Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin batılı medya ortamında yapılan değerlendirmelerin nasıl okunması gerektiği üzerinde gösterilecek bir çaba batılı zihnin arkasında İslam ve özelde Türkiye'ye dair neler yattığnın ipuçlarını verdiğine değinmiştik. Bir medya okuması yapmak için bazı göstergelerin nasıl kullanıldığına dair yapılacak göstergebilimsel yaklaşım ufuk açıcı olabilirse de yeterli değil. Ancak yine de medya dilinin işaret ettiği izleri takip ederek zihniyet okuması yapılabilir, bağlamından koparmamak şartıyla ip uçları yakalanabilir.
İslam söz konusu olduğunda kadın simgesi ve bedeni üzerinden mesaj verilmesi hiç de yeni bir durum değil. Bu söylem hem oryantalist bakış açısının “doğu”yu feminenleştiren, edilgen ve dolayısıyla elde edilmesi gereken bir nesneye dönüştüren bakışın modern zamanlara uyarlanmış versiyonu. Bu bakış açısı, Çankaya'nın yeni sakinleri üzerinden İslam öne çıkarılarak Türkiye için yeniden üretildi. Alman Bild am Sonntag gazetesi Hayrünnisa Gül'ü dünyayı “kışkırtan” üç kadından biri arasında göstermiş: “Eşinin yanında Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne yerleşecek ilk koyu Müslüman. Dini inacına göre, türban olarak nitelenen başörtüsü bağlıyor ki, bu birçok kişi için adeta 'kırmızı kumaş' haline gelmiştir.” Burada kışkırtma ifadesinin yaptığı çağrışımın mahiyeti ve genelde medya ortamının kadın yaklaşımını ele vermesi özellikle not edilmeli.
Ancak başörtüsü vesile ederek kışkırtıcı sayılan, başörtüsünün temsil ettiği değerler olduğu kadar, bu değerlerin özelde Türkiye açısından ifade ettiği anlama yapılan bir vurgu olarak okumalı. Nitekim “Çankaya'ya ilk defa seccadenin girdiği” tezini işleyen bir yabancı yayın kuruluşunun ne demek istediğini kavramamış görünen eski Çankaya mukimlerinden biri babaannesinin nasıl namaz kıldığı, köşkte mevlüt okutulduğu gibi uygulamalara sığınarak bu tezi çürütmeye çalışmış. Gerçekten de döneme dair hatıratlarda aktarılan, köy yerlerinde bile Kur'an kurslarının, dini bilgilerin çocuklara yasaklandığı tek parti döneminde İnönü'nün kendi çocuklarına dini bilgiler öğretmek için köşke hoca getirtmesinin neden kışkırtıcı bulunmadığı (yoksa bulunmuş muydu) üzerinde düşünülmeli. Çankaya'nın yeni mukimlerinin dünya görüşleri, İslam, laikliklik gibi gündeme oturan konulara dair kişisel tavırlarından tamamen bağımsız olarak bu simgelerin batı dünyasında Türkiye'ye yüklenen anlamı okuma açısından yapı-çözücü/çözümleyici bir imkana/işleve dönüştüğü bir kez daha gözler önüne seriliyor. Masum bir ibadetin batılı zihinde nasıl kışkırtıcı çağrışımlara karşılık geldiği bu vesile ile ortaya çıkıyor.
Din-laiklik gibi siyaseti de ilgilendiren dini başlıklar bir tarafa Müslümanlar açısından evrensel bir uygulama olan minare gibi İslam mimarisinin yansımaları bile bir kışkırtma vesilesi olabiliyor. Kendisi de koyu bir Katolik olan İsviçreli akademisyen arkadaşım, Avrupalıların neden minareli cami inşaatına karşı çıktıklarını, “minare batılı zihinde, İslamın Avrupa'yı ele geçirmesi, zaferi olarak algılanyor” yani batılıları “kışkırtıyor.” Çözüm olarak minaresiz Avrupa şartlarına (göz zevkine) uygun cami mimarisinin geliştirilmesi gerektiğini peşinen eklemişti.
Tıpkı başörtüsünün modernize edilerek, daha az “kışkırtıcı” hale getirilmesini teklif etmek gibi. Yalnız burada sorun sadece dinin emri olan bir örtünün göz zevkine(!) hoş gelecek şekle sokulması değil, minare gibi daha şekille alakalı bir temsilde bile tahrik olan bakış açısına da yoğunlaşmalı... Benzer biçimde bizde de bazı kesimlerin kendi estetik algılaryla(!) örtüşmeyen ibadet ve sembolleri, Müslümanlığı da elden bırakmadan kışkırtıcı bulmaları daha tuhaf bir duruma işaret ediyor (geçen hafta Yeni şafak'ta Fatma K. Barbarosoğlu'nun moda ve örtü ilişkisine dair tespitlerini hatırlatmalıyım).
Ancak burada asıl kışkırtıcı olan kadının örtüsü üzerinden yapılan ima. Tıpkı, mevcut iktidarın görünür yüzünün bir kısmında İslami sembollere yer verirken kullandığı dil ve siyasetin aynı zamanda seküler bir din anlayışını gittikçe yaygınlaştırıcı, derinleştirici bir işleve görmesine rağmen, İslam'ın bu ülkede batılılar açısından hatırlattıkları karşısında “tahrik edici” bulmaları gibi... Her siyasi hayatında belli dönemler geçirmiş olabilir. Bir zamanlar solcu, anarşist bir eylemcinin takım elbise ile parlamentolarda yer alması çok sık rastlanan bir durum olmasına rağmen Türkiye için bu durum hayli kışkırtıcı olabiliyor... Eski-İslamcılığa yapılan vurgu bu anlamda, artık İslamcı olmadıkları konusunda bir kuşkuyu içermiyor. Eski İslamcı vurgusunu öne çıkararak yapılan bir kimlik okumasının anlamı tam da bu kışkırtıcılıkla ilişkilendirildiğinde anlaşılabilecek bir yaklaşım biçimini ele veriyor.
Baş örtüsünü kışkırtıcı bulup modernize edilmesini teklif edenlerle minareyi de kışkırtıcı bulup Avrupa'ya uygun hale getirilmesini isteyenlerin İslama bakışları aynı çizgide buluşmuyor mu?
Yeni Şafak Gazetesi