Metin Karabaşoğlu, Karakalem internet sitesinde yazdığı yazıda Hz. Yusuf (as) kıssası üzerinde ekonomiyi değerlendirdi:
HAYAT, SABİT bir çizgi üzere gitmez. Sabit çizgi, hayatın değil, ölümün alâmetidir. Hayatın ise bir seyri ve ritmi vardır; inişler ve çıkışlar, bu yolun kaderidir.
Hem her bir insan hem de insan toplulukları, bu gerçekle yaşamıştır zaman-ı Âdem’den beri. Kıyamete kadar yaşayacakları ritim de budur: bolluk günleri, darlık günleri; varlık günleri, yokluk günleri; yükselişler, alçalışlar; inişler, çıkışlar; gelişler, gidişler; hüzünler ve sevinçler; buhranlar ve inşirahlar, …
Hayatın bu olağan seyri, varlıkla da, yoklukla da aldanmamaya çağırır bizi. Ne varlık ne de yokluk, ‘böyle geldi, böyle gider’ dedirtmemelidir. Zorlukla birlikte bir kolaylık vardır, kolaylıkla birlikte bir zorluk. Varlık zamanının kolaylığına aldananı uyandırmak için, darlık günleri kapıya gelir. Darlık günlerinden dersini alan, varlık günleriyle ödüllendirilir.
Hayat bu şekilde ilerler durur.
‘İlerler durur’ diyoruz; çünkü bu iniş ve çıkışlardan sonra gelinen nokta, en baştaki nokta değildir yine de. Son tahlilde bütünüyle insanlık tarihi incelense, sürekli inişler ve çıkışlar, bitişler ve başlangıçlar ile karşılaşırız ama, son tahlilde her iniş-çıkışın nihayetinde refahça bir basamak yukarı çıkıldığı görülür. Bu bakımdan, kriz de bir fırsat, daralma da bir imkândır. Ama elbette, varlığın kıymetini bilmeyi, darlığın tedbirini alabilmeyi, musibetten de öğrenmeyi, krizden de ders almayı başarana…
Yoksa yine insanlık tarihi, bilhassa ülkelerin ve toplumların tarihi, özellikle de ekonomi tarihi, musibetle sona eren nice saadet zamanını, darlıkla küçülen ülkeleri, krizle çöken devletleri ve toplumları da bize gösterir.
Sözün kısası ekonomik, siyasî, sosyal, her ne düzlemde olursa olsun yüzyüze gelinen ‘kriz’lerde kritik nokta, hikmetle hareket edebilmek ve hatadan da öğrenmektir.
Lâkin bunu bazıları başarır. Bunu başarmak için, kişilerin şişkin bir ‘ego’ edinmemiş, toplulukların ise şişkin bir kollektif kimlik inşasına girişmemiş olması gerekir. Gurur, aldatır. ‘Gurur,’ Arapça’da dilimizdeki ‘aldanma’ ve ‘aldatma’ya karşılık gelir zaten. Gurur aldatırken, hatayı kabulleniş öğretir ve de ödüllendirilir. Hakîm olan Rabbimiz, hikmetine uygun davranana mükâfatını zaten verdiği gibi, musibetlerin ve krizlerin dersiyle geç de olsa öğreneni dahi öğrendiği nisbette ödüllendirir. Krizler, bu bakımdan hem risktir hem de imkân. Aynısı bolluk ve refah günleri için de geçerlidir. Onlar dahi, imkândırlar, ama risk de içerirler.
Her hal ve şartta kritik husus, hikmeti yitirmemektir.
Hakîm olan, hikmetine bütün kâinatın şahit ve delil olduğu âlemler Rabbi, Kur’ân-ı Hakîm’inde Yusuf aleyhisselam kıssası üzerinden de insanların hayatına, devletlerin hayatına ve bilhassa ekonomi alanına dair bu dersi bize verir.
Mâlûm, ‘güçlü’nün ‘haklı’ çıktığı bir düzende, masumiyetine rağmen zindana düşen, köle pazarından alınmış bir genç olarak Hz. Yûsuf olur. Davet edildiği günahın manevî zindanına ruhunu ve bedenini düşürmektense, mazlumen düşeceği bu zindan Yusuf’a da yeğdir: “Rabbim! Zindan bana bunların benden istediklerinden daha iyidir” (bk. Yusuf, 12:33)
Rabb-ı Rahîm’in zindanda ona bahşettiği imkânlardan biri, rüyaların doğru tabiridir. Bu ilim, yıllar sonra Yusuf’un mazlumiyeti ve masumiyeti apaçık ortaya çıkmış bir halde zindandan çıkıp Mısır hazinesinin başına geçmesine uzanan bir olaylar zincirine sebebiyet verecektir. Tabir ettiği rüyasının gösterdiği şekilde zindandan kurtulan kişi kralın rüyasından haberdar olduğunda Yusuf’u hatırlar.
Garip bir rüyadır bu: “Kral dedi ki: Rüyamda yedi cılız ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak gördüm. Efendiler! Eğer rüya yorumluyorsanız, bu rüyamı da bana yorumlayın.” (Yusuf, 12:42)
Yedi semiz ineği yiyen yedi cılız inek. İçi dolmaya yüz tutmuş yedi yeşil başağın yanında, içi boş yedi kurumuş başak. Bu, neyin nesidir?
Yorumu için kendisine danışılan kişiler, anlamsız karmakarışık düşler olarak görürler bunu. Rüya aslında bir ‘düzen’in ipuçlarını bildirirken, anlaşılması imkânsız ‘kaotik’ bir düş imiş gibi düşünürler. Buna karşılık, kendi rüyasını doğru tabir ettiğini bizzat tecrübe etmiş zindan arkadaşı Yusuf’u hatırlar ve ve bu rüyanın tabirini bir de ona sormak ister.
Yusuf aleyhisselamın yorumuyla bakınca, görülen rüya, hayatın ta kendisidir aslında. Bolluk, darlık, yeniden bolluk… Bast, kabz, bast… Genişleme, daralma, genişleme… Hayatın çevrimidir rüya suretinde görülen:
“Yusuf şöyle dedi: Her zaman yaptığınız gibi, yedi sene ekin ekeceksiniz. Sonra yiyeceklerinizden ibaret olan az bir miktar hariç, hasat ettiğiniz ürünü başağında bırakın. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık senesi gelecektir. Sonra bunun ardından insanların bol yağmura kavuştukları bir yıl gelecek…” (Yusuf, 12;47-49)
Yusuf aleyhisselamın tabirinde, bilgiyle birlikte hikmet de vardır. Rüyanın doğru yorumunu, bu doğru bilginin gerektirdiği tedbirlerle birlikte gösterir. Onbeş senelik bir çevrim. Önce yedi bolluk senesi. Ama bu hep böyle gidecek değildir. Ardından yedi kıtlık senesi. Onbeşinci senede yeniden bolluk… Hayatın çevrimi bu şekilde ilerleyeceğine göre, yedi bolluk senesinde her zamanki gibi ekinler ekilmekle birlikte, hasadın tamamını kullanmak yerine, ihtiyacen o sene kullanılacak kısmı kullanılacak, kalan kısmı ise ihtiyaten saklanacaktır. Ama başağından ayrılmış tahıl ve bakliyat, uzun süre dayanmaz; sene dönümünde güvelenir, böceklenir, kurtlanır. Başağından ayrılmış buğday için durum budur ama, muhtemelen o gün o kavimce keşfedilmemiş kevnî bir gerçeğe dair taze bir bilgi de verir Yusuf aleyhisselam: “…yiyeceklerinizden ibaret olan az bir miktar hariç, hasat ettiğiniz ürünü başağında bırakın.” Çünkü başağından ayrıldığında ancak bir sene bozulmadan kalabilen tahıllar, başağında bırakıldığında onlarca, yüzlerce sene bile dayanabilir (Arkeolojik kazılarda, bu şekilde bozulmadan kalmış binlerce senelik tohumlar da bulunduğunu hatırlayalım). Buğdayı bozulmadan saklamaya dair yeni bir bilgi ve yöntemdir bu; bugünkü tabirle, bir nevi ‘inovasyon’ niteliğindedir. Başağında bırakmak suretiyle korunan bu buğdaylar, birbiri ardınca gelecek yedi kıtlık senesinin ihtiyacı için kullanılacak; ama orada da tedbirli olunacaktır. Çünkü tohumluk buğday da ayrılmayıp kullanılırsa, onbeşinci senede artık yağmur da yağsa toprağa ne ekilebilir? O sebepledir ki, “…saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecek” demiştir Yusuf aleyhisselam.
Rüyaya dair bu harikulâde yorum karşısında hayretler içinde kalan kral, Yusuf’u zindandan sarayına çağırtır. Ama o, öncelikle zindana düşmesine sebebiyet veren iddianın bir iftira olduğunun, masumen ve mazlumen zindana atıldığının açığa çıkmasını ister. Olayın gerçeği açığa çıktıktan sonradır ki, “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum; Rabbimin merhamet edip koruması dışında, nefis daima kötülüğü emreder” (Yusuf, 12:53) diyecektir zaten.
Rüyaya getirdiği yorumun eşsizliği karşısında âdeta büyülenmiş haldeki kral, “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim” (Yusuf, 12:54) demektedir. Hz. Yusuf ise, farklı bir teklifle gelecektir: “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim!” (Yusuf, 12:55)
Yusuf aleyhisselamın rüyaya dair tabirinde, hayatın tarifi vardır. Ve bilhassa ekonomi biliminin, maliyenin özü ve özeti vardır. Doğru bilgi, doğru bilgiden süzülmüş hikmet, hikmetin gerektirdiği yollar, yöntemler ve tedbirler… Lâkin, doğru şekilde uygulamaya konamadıktan sonra, bilgi ne anlam ifade eder ve hikmet ne işe yarar?
Buna karşılık, bizzat zindana kadar götüren sürecin gösterdiği üzere, ülke, ‘güçlü’nün ‘haklı’ çıkarıldığı; ‘ilke’ye göre ‘pozisyon’a göre karar ve uygulama devşirilen, hakkâniyet ve adalet açısından sorunlu bir ülkedir. Dolayısıyla bir ‘özel danışman’ın verdiği doğru bilgi ve önerdiği hikmetli çözüm, uygulamanın dolambaçlı yollarında heba olup gidebilir.
Bilgi ve hikmet gereklidir; ama uygulanmadığı zaman hangi sonucu verebilir?
Uygulama gereklidir; ama bilgisiz ve hikmetsiz bir uygulamadan hangi sonuç beklenebilir?
Kur’ân’da Tâlût için söylendiği üzere, kıvamında bir yönetim için ‘ilm ve hükm’ beraberce gereklidir (bk. Bakara, 2:247). Hem hikmet, hem hikmetini icraya muktedir bir hâkimiyet… Hikmet ile hükmü buluşturabiliyorsa, bir hükûmet gerçek bir hükûmettir. Hükümsüz hikmet işlevsiz kalır; hikmetsiz hüküm doğru işgörmez.
O yüzden, kralın teklif ettiği üzere yetkisiz bir ‘özel danışmanlık’ yerine, ekonomi yönetiminde tam bir yetki talebinde bulunmuştur Yusuf aleyhisselam. Verdiği doğru bilgi, adaletli davranmadığını masum olduğu halde yine de zindana düşmek suretiyle bizzat tecrübe ettiği bir yönetime emanet edilemez. Doğru bilgi, doğru uygulama ile kıymetlenir.
Sonrasını biliyoruz…
Yusuf aleyhisselamın ekonomi yönetimiyle, yedi bolluk senesinde ihtiyaç için ayrılan ayrılır, tahılın fazlası başağıyla saklanır. Böylece, kıtlık seneleri başladığında kimse aç kalmaz; bilakis sadece Mısır ahalisinin ihtiyacı karşılandığı gibi, komşu diyarların dahi ihtiyacına yetişilir. Öyle ki, onu kuyuya atan ağabeyleri de Kenan ilinden bu sebeple Mısır’a gelecek; Yusuf aleyhisselamın çocukluğunda gördüğü müjdeli rüyanın tahakkukuna giden süreç böylece ilerleyecektir.
Tablo ortadadır: Varlık zamanı doğru değerlendirildiği için, darlık zamanı da salimen geçilmiş; krizden dahi refahla çıkılmıştır.
Bu tablo, bütün zamanlar için bir derstir. Hikmetli ve adaletli bir ekonomi yönetimi, kaynakların doğru yönetimini de gerektirir.
Allah iktisadı emreder, israfı değil…
Allah muktesidlerin yardımcısıdır, müsriflerin değil…
O halde Allah’tan yardım isteyen ve bekleyen, eldeki imkânları hikmetle ve adaletle kullanmayı, kısaca iktisadı öğrenmelidir.
Yerinde, zamanında, kıvamında…