(İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.)*
Gücün değişimini tabiatta an be an izlemek ve gözlemlemek mümkündür değil mi? Günler döndürülüp durulur etrafımızda. Yaydıkça yayan rüzgarlarla birlikte güneş yakıcılığını yavaş yavaş yitirir. Güneye iyice yaklaşmış bir doğudan doğar ve yine batının en güney ucundan hemencecik ortadan kaybolmanın hesaplarını yapar. Zihin hazmedemeden ortadan kaybolur güneş. Bedenin ve aklın yırtılışı gerçekleşmeden kendini hissettirmeden çeker gider.
Unuturuz hepsini zamanla ve ağır ağır; kırlangıcın yuva yapma isteğini ve yuvasına çamur taşımasını, tırtılın kelebeğe dönüşmedeki azmini ve kararlığını, yeraltındaki karınca larvalarının baharı nasıl sabırla ve direnişle beklediklerini, karganın uzun ömrü boyunca nasıl bir istikrar abidesi olabildiğini, kaplumbağanın sert kabuğundaki metaneti umursamazlığı ve yola revan olmadaki yılmayışını unuturuz.
Acelemiz olur bizim unuturuz, işimiz gücümüz olur unuturuz. Taksitler kafamızı karıştırır unuturuz. Market market gezmekten yoruluruz unuturuz. Hergün ayrı bir zindanda kayboluruz unuturuz. Televizyon seyrederken unuturuz. İnternette gezerken unuturuz. Boş işlere dalanlarla birlikte biz de dalarız unuturuz. Kavramlarımız karışır unuturuz. Bunun arkası gelmez. Unutma başlamaya görsün bir unutma diğerine zemin hazırlar.
Yüce Rabbimizin güç ve kudretini; mahkumu olduğumuz modernleşme/şehirleşme, modern düşünme ve aynı zamanda, zorlama rasyonel düşünüşler geliştirme hevesimizden midir nedir unuttukça unutuyoruz. Bu rasyonel düşünüş ve peşinden gelen rasyonel davranma hali zamanla o hale geliyor ki değişimin gücüne inanır ve hatta tapar hale geliyoruz. Sebep sonuç ilişkileri, nedensellik bağları ve meftunu olunan komplo teorileri zamanla bizleri kendimizden kopartarak farkında olmadan bambaşka sahillerin limanlarına sürükleyebiliyor.
Bir merhumun dediği gibi zamanla bu halimiz putlaşıyor inancımız ve davamız da maalesef birer puta dönüşebiliyor. Teorideki olmazsa olmazlarımız pratikte “her türlü olur”a dönüşüp başıboşluğun ve hiçliğin kıskacında kimliksizleşebiliyor kişiliğimiz kirlenebiliyor.
Oysa daha en baştan ahlakın temeline konulan o ilkeyi “ görmedikleri halde rablerinden korkanlar” vurgusunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Ve zaaflarımızı birer birer tesbit etmemiz. Birbirimizi uyarmamız ve uyardığımızda uymamız. Bu bir paradoks değil. Görmediğimiz bir rab’den korkmamız isteniyor o kadar. Paradoksal olan hem Rab’den korktuğunu iddia edip hem de sürekli reform peşinde koşmaktır. İktidara odaklanmaktır belki de. Dini idealleştirmek yerine ideallerimizi dinin önüne geçirmektir. Saymayı bilenler için 1’in çağrıştırdığı şey bellidir. Zamanı geldiğinde dili ısırmakta bir erdemdir unutmamak lazım.
Bir kuyruğa takılıp kaybolmak, kendisi olamamak, kıyamete kadar sabun köpüğü galibiyetler üzerinden yarınlar devşirmek, yalancı umutların peşinden koşmak, yıkılmamayı matruşkalardan öğrenmek, ahlakçılık ve adaletçilik oynamak, kendi gerçeğini başkalarının boynuna asmayı istemek, bencillik ve daha nice savrulmalar.
Bu böyle gitmeyecek elbette. Artık kalkacağız ve uyaracağız. Üzerimize örtülmeye çalışılan yada bizim bilerek ve isteyerek örttüğümüz tüm örtülerden sıyrılarak uyaracağız. Görmediğimiz ve tüm kainatı var eden yüce rabbimizden korkarak en başta kişiliğimizi temizleyerek, temizlenme azmimizi göstererek uyaracağız. Gerçekler bizi korkutmayacak. Rabbimizi büyükleyerek uyaracağız.
Karanlıktan aydınlığa doğru koşarken bir mağaraya sığınacağız. Daldığımız uzun bir uykudan uyanacağız. Ölüm meleği sarmış olacak uzun uzadıya tüm bedenimizi. İç ürperten bir sesle fısıldayacak boruyla birlikte; Rabbin tüm günahlarını affedecek ama bir şartla!
Elbiseni (kişiliğini) temizlersen…
*Kızılderili atasözü