Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Kur’an-ı Kerim okumalarımız, ona sarılmamız, hayat tarzımızdaki yerini almalı
Peygamberimiz ‘iki kardeş iki el gibidir, biri diğerini yıkar’ buyurmuşlardır. Kardeşlikleri ellere benzetip, birini el, diğerini ayağa benzetmemesi, bir gaye uğrunda diğerine yardımcı olmaları bakımındandır. Dostlarıyla, din kardeşleri ile alakadar olmayanları İmam-ı Gazali Hazretleri, ‘Onun için bir cenaze namazı kıl. Çünkü o artık ölülerdendir’ diyor. Ashab-ı Kiram’ın gençlerinden Abdullah İbni Ömer diyor ki:
‘Biz öyle bir zaman gördük ki, kimse dinarını, dirhemini Müslüman kardeşinden kıymetli bilmezdi. Şimdi ise dinar ve dirhem bize, Müslüman kardeşimizden daha değerli geliyor.
Tabiin ulemasından Ebû İdris el-Havlani’den şöyle dediği nakledilmiştir: Dımaşk mescidine girmiştim. Bir de ne göreyim, güleç yüzlü bir delikanlı ve başına toplanmış bir grup insan. Bunlar bir konuda görüş ayrılığına düştüler mi hemen o delikanlıya başvuruyor ve fikrini kabulleniyorlardı. Bu gencin kim olduğunu sordum. “Bu Muâz İbni Cebel’dir” dediler. Ertesi gün erkenden mescide koştum. Baktım ki o genç benden evvel gelmiş namaz kılıyor. Namazını bitirinceye kadar bekledim sonra önüne geçerek selam verdim ve:
“-Allah’a yemin ederim ki ben seni seviyorum” dedim.
“-Allah için mi seviyorsun?” dedi.
“-Evet, Allah için” dedim. O yine:
‘-Allah için mi seviyorsun?’ dedi. Ben de:
“-Evet, Allah için seviyorum” dedim. Bunun üzerine elbisemden tutarak beni kendisine doğru çekti ve şöyle dedi.
“- Tebrik ederim seni. Zira ben Resulullah aleyhi ve sellemi şöyle buyururken dinledim:
“Allah Teala, ‘Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler’ buyurmuştur”
Bu ve benzeri bir sürü yaşanıp anlatılanlar kitaplarda mı kalsın?
İçinde bulunduğumuz şartlarda hasretini çektiğimiz ‘İslam Kardeşliği’ni yaşayıp yaşatmamız, hem ferdi bakımdan, hem de toplumun huzuru bakımından tek çaredir. Okuduklarımızı, dinlediklerimizi, bildiklerimizi hayatımıza yansıtmadan, (nefsimize ağır da gelse) onları uygulamadan, hal lisanı ile ‘üsve-i hasene’ güzel örneklikliği sergilemeden, ‘ebedî hayatımızın azığı’ olarak görmeden ‘din kardeşliği’mizi tahakkuk ettiremeyiz.
İslâmi görevini yapanın hesabı kolay olur. Peki, bizim görevimiz ve dolayısıyla hesabımız nasıl olacak? Cevabi hizmetlerimize el ve gönül birliği ile koşalım. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bizler için “üsve-yi hasene” (güzel bir örnek)dir. O izi sürelim. O âyetler ve hadisleri hayata geçirelim. ‘Sana göre İslam, bana göre İslam, o kavme göre İslam, şu coğrafyaya göre İslam’ diye bir şey olmaz. İslam, asliyetiyle, muayyendir ve mahfuzdur. İslam’ın asliyetini değiştirici tefekkür olmaz. Tefekkür, o asliyete dayanarak yapılır. ‘Yorum’ da öyledir. İslam, falancanın felsefesi değil, Allah’ın vahy ettiği Hak Din’dir.
Allah’ın Resulü, İslam’ı tebliğ etmiştir. Ayrıca kendi sözleriyle, amelleriyle, halleriyle ve bütün hayatıyla İslam’ı yaşamış, tatbik ve talim etmiştir.
Dünyanın gerçek mihverine oturması, İslâm ahlâkı’na bağlı bir düşünce ufkunun açılması ile mümkündür. İslam’ı yaşamak, onu hayatın bütünlüğü içinde yaşamaktır. İslam bir ‘istikamet’, bir ‘kişilik’ kazandıracak ve bu hayatın her safhasını, her işini, o istikamet şuuruyla ve o kişilik sağlamlığıyla yaşamak! Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyenin yeterince dikkate alınmamasından ve ilmîlikten uzaklaşmaktan vazgeçilmeli. Müslümanların Kitap-Sünnet çizgisinde bir dini hayatı yaşaması ve sürdürmesi, onun hem hakkı hem de kimliğinin gereğidir. Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min ne pahasına olursa olsun kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele şahsî menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez.
Bu ay; heyecanımızı canlı tutma ayıdır.
Bu amel ve heyecanımızı kaybettirme peşinde koşanlara fırsat vermeyelim. Günümüzde müşahede ettiğimiz husus, din ve dindarlık konusunda seküler ve dindar çevrelerde yaşanmakta olan ihmal ve abartıdır. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz, olamaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara riayettir.Keyfi yorumlarını, kendi inanç ve duruşlarını dinin meselesi haline getirmekten vazgeçilmeli. Bu hususta seküler çevrelerle birleşilmez! ‘Dine uyma’ yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşülmez. Bunlar yanlıştır, yanlışta da ısrar edilmez.
Bu mübarek Ramazan ayında hep nefs muhasebesi yapalım.
Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. Mü’minler var iken, dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslüman’dan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. Mümin şahsiyetin korunduğu ayı idrak ediyoruz.
Ölçüler istikametinde düşünemeyen ölçüleri kurcalar!Ramazan ayı; kendi değer ve ölçülerimizin sabit olduğu, değişkenlerle değişmeyeceğinin okunan mukabelelerin anlam haritalarının çıkarılıp amel edildiği aydır. Ayın yarısına geldiğimizi unutmayalım.
Kur’an-ı Kerim okumalarımız, ona sarılmamız, hayat tarzımızdaki yerini almasıdır.
Allah’ın ipine sarılma, Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmiş olmakla gerçekleşir. Her türlü ihtilafta, Allah ve Resulünü hakem tayin etmek, nefsimize ağır gelse de ona razı olmak, mucibince amel etmek bizi kendimize, aslımıza döndürecek, âdet haline getirdiğimiz ibadetlerimize yeniden bir ruh kazandırmış olacağız.