Kitaba aşina olmak Osmanlı'dan kalma bir miras!

Yasin Aktay, kitap okuma oranları üzerine düşünmeye devam ederken yaygın kanının aksine Türkiye toplumunun geçmişten kalma bir miras olarak kitaba fazlasıyla aşina olduğunu ifade ediyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Kitaplı toplum farkı

Kitap okuma oranlarımıza dair verdiğimiz rakamlar birilerine çok şaşırtıcı gelmiş. Türkiye’de insanların kitap okuma oranlarının Fransa, İtalya, İngiltere, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Romanya’nın ilerisinde olması birilerine nedense inandırıcı gelmemiş. Oysa daha çok insan tam da hayatın içinden gelen gözlemleriyle bu rakamların pekâlâ gördüklerini doğruladığını söylüyor.

Tabii bu rakamların yüksek olmasına şaşırmanın anlaşılır nedenleri var, onları daha önce yazımızda ifade ettik. Birçok konuda kendimize geriliği bir kader gibi veya son zamanların popüler deyimiyle “öğrenilmiş çaresizlik” üretecek şekilde benimsemiş durumdayız. Kendimize iyi şeyleri yakıştıramıyoruz. Kahır edebiyatını, söylenmelerini çok seviyoruz, ne kazanıyoruz bundan diye sorulacak olursa tabii ki hiçbir şey. Bu tür negatif söylemlerle insanlar bir kâr etmeyi ummazlar zaten. Kendine zarar veren hayatla ilgili genel bir tutum.

Oysa iddiası olan, söyleyeceği bir şey olan, yaşadığı çevreyi, dünyayı değiştirmek isteyen bunu yapabileceğine de inanır, inanması lazım. Yoksa hiçbir şeyi değiştirmeye mecali olmaz.

Geri kalmışlık veya bizden adam olmaz söylemleri kendine göre etik kodlar da üretiyor, en tehlikeli tarafı da o. Topyekûn bir toplumun bütün olumlu iradesini, iyi olana doğru hakkını vererek, bedelini ödeyerek, layıkıyla ve yeterliliğiyle talip olmaya ket vurur.

Malik bin Nebi’nin meşhur deyimiyle “Sömürgecilik sadece sömürgecilerin marifetiyle gerçekleşmez, bu sömürüye hazır bir zihnin de olması gerekiyor.” Maruz kaldığı sömürüyü hak ettiğine inanan, ona karşı koyamayacağını, farklı bir kişilik sergileyemeyeceğini düşünen bir zihin.

Oysa bir dönem vandalca inkâr edilip yok edilmeye çalışılmasına rağmen Osmanlı mirasının üzerinde oturan Türkiye, kitaba zaten çok aşina bir millet. Kitabı kutsayan, onu hayatın merkezine koyan, kendi okumasa bile okuyanla teması hiçbir zaman kesmeyen bir millet. Kendinden olmayan insanları değerlendirirken bile onlarla aralarında kurduğu ortak bağ “kitap ehli” olmalarıdır. Yani sadece kitap okumayı değil, kitapla kurduğu bağı dahi dost ve düşman değerlendirmesinin merkezine koyuyor bu millet.

Bir insana yapılabilecek en büyük küfürlerden biri ona “kitapsız” demektir. Herkesi bir şekilde anlıyor da kitapsızları hazmetmiyor bu toplum. Çünkü kitapsız olan, toplumda kendisini bağlayabilecek hiçbir ahlaki normla kısıtlı olmamak, kendisinden neler gelebileceği tahmin bile edilemeyen bir insan demektir. Her şeyi yapabilir, öldürebilir, çalabilir, ihanet edebilir, namusa göz dikebilir. Onu kısıtlayan bir kitabı yoktur çünkü. Ehl-i Kitap, Yahudi ve Hıristiyan bile olsa kendilerini bağlayan kurallara sahiptir, neyi yapıp neyi yapamayacakları önceden kestirilebilir.

Hadi açılmışken tekrar Kur’an-ı Kerim’i yakan Paludan ve benzerlerinin tutumuna da değinelim bu vesileyle. Onun hareketi sadece Kur’an’a değil genel olarak kitaba karşıdır. O, Kur’an’ı yakarak Tevrat ve İncil’in itibarını yükseltmiş olmuyor. Genel olarak “kitapsızca” bir hareket sergilemiş oluyor. Bunu yapandan insanlığa her tür zarar beklenebilir.

Türkiye’de kitap okuma oranlarının çok yüksek olması elbette şaşılacak bir şey değil. Kitapla bağı bu kadar derin olan bir toplumda kitap okuma oranlarının düşük bile kaydedilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Geçen yazımda Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Ali Odabaş’tan aktardığımız kitap okuma oranlarına dair rakamların üstüne başka şeyler de eklenebilir. Mesela toplumun önemli bir kesiminin gündelik hayat rutini haline gelmiş, sohbet meclislerinde topluca okunan, tedris edilen kitaplar. Kur’an, hadis, tefsir veya risale okumaları.

Bir dostum, belki bu rakamlara şaşırarak başka türlü bir tepki verdi. “Acaba bu okuma oranları okunan kitapların niteliği hakkında da bir şey veriyor mu? Zira görebildiğim kadarıyla mesela çok okunan popüler kitaplar var, o kadar boş, o kadar fabrikasyon kitaplar ki, bu tür kitapların okunmasından faydadan çok zarar gelebileceğini düşünüyorum. Çünkü kötü, alabildiğine sığ ve zararlı ideolojileri kitap yoluyla yaymış oluyorlar.”

İtiraf ederim ki, bu, kitap okuma oranları konusundaki iyimser tablonun tamamen dışında değerlendirilmesi gereken bir konu. Başka bir tür için ama benzer bir soru mezkûr dost meclisimizde Ali Odabaş’a da yöneltildi. Doğrusu bu konuda okuma oranları çok fazla olan ülkelerde de çok farklı seyretmiyor. Hatta orada kitaplar için içerik üretimi konusunda tamamen endüstriyel bir mekanizma işliyor. Kültür endüstrisi istediği konuyu hatta istediği mesajı, bazen yazarın edebi maharetini de aşarak tamamen profesyonel çerçevede üretip okuyucunun önüne koyuyor. Bestseller listelerde gördüğünüz kitapların büyük kısmı yazarından daha fazla ona danışmanlık yapan bir teknik ekip tarafından verilecek alt ve üst mesajları da inceden inceye işlenerek üretiliyor.

Belki bizde bu tarz endüstriyel üretimler o kadar da gelişmiş sayılmaz. Hala büyük ölçüde yazarın maharetine, özgünlüğüne ve özgüllüğüne bağlı bir teveccüh söz konusu. Kitapların tabiri caizse daha organik olma ihtimali daha yüksek. Yine de bomboş kitapların ne tür etkileri olabileceği sorusunu da bir kenara kaydetmek gerekiyor.

Kitap okuma sayılarının son yıllardaki artışında tabii ki zorunlu eğitim süresinin 12’ye çıkarılması ve üniversite sayısının bütün yurt sathında yaygınlaşacak şekilde 210’a çıkarılmış olmasının da büyük etkisini görmeliyiz. Yine de bu konuda daha fazla üniversitesi ve çok önceden zorunlu eğitimini bu seviyeye çıkarmış söz konusu toplumlara attığımız bariz bir fark var.

Onu da kitaplı bir toplum olarak aslımıza çektiğimize yoramaz mıyız?


Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları