Kıskanç Diktatörün Şahsi Hesap ve Hevesleri

KENAN ALPAY

Türkiye’de siyasal kültürü Batıcı/seküler devlet sınıfları adına kontrol eden aydın-akademisyenlerin haki renge olan tutkusu hiç bitmiyor. Bir dönem siyaset ve toplumu terbiye etmek üzere askerin haki rengine bağlanan umutlar son dönemlerde PKK’lı gerillaların haki renkli kamuflajına sıkı sıkıya tutunmaya başladı. Askeri kollayan, müdahaleye teşvik ve davet eden bildirilerin etkisi kaybolalı PKK’yı kollayan, siyaseti ipotek altına almaya teşvik ve davet eden bildiriler daha bir trend yapar oldu.

Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’un eteğine tutunmuş Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi müstakbel aydınların Devrim Dergisi’nde ordu içindeki genç subaylar adına Baas türü bir askeri cunta kurup darbeye teşvik amaçlı bildiriler kaleme aldıklarızamanların üzerinden epey zaman geçti. Genç subaylar adına ama genç subayları haberdar etmeksizin aydınlar tarafından kaleme alınan bildiriler elbette epeyce evrim geçirmiştir diye zannedebilirsiniz. Lakin mantık ve hedef itibariyle bırakın evrim geçirmeyi hızlı bir gerileme hatta çöküş bile yaşandı.

Çözümleme Yok, Nefret Çok

Seküler aydınların neden evrim değil de hızlı bir gerileme yaşadığına dair “30 Aydın Bildirisi” olarak meşhur olan metnin mantığını çözümleyerek işe başlayabiliriz. Mesela şu vurguya bir bakalım: “…'çözüm süreci'nin, başlamasının da sonlandırılmasının da yegâne sebep ve dayanağının, İktidar partisini vesayeti altına almış bir kişinin şahsi hesap ve hevesleri olduğu anlaşılıyor…” 77 milyon inanın yaşadığı büyük bir ülkenin en kanlı ve kronik sorununa dair yapılandırılmak istenen bir siyasal sürecin başlamasını da bitmesine de bir kişinin şahsi hesap ve heveslerine bağlayabilen bireysel ve kolektif zekâ ve ahlak seviyesine selam durarak ilk adımı atalım. Madem Çözüm süreci bir kişinin şahsi hesap ve hevesleri üzerine kurulmuştu o zaman hiç olmasaydı da olurdu.

Çoğu pozitivist, seküler hatta Marksist geçmişe sahip, ekonomi ve sosyal bilimlerde uzman, siyaset ve hukukun işleyişini bilen mezkûr aydınların bildiride hemen hiçbir surette iktisadi-siyasi ilişkilere atıf yapmamış olmasının önemli bir sebebi olmalı. Aydınlar seküler formasyon ve perspektiflerini inkar mı ediyor yoksa başka faktörler bu perspektif ve formasyonlarının önüne mi geçiyor? Bilemeyiz ama aralarına aldıkları çoktan ıskartaya çıkmış birkaç siyaset esnafıylagüya yaklaşmakta olan bir iç savaşın önünü almaya girişmişler. Peki, nasıl bir iç savaş engelleme girişimi bu? Şöyle; PKK’nın alan hâkimiyeti sağlamak adınasiyaset ve topluma kast eden arkaik devrimci halk savaşı mantığıyla sergilediği ve bütün bir bölgeyi mayın tarlasına çeviren şiddet sarmalını basit bir tepkiden ibaretmiş gibi lanse ederek.

Sadece akıl ve mantık kurallarını değil hiçbir utanma sıkılma duygusunu da hesaba katmaksızın kaleme alındığı anlaşılan “30 Aydın Bildirisi”nin bir paragrafı da bakın nasıl başlıyor: “Dün, çatışmasız bir Türkiye'nin kendisine daha büyük güç ve iktidar getireceğini düşünen kişi, …” Hakikaten okuyanlara saç-baş yolduracak kadar düzeysiz, bütün bir topluma ahmak muamelesi yaparcasına saygısızca bir müstağniliği işaretleyen bir deklarasyon duruyor karşımızda.

Aydın Entrikaları

PKK-HDP sevgisi değil ama Erdoğan-Davutoğlu nefreti tavan yapmış bu söylem ve literatüre alkış ve hayranlık bildirmek üzere kimileri sıraya girmiş olsa da seküler aydınlar hızla itibar ve güvenlerini tüketmekteler. Sistematik tehdit ve saldırılar hatta sonu ölümle biten pusular karşısında dahi PKK-HDP’ye toz kondurmayıp sorumluluğu Erdoğan ve Davutoğlu’nun seçim fırsatçılığına bağlayan bu aydın(lanma) türü herhalde taşeronluk, tetikçilik ve manipülatörlükten başka bir pozisyona oturtulamaz.

Ne var ki; Çözüm sürecinin bitişini PKK’nın ideolojik ve örgütsel yapısından tamamen bağımsız kılma çabaları hiç hız kesmedi. Hatta Beşşar Esed rejiminin bütün bir bölgeyi ateşe vermek üzere ihraç ettiği terör sarmalına da hemen hiç atıf yapılmıyor. İran’ın hem Baas rejimi hem de PKK-PYD üzerinden hayata geçirdiği Sünnibölgeleri parçalama ve kuşatma stratejisinin somut tezahürlerine prim veren de yok nedense. AB ve ABD’nin seküler müttefik sıfatıyla parlatıp sarıldığı PKK-PYD’nin Büyük Kürdistan hevesini şahlandırmak üzere tertiplediği askeri-diplomatik tezgâhları da görünmez kıldıklarını zannettiler.

Geriye ne kaldı? Derin devlet tecrübesi sabit bir siyaset bilimci nezdinde bile bütün çıplaklığıyla şu ideolojik indirgemecilikten başka bir sonuca ulaşana aşk olsun: “Tırmanan şiddetin ve dökülen şehid kanının arkasında duran saray entrikaları” (Mümtaz’erTürköne, 4 Ağustos/Zaman)

7 Haziran seçimlerinin rövanşını alıyor, Demirtaş’ın yükselen popülaritesini kıskanıyor, PKK’yı kriminalize ediyor, HDP’yi marjinalleştirmenin peşinde vs. vs.” Ahh, ah şu kıskanç diktatörün şahsi heves ve hesaplarına bir gem vurulabilseydi ülkemizi ve bölgemizi ne çabuk cennete dönüştürecektik!