“Kişinin Namazından Nasibi, Düşünerek Kıldığı Kadardır”

Faruk Beşer yazısında, ibadetlerin birtakım dünyevi faydalar elde etmek için değil, Allah'a kulluk için yapıldığını vurguluyor, bununla birlikte ibadetlerin dünyaya bakan yönleri ve faydaları olduğunu da ifade ediyor.

Teravih ve Spor

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Bu iki kelimeyi eşleştirmenin yakışıksızlığını bile bile yaptım.

Sporun dindeki yerini anlamaya çalışıyorduk. Araya başka bir yazı girdi ama teravihler sporu bize tekrar hatırlattı.

İbadetler dünyevi faydaları için değil, Allah'a kulluk için yapılır. Bununla beraber her bir ibadetin dünyaya bakan yönleri ve faydaları da vardır. Allah abesle iştigal etmez, O Hakîm'dir, yani her yaptığı işte ve her verdiği hükümde hikmetler bulunur. Rahîm'dir, kullarına çok merhametlidir, onlar için zorluk istemez kolaylık ister. Bunları biz anlamasak da böyledir. Orucun asıl amacı kulun takvaya ulaşmasıdır ama onun sağlıkla, sosyal dayanışma ve toplumsal kaynaşma ile ilgili faydaları da vardır. Var olmasına vardır ama dünya cennete göre ne kadar küçük ve hesaba katılamaz ise orucun dünyevi faydaları da onun ahiretteki karşılığına göre o kadar küçüktür.

Namaz da böyledir, onun kılınmasındaki gaye de ibadettir, zikirdir, Allah'ı hatırlamadır, ubudiyettir. Ama onun da dünyaya bakan yönleri ve faydaları orucunkinden daha az değildir. Mesela namaz başlı başına bir sosyalleşme eylemidir, omuz omuza olmadır, kıyamdır ve aynı zamanda bedenimiz için müthiş bir eksersizdir. Biraz ileri yaşlarda artık eğilip kalkamayanlar, gerektiğinde dizlerinin üstüne on dakika oturamayanlar ya hiç namaz kılmadıkları için, ya da doğru dürüst kılmadıkları için böyledirler. Hatta camilerde arka saflarda sandalyede oturarak namaz kılanların çoğu da muhtemelen zamanından beri dosdoğru namaz kılmadıkları için bu haldedirler. Buna gerçekten mecbur olanlara ise elbette diyecek sözümüz yok. Ama namazın bu faydaları da onun uhrevi faydası yanında o kadar küçüktür ki, söylenmesi bile gereksiz bir kıyaslama yapma anlamına gelir. Güneş cep fenerinden hayırlıdır demek gibi olur.

Durum böyle olmakla beraber bizdeki teravihlerin çoğu Allah'a kulluktan ziyade neticede spor için kılınmış olur. Niyet böyle olmasa bile vakıa böyledir. İmam efendinin ne söylediği anlaşılamayacak, hatta ne söylediğini kendisi bile düşünemeyecek kadar hızlı bir şekilde kıldırdığı teravihler spordan başka bir işe yaramaz. Rasulüllah Efendimiz, ‘Kişinin namazından nasibi, düşünerek kıldığı kadardır.’ buyurur. Böyle namaz kılan birisine o üç kez; ‘Olmadı, kalk bir kez daha kıl.’ demiştir. Bilmiyorum, yine de Allah için namaz kılmaya gelmiş olma kılanlara belli bir puan kazandırır mı? Biz yine de böyle hüsnü zan edelim.

İftar yemeklerimiz sınırı aşınca sindirilmesi için böyle bir harekete ihtiyacımız oluyor. Teravihler de bu ihtiyacı giderme aracı oluyor ve bir bakıyorsunuz, farz namazları kılanlardan çok teravih kılanlar var. Bu durum elbette ibadetleri bile dünyevileştirmenin bir göstergesi.

Hamdolsun, bizim camimize bu sene tayin olan imam arkadaşımız adam gibi namaz kıldırıyor. Saate baktım, sadece teravih 35 dakika sürüyor. Yine de bazı noktalarda yetiştiremediğim kelimeler var. Bundan şöyle bir sonuç çıkardım: Demek ki, bu kadardan daha az zamanda kılınan teravihler namazdan çok spor olmuş olur. Ama saflara baktım, ilk günden sonra dörtte biri gitti. Gitsin, az da olsa kaliteli olanı daha iyi değil mi?

Yine hamdolsun ki, böyle güzel namaz kıldıran imamlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor. Bunda Diyanet'in dikkat çekmelerinin de payı var. Demek ki, bu uyarılar devam etmeli. ‘Hatırlatın, çünkü hatırlatma müminlere fayda verir.’.

Aşırı yemek yeme bidati sözde zikir meclislerinde de kendini gösterince bazıları kalkıp dans etme ihtiyacı duymuş ve adına da zikir ya da ‘Tevhit!’ denmiş. Vaktiyle Erzurum'da böyle bir 'Tevhit Gecesi'ne katılmış, yediğimiz o güzelim su böreklerini ve kıymalı pastırmalı yumurtayı ancak böyle sindirebilmiştik. Bunu garip karşılayanlar için de hemen bir hadis/söz uydurulmuş: “Yemeğinizi zikirle ve namazla eritin, yemeği yer yemez uyumayın yoksa kalbiniz katılaşır.”. Söz gediğine öyle güzel oturtulmuş ki, İbnü’l-Kayyim gibi bu konularda dikkatli birisi bile, ‘Bu söz sahih olmaya layıktır.’ diyebilmiş. Ama uydurma hadis uzmanları ittifaka yakın bir şekilde bunun mevzu/uydurma bir söz olduğunu söylemişler. O da zaten sahihtir dememiş.

Burada şu hatırlatmayı da yapalım; eğer uydurma hadisleri, sahih olanlardan ayırıp, uydurmaya uydurma, sahihe sahih demeyi bilemezsek birileri de bunları bahane ederek hadisleri/sünneti toptan inkâr ederler.Bir hadisin sahih olup olmadığı bizim keyfimize, ya da 'bizimkilerin' onu kullanmasına göre anlaşılmaz. İlgili kaynaklara bakılır ve hadis hakkında muhaddislerin/hadis uzmanlarının verdikleri hüküm öğrenilmiş olur. Bu konuda kahramanlık olmaz. Mesele bununla da bitmez, sahih bir hadisi şerif bağımsız bir kanun maddesi gibi tek başına değil, ilgili naslarla birlikte düşünülürse ancak doğru anlaşılmış olabilir. Bu da elbette ilmi ve uzmanlığı gerektirir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!