Hayreddin Karaman/Yeni Şafak
Kitaba ve sünnete sarılmak ne demek?
Kur’an-ı Kerim'de, bu kitabın şüphesiz olarak Allah’tan Peygamberimiz’e (s.a.) vahyedildiğini ve insanları doğruya, hakka, iyiye, güzele yönlendireceğini ifade eden pek çok âyet vardır.
Buna ek olarak sünneti bize anlatma ve taşımada önemli rolü olan hadisler içinde “Peygamberimiz'in, Kitabı, sünneti, ehl-i beyti ve râşid halîfeleri” Müslümanlara rehber olarak bıraktığına ve “bunlara uyduğumuz sürece asla yanlışa, sapmaya düşmeyeceğimize” dair pek çok rivayet vardır.
Evet, Müslümanlar haklı olarak devamlı “Kitaba, sünnete…” uymaktan söz ediyorlar, ama bu “uymanın, tabi olmanın, izlemenin, uygulamanın” nasıl olacağı hakkında ya açıklama yapmıyorlar ya kendileri nasıl uyuyorlarsa doğru uymanın bu olduğunu ileri sürüyorlar ya “uymak demek anlamaya, yoruma, tefsire, içtihada, örnek kabul edilen uygulamalara” uymak demektir diyorlar.
Doğru olan bu sonuncu anlayıştır.
Sosyal medyayı dolduran marjinal çıkışlar, usul dışı anlayışlar bir seçenek değildir.
Şu hâlde “İslam nedir, hangisidir” sorusunu sorup cevap arayalım:
Ya usule uygun “tefsir, içtihat, anlayışların tamamı İslam’dır” diyeceğiz, aradaki farklılıkları uygulamada bir zenginlik, genişlik, çözüm seçenekleri…” olarak kabul edeceğiz -ki, doğru olan budur- veya “herhangi bir yorumu, tefsiri, içtihadı (mezhebi) yalnız bunu İslam kabul edip, diğerlerini inkâr olarak değilse de uygulama bakımından yok sayacak, araya bir de mezhepçilik ve taassup girerse ümmeti böleceğiz -ki, elbette bu yanlıştır, lakin aynı zamanda vakidir.-
Kendileri âlim olmayan Müslümanların önünde dört temel yorum (İslam anlayışı) var: 1. Kelam ve fıkıh âlimlerinin (Tefsir buraya dahildir) yorumları, 2. Sûfîlerin yorumları, 3. İslam filozoflarının yorumları, 4. Ehl-i Sünnet dışı yorumlar.
Bu yorumların ilk üçü, “Kitaba, sünnete, ehl-i beyte, hulefâ-i râşidîne” uyduklarını söylüyorlar; şu hâlde bu temel kaynaklara uymak demek, âlimler için ilimlerine, bilmeyenler için bilenlere uymak demek oluyor ve bunların hepsi birden İslam oluyor.
Fıkıh-kelam tarafında sûfîleri ve İslam filozoflarını dışlayanlar, hatta tekfir edenler var, sûfîler içinde de “İslam bizim yorumumuzdur, fıkıh ve kelam hakiki İslam’ı temsil etmez, dışa bakar, yarımdır, dini bizden öğrenin” diyenler var; bu iki yaklaşım da uygun/doğru değildir, bir şekilde te’lîf etmek doğrudur.
Önemli bir “kutsî velî hadisi” var, şöyle buyuruluyor:
“Kim benim bir velî kuluma düşmanca davranırsa ona harp ilan ederim. Kulumun bana yaklaşmak için yaptıklarının nezdimde en sevimli olanı, üzerine farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum bana nafile ibadetler ile de durmadan yaklaşır da nihayet onu severim. Onu sevince de duyduğu kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isterse şüphesiz veririm, bana sığınırsa elbette kabul ederim…”
Yemenli müçtehit ve müceddid Şevkânî (v.1250/1834) bu hadis üzerine 540 sayfalık bir eser yazmış ve adını “Katru’l-Velîy alâ Hadisi’l-Velî” koymuştur.
İbn Hacer’in verdiği, Şevkânî’nin de beğendiği tarife göre velî, Allah’ı bilen, O’na itaatte devamlı, ibadette ihlaslı olan kişidir. Bu tarifte geçen “itaatte devamlılık” ve “ibadette ihlas” vasıfları önemlidir; çünkü bazen de olsa nefsine ve şeytana itaat edenler velî olmadıkları gibi, devamlı ibadet ettikleri halde ihlası elde edemeyenler, ibadetlerinde şuurlu şuursuz Allah’tan başkasına yer verenler de velî değildir. Velî’yi tarif ederken “iman ve takva” vasıflarından hareket eden âyet (Yûnus:10/62-64) de bu anlayışı kuvvetlendirmektedir.
İşte bu hadis bir te’lîf örneği/rehberidir: Müslümanlar, kelamcı ve fıkıhçıların ortaya koydukları İslam’ı (şeriatı) uygulayacaklar, bu uygulama onları velîlik (sûfîlerin kâmil insan dedikleri) mertebesine çıkaracaktır.
Sûfîlerin nefis terbiyesi teknikleri, bid’at ve hurafe içermediği sürece ihlas ve ihsanı elde etme yolunda çabalardır, temrinlerdir. Bu yoldan ihlas ve ihsana ermek isteyenler elbette âlim, takvâ sahibi, tecrübe edilmiş bir mürşidin yetki verdiği bir mürşide uymalıdır.
Usulsüz sahih din ilmi; ilimsiz, şeriatsız İslam ve irşad olmaz.
Alim olmayan Müslümanlar, bir yol (yorum, anlayış ve irşad) seçerlerken bu kuralı mutlaka göz önünde tutmalıdırlar.
Şeyhi olmayanın şeyhi elbette şeytan değildir; şeyh diye kendisine uyulan bir kısım sapkın şeyhler şeytandır. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan olsaydı Peygamberimiz (s.a.) “Size şeyhleri bırakıyorum, onlara uyduğunuz sürece sapmazsınız” derdi.
İhlas, ihsan ve maksadı hedeflemeden şeriatı uyguladığını sananlar da doğru yolda değillerdir.
Gayret kuldan, tevfik Allah’tandır.