Selahaddin E. ÇAKIRGİL
’Kişi, noksanın bilmek gibi irfan olmaz..’
(…) / Geçen hafta, Viyana’da bazı kardeşler de, benzer konuları dile getirip; ’İnqılab’dan yüz mü çevirdiniz veya ümid mi kestiniz?’ diye soruyorlardı. Anladığım mânâda inqılabî çizgiden asla ayrılmadım ve ümidimi de kesmedim.. Ancak, inqılabî çizgiden anlaşılan nedir, o daha bir ayrı konu..
Bazıları da, ’böyle bir devlet yönetiminde şia mezhebinden olmayanların durumu nasıl olur ve onların bey’atleri ekseriyetin mezhebindeki gibi midir, istisnaları var mıdır?’ diye soruyordu.
*
14 Ekim günü de, Frankfurt Enternasyonal Kitab Fuarı’nda, İran standını, bölümünü ziyaret ederken, orada bir yayıncı ile sohbete daldım.. Biraz sohbet ettikten sonra, ’mezheb’imi sordu.
Kendimi muslim/ müslüman dışında isimlendirmeyi doğru bulmadığımı söyleyince, muhatabım, ’Evet, evet, doğru.. Aga-y’ı Khameneî (İnqılab Rehberi) de aynen sizin gibi düşünüyor ve bu yolda ilerliyor..’ dedi.. ’İnşaallah öyledir..’ diye temennimi ifade ettim.
Sonra.. Suriye Buhranı’na gelince, sohbet..
*
Evet, önceki yazının bu son paragraflarını tekrarladıktan sonra konuya devam edebiliriz..
*
Ancak, sıradan bir yayıncı olmayıp -kendince- İslamî dikkat sahibi olduğu anlaşılan muhatabım mezhebimi sorarken, ’Alevî misin?’ demekten de kendisini alamamıştı..
Bu, İran’lı şiî müslümanlardan bir çoğunda görülen bir yanlış..
Çünkü, onlar, ’alevî’ sözünün Ali’yi sevmek mânâsına geldiğini biliyorlar elbette.. Kezâ, ’şiî’ kelimesinin de tarafdar demek olduğunu, (şia-y’ı Ali/ Ali tarafdarı gibi) biliyorlar elbette.. Ama, şiî sıfatından ayrı olarak, ’alevî’ terimini bir de, kendilerinin, yani, 12 İmâm / İmamiye-i İsna- Aşeriyye/ Caferiyye veya Şia mezhebi dışında olanlar için özel bir isimlendirme olarak kullanıyorlar.
Böyle olunca da, ’alevî’ denilenlerden bazı grupların, kendilerinden farklı ve itiqaden yanlışlıklar ve hattâ, tarafdarlıkta ’gulûvv’ / taşkınlık ve sapkınlık içinde oldukları da anlatılmış oluyor.. Ama, bununla birlikte, o taife ile aralarında, Hubb-i Ali/ Muhabbet-i Ali, (Hz. Ali’ye muhabbet) açısından yine de bir müştereklik bulunduğunu düşünüyorlar.
Nitekim, son zamanlarda, İran medyasından stratejik değerlendirmeler yapan bazı yayınlarda Suriye’deki Beşşar Esed Hükûmeti’nin, ‘dowlet-i alevî /alevî hükûmeti’ olduğu vurgusu yapılırken, böylece, onunla kendileri arasındaki benzerlikleri kadar, uzaklıkları da işaretlenmiş oluyordu..
Bu açıdan, muhatabım da, İran ve İnqılab hakkında ilgi ve bilgileri olduğunu gördüklerinin önce, ‘alevî’ olmaları ihtimalini düşünüyor olmalı ki, ’Alevî misin?’ diye bir ortak bağ bulmaya çalışıyor gibiydi.. Ve bunu sorarken, Türkiye toplumu hakkındaki yaygın yanlış kanaatini, Türkiye’de alevî denilen kesimlerin çok büyük bir kesiminin İran’daki inqılab hareketine taa başından beri, kemalist-laik bir tepkiyle, çok uzak durduklarını bilmediğini de göstermiş oluyordu.. Kezâ, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’in -alevî veya şiî olmayan- diğer müslümanlarca da sevilip sayıldığı ve onlara düşmanlık beslemenin kabul edilemiyeceğinin bir inanç gereği gibi görüldüğü gerçeğinden de bir habersizlik sözkonusu idi..
Muhatabımın‚ ’Alevî misin?’ şeklindeki sorusuna, mezhebî mensubiyeti öğrenmek isteyenlere hemen daima yaptığım hatırlatmada olduğu gibi, ‘Ben müslümanım ve bunun dışında, İslam içindeki alt kimlik ve sınıflandırmaları yansıtmıyorum.. Gerçi, yanlış anlaşılmasın, hanefî-sünnî kültürüyle büyüdüm ve günlük ibadetlerimi de, -alışkanlıkla, kolayıma da geldiği için- genel olarak ona göre yerine getiriyorum..’ karşılığını verdim..
Muhatabım da, soruyu bu şekilde sormasının yanlışlığını zımnen kabul edercesine, ‘Evet, evet.. Doğru.. Aga-y’ı Khameneî (İnqılab Rehberi) de aynen sizin gibi düşünüyor ve bu yolda ilerliyor..’ dediğinde, ‘İnşaallah öyledir..’ şeklindeki temennimi dile getirdim..
Ancaaak, gerçek böyle miydi?
Özellikle de, ‘Suriye Buhranı’ karşısında takınılan ve -İran içindeki durumu, resmî çizgi dışında, çok yönlü konuşulamadığından tam olarak bilemesek de- hemen bütün dünyadaki müslüman toplumlar tarafından tam bir hayal kırıklığı ile izlenen ve İslam İnqılabı’nın temel düsturlarına ve yükselttiği değerlere kurşun sıkarcasına takib olunan ve İnqılab Rehberi tarafından belirlendiği bilinen ‘dış siyaset’, gerçekten de, bütün müslümanların birliğini, hayrını ve maslahatını mı gözetiyordu?
Muhatabım, epeyce zorlandı, ‘siyonist rejime karşı Direniş Cebhesi’nin zayıflatılmaması’ ve ‘Amerikan emperyalizminin planlarına âlet olunmaması’ gibi, bilinen bir takım tevil ve izahlara yöneldi, önce..
‘Direniş Cebhesi’ iddiası çoktaaan bir masala dönüşen, bütün gücünü, kendi halkının ezilmesinde, kendi ülkesinin şehirlerinin ve zenginliklerinin tahribinde kullanan bir yarım asırlık diktatörlük rejiminin, 1967 Haziranı’ndaki 6 Gün Savaşı’nda kendisine aid Golan Tepeleri’ni siyonist İsrail rejimine kaptırıp, o yerleri kurtarmak için bile, -1973 Savaşı’ndaki neticesiz kalan teşebbüsünden ayrı olarak- 45 senedir, ciddî hiç bir şey yapamamışken; şimdi, böylesine hunhar bir şekilde, Saddamvarî hareket etmesi beklenmiyen bir şey değildi.. Ama, şaşırtıcı olan, resmî medyada, zaman zaman, ‘Veli’yy-i Emr-i Muslimîyn-i Cihan’ Dünya Müslümanların Ul’ul Emri’ diye de anılan bir kimse tarafından belirlenen bir dışsiyasetin, böyle bir hunhar rejimi, böylesine desteklemesiydi..
Kaldı ki, Amerikan emperyalizmiyle aynı istikamette olunmaması gibi bir kayguyla da böyle davranıldığı kabul edilemezdi.. Çünkü, Amerikan emperyalizminin karşısında Rus emperyalizminin de hangi kazanımlar peşinde olduğu ve olacağı bir ayrı konu, ayrıca USA emperyalizminin, -Tûnus ve Mısır’da olduğu gibi- Suriye’de de, ‘halk kitleleri, İslamî eğilimli kadroları işbaşına getirecekse, Beşşar Esed rejimi kalsın..’ görüşüne ağırlık verdiği, ve Rus lideri Putin’in de geçen ay Tel-Aviv’de Netanyahu ile görüşürken, bu konuyu açıkça dile getirip, ‘Tûnus ve Mısır gibi, Suriye de İkhwan-ul’Muslimîyn hükûmetinin eline geçecekse, bugünkü durum korunmalıdır..’ dediği hatırlatılınca.. Muhatabım epeyce sıkıntılı bir duruma düştü.. Halbuki, niyetim, onu sıkıntılı duruma düşürmek değildi. Ama, o, ne yapıp edip, durumu kurtarmaya çalışıyor, ‘Veli’yy-i Emr-i Muslimiyn-i bu konuları benden elbette daha iyi düşünür..’ diyerek sözü taca atmaya çalışıyordu.. Ayrıca, ‘Allah’a, Resulüne ve sizden olan Emir sahiblerine itaat ediniz.’ meâlindeki âyeti de okuyor, Rehber’in siyasetine karşı çıkacak olursa, Resul’e ve de Allah’a karşı çıkmak gibi bir noktaya gelebileceği korkusunu yansıtıyordu, sözlerinde..