konusu olmuştur. Piyasada söz konusu hareket ile ilgili yayınların tamamına yakını, dahili kaynakların neşrettiği eserlerden oluşuyor. Bekir Cantemir'in Mart 1999'da Haksöz Dergisi'nde yayınlanan ilgili konudaki yazısında ifade ettiği, bu mevzudaki yayın azlığı tespiti, 15 yıl sonrası için, bugün de geçerliliğini koruyor. Dünya ve İslam Dergisi'nde 1993'te yayınlanan David Commins imzalı yazıya ilaveten Ekin Yayınları'ndan çıkan Hizb'ut-Tahrir ve Hilafet kitabı, bu konuya dair yayınlardan ikisi. Süha Taci Faruki'nin kaleme aldığı eser, Aralık 1998'de Yöneliş Yayınları'ndan da basıldığı için tekrar baskı özelliği taşıyor.
2000 sonrası bir süre yasaklı kitaplar listesinde yer alan eser için söylenen eksikliklerden biri hareketin fikriyatını etraflıca ele almamış olmasıdır. Örgütlenme modelinin sıkı bir incelemeye tabi tutulduğu kitapta, hareketin ideolojisinin merkezinde yer alan hilafet düşüncesi, yeterince irdelenmemiş.
İslami hareketler, Müslümanların, yaşadıkları zaman diliminde fikri, siyasal, sosyal düzlemde varoluşlarının hülasasıdır. Modern metotlarla örgütlenen ilk hareket olan İhvan'dan sonra Hizb'ut-Tahrir de Müslüman coğrafyada adını duyurmuş ve Ürdün merkezli olarak sosyal-siyasal faaliyetlere girişmiştir. Hareket ihya akımları içerisinde anılmaktadır. Bunun en temel sebebi kuşkusuz, Müslümanların Batı tahakkümünden kurtulmasını ve İslam algı ve yaşayışına yüzyıllar boyunca bulaşan kirlerin temizlenmesini temel amaçları arasına almış olmasıdır. Nebhani tarafından oluşturulan hareketin fikriyatında, ihya akımları ile paralellik arz eden çok sayıda yaklaşım vardır. Kur'an'ın anlaşılmasında ve dini tefekkürde İslam'ın ilk asrı içinde varlığını sürdüren yaklaşıma dönme vurgusu, bunlardan biridir (s. 87). Şeriatın evrensel, bütün zaman ve mekana dönük ilahi menşeli bir proje olduğunu söylemesi ve içtihat kapısının açık olduğunu ısrarla belirtmesi, önemli noktalardır (s. 93). Hicri onuncu asırdan itibaren yaşayan müçtehitlerin, ameli mezheplerden birisinin imamını taklit etme ve içtihatlarını, bu mezhep fıkhıyla sınırlandırmasını da eleştirmiştir (s. 94).
İslami hareketleri değerlendirme ameliyesinde 'gelecek tasavvuru' gibi seçici bir kriter var elimizde. Hamza Türkmen'in Haksöz Dergisi'nin Şubat 2012 tarihli sayısında belirttiği gibi, Kur'an nüvelerini ümitli kılacak olan, gelecek tasavvurunun tutarlı olmasıdır. Aynı yazıda Türkmen, bu tasavvurun doğru analizi için gereken şartlar arasında durum değerlendirmesini, sünnetullaha uymayan gelecek algılarını, anın şahitliğini ve sistem tahlilinin sahihliğini sayar. Nebhani, şeriatın hakimiyeti için derhal bir İslami devletin kurulması çağrısında bulunuyordu. Hareket, bu çağrısını bugün de sürdürüyor. Acil bir İslami devlet çağrısı, Müslüman toplumların mevcut durumlarının değerlendirilmesi ve bu durum üzerine bina edilen gelecek algısının sahihliğini tartışmalı kılıyor. Nebhani, İslami devletin tek hakiki biçimi olarak işaret ettiği hilafet üzerinde ısrar ederken aslında tarihsel kurum ve kurallarıyla geçmiş asırlardaki hilafetin tam olarak yeniden kurulmasını ifade etmektedir (s. 108). Türkmen'in sözünü ettiği iktidar eksenli acelecilikle örtüşür biçimde Nebhani, hayır kuruluşlarını bile hatalı buluyor. Toplumda yanlış bir tatmin duygusu oluşturduğunu ve dirilişi ateşleyecek aksiyonun oluşumunu sekteye uğrattığını iddia ediyor (s. 130). Bu yaklaşımın, içinde bulunduğumuz şartlara veya vakaya ne kadar uyduğu tartışılır. Suriye özelinde yoğun bir şekilde yaşadığımız yardımlaşma ihtiyacı, bu işi yapan kuruluşlar olmasaydı nasıl görülürdü, düşünmeye değer. Milyonlarca muhtaç insanın, karın doyurma gibi asgari ihtiyacını karşılayamadığı böylesi şartlarda, bu insanların makro hedef uğruna yalnız bırakılması, en basit ifadeyle vicdansız bir yaklaşımdır. Bugünün şahitliğini ıskalama ifadesiyle karşılayabileceğimiz mezkur durum, Filistin meselesinde de yaşanmış. Partinin, Filistin'de yaşanan işgale karşı cihadı, nihai hedef uğruna sürekli öteleyen tavrı karşısında işgal altına giren topraklarda, harekete duyulan güven sarsılmıştır (s. 250).
Çağdaş İslami hareketler, bazı temel amaçları bakımından tarihsel sürekliliğe sahip olsa da yapılanmaları yeni ve moderndir. Faruki, bu noktada, Hizb'ut-Tahrir'e dair ilginç bir tespit yapıyor. El-Benna'nın, döneminde Mısır'da hakim parti konumunda olan el-Vefd'den etkilendiğini, Nebhani'ninse Eflak'ın idaresi altında siyasi bir stratejiye kavuşan Baas'tan etkilendiğini ifade ediyor (s. 12). Baas, köklü bir siyasi değişim arzulayan yapılara örneklik etmiştir. Bu örneklik, merkezileşmiş bir yapı oluşturmada etkili olmuştur. Hizb'ut-Tahrir, fikri önderliği benimsediğini iddia etse de tek adam tipi bir tarza mahkûm olmuştur. Takiyüddin Nebhani'nin 1977'de vefatının ardından partinin başına geçen Abdulkadim Zellum döneminde de değişen bir şey olmamıştır. Merkeziliğe ilaveten sıkı ideolojik homojenlik, hareketin dikkat çeken özelliklerindendir (s. 177).
David Commins'in de ifade ettiği gibi Nebhani'nin partisini kurduğu 1950'li yıllarda 3 tip ideoloji yürürlükteydi: Kapitalizm, Sosyalizm ve İslam. Eserlerinde bu üç ideolojinin karşılaştırmasına yer veren Nebhani, komünizmin kapitalizme galip geleceğini iddia etmiştir. Daha sonra bunu, galip ile yani Sosyalizm ile İslam arasında vuku bulacak bir final mücadelesinin takip edeceğini söylemiştir. Tabi ki bu karşılaşmada galip gelecek olan İslam'dır.
Tek adam tipi yapılanma ve merkezi özellikte teşkilatlanmanın açmazlarından birisi, hareketin veya partinin okula/mektebe dönüşememesidir. Bu durum da tıpkı Nebhani'nin geçmiş asırların alimlerini eleştirdiği gibi taklitçiliğe, donuklaşma/statikleşmeye yol açmıştır. Statik bir fikri yapı, cazibesini her geçen yıl yitirmiş, sonuçta ortaya marjinal bir mezhep çıkmıştır. Nebhani'nin fikirlerinin bugün hala parti yayınlarında yerini koruyor oluşu, söz konusu sıkıntının karinelerindendir.
Hilafet merkezli düşünen yapının yayınlarında, kurulduğu zamandan beri yoğun bir İngiltere vurgusu mevcut. Nebhani, hilafetin ilgasında başı çeken, küfrün elebaşı İngiltere'yi Batılı devletler içinde en azılısı olarak görür (s. 118). Bazı yazılarında ABD'ye de yer vermekle birlikte, değişmeyen İngiltere vurgusu, değişen güç dengeleri yanında anlamsız kalıyor. Günümüzde yayınlanan parti neşriyatlarında bu vurgunun değişmemiş olması, hareketin duçar olduğu donuklaşmayı iyi resmediyor.
20. yüzyılın ilk yarısında Müslümanların gündemindeki en sıcak konulardan birisi hilafetin kaldırılmasıydı. Yüzyıllarca Müslümanlar için -büyük ölçüde bozulsa da- hilafet, bir motivasyon kaynağı idi. 1924'te kaldırıldığında Müslüman coğrafyada karşı sesler yükselmiş ancak fiiliyatta değişen bir şey olmamıştır. Nebhani de bu zaman diliminde yaşayan, faaliyet gösteren biri olarak hilafete aşırı önem atfetmiş, ötesinde fikriyatını bunun üzerine inşa etmiştir. Hilafetin kaldırılmasını, İslam tarihinin en kötü olayı olarak görmüştür. Tarihimizin üstünkörü okunmasıyla bile rahatça görülebileceği gibi, bu yaklaşım makul değildir. Parti yayınlarında Nebhani'nin tespitinin hala işleniyor olması, hareketin statik yapısına bir başka örnek. Ancak örneğin parti yeminine bakıldığında bundan farklı bir sonucun çıkmasını beklemek de uygun olmazdı:
"...Hizb'ut-Tahrir'in kural ve görüşlerini benimseyeceğime, liderlerine güveneceğime, kendi görüşlerime aykırı olsa bile kararlarını uygulayacağıma her şeye kadir olan Allah adına yemin ederim." (s.205)
Nebhani'nin düşüncesinin merkezine konumlandırdığı hilafet, partinin çeşitli yayınlarında bütün yönleriyle ele alınmış. Kitabın ek kısmında yer alan 187 maddelik anayasa metninde bunu bariz bir şekilde görebiliyoruz. Teoride sağlanan netliğe reel koşullar eşlik etmeyince hayal kırıklıkları ve keskin dönüşler kaçınılmaz oluyor. Örneğin hareket, İran'da devrim olunca Humeyni'ye bir heyet gönderiyor. Humeyni henüz Paris'teyken gerçekleşen ilk görüşmede, kendisine işleri yoluna koyması, bir halife tayin etmesi tavsiye ediliyor. Bu makam için de Humeyni'nin kendisi teklif olunuyor (s. 58). Farklı fıkhi ve siyasi ekol ve mezheplerden mülhem, kısmen karışık bir fikri yapısı olmakla birlikte Hizb'ut-Tahrir, Şii bir öndere halifelik teklif edebiliyor. Şia'yı, İran'ın ümmet içindeki konumunu, reel siyasette bunların karşılığını tahlil edememiş olmanın sonucu olan bu teklif, karşılık bulmayınca hayal kırıklığına yol açıyor. Ardından kısa sürede Humeyni'ye olan hayranlık sona eriyor. Sonrasında neredeyse Amerikan ajanlığıyla itham edecek kadar düşmanca bir tavır sergileniyor (s. 58).
Netice-i kelam, yukarıda eleştiri konusu yapılan hususlar, Hizb'ut-Tahrir'de bir tıkanıklığa yol açmıştır. İlk zamanların heyecanının tükenmesi ile parti David Commins'in ifadesiyle marjinal bir mezhep haline geldi. Bugün Müslüman coğrafyada az sayıda bağlısıyla faaliyetlerine devam etmektedir.