Kişi Noksanın Bilmek Gibi İrfan Olmaz!

’Velâyet-i Faqih’ anlayışındaki velayet’in, ana-babanın çocukları üzerindeki velayet hakkı gibi olduğunu belirtiyorlar; ’O faqihlere o yetkiyi kim verdi’ ve ’Bu çocuklar ne zaman rüşde yaşına gelecekler?’ diye soruyorlar;

Selahaddin E. ÇAKIRGİL

’Kişi Noksanın Bilmek Gibi Irfan Olmaz..’

Önceki yazımın sonunda, isimsiz bir okuyucu, yazdığı yorumda, ’Benim en çok üzüldüğüm nokta, bunca sene İİC’de kalmanıza rağmen‚ ’Velayet-i Fakih’ anlayışına bakış tarzınızın  olumsuz olması ve bu çizgiden ayrılmanızdır. Temennim (…) sizin (…) tekrardan bunu sorgulamasıdır..

Allah hepimize basiret ve feraset versin.’ diyordu.

Bu arkadaşın ve benzerlerinin basîret ve feraset temennisine can’u gönülden ’Âmin!’ diyorum.. Bu konunun kenarından o kadar kolayca teğet geçilemiyecek kadar derin olduğunu da hemen belirterek..

*

Bilmiyorum, bu okuyucu ve benzerleri ’Velâyet-i Faqih’ anlayışınden ne anlıyorlar?

İran’da, özellikle son 500 yıldır, İran’ın geçmiş yüzyıllarındakinden ve müslüman coğrafyasının genelinden farklı bir mezhebî eksen etrafında gelişen bir anlayış ve kültür atmosferi oluştu(ruldu)ğundan, bir çok konuda, hattâ kelimeler aynı olsa bile, kelimelere yüklenen farklı mânâlar dolayısiyle, diğer müslüman toplumlardan çok daha farklı şeyler anlaşılmaktadır..

Düşünelim ki, hattâ ilâhiyât tahsili yapmış, El’Ezher gibi nice ünlü eğitim merkezlerinde öğretim görmüş bazıları bile, ’âyetullah’ kelimesinin mânâsını, genelde bugünkü İran kültürü çerçevesinde oluşan ıstılahî mânâlar dışında anlamakta ve yanlışlara düşmekteler. Halbuki, micro-cosmos’daki zerrelerden, macro-cosmos’daki yıldızlara kadar mükevvenatta, var olan her şey, Kur’an’ın beyanıyla Allah’ın âyetleri, işaretleri  (Âyât-i ilahî) idi, âyetullah idi.. Bu açıdan bakıldığında, elbette ki, yaratıkların en üstünü, eşref-i mahluqât olarak nitelenen insanların da liyâkat göstermeleri halinde aynı şekilde isimlendirilmeleri mümkündü.

Ama, şia kültüründe, Âyetullah lafzının sadece Hz. Ali için kullanıldığı biliniyordu..

Ancak, -Osmanlı’da ve İran’da aynı dönemi içine alan ve her iki diyarda da, Meşrutiyet / Meşrute.. diye isimlendirilen ve miladî-1900-1910 arası zaman diliminde-, kendilerini münevver- rûşenfikr- aydın olarak niteleyen ve beyinlerini emperyalizmin emel ve hedeflerine uyarlamış kesimler İslam Ulemâsı aleyhinde ağır ve yıpratıcı psikolojik savaşlar vermeye, onları mürteci, gerici diye nitelemeye başlayınca; müslümanlar, bu saldırılara karşı bir savunma mekanizması olarak, âyetullah lafzını o dönemdeki ulemâ için de kullanmaya başlamıştı.. Yani, âyetullah teriminin bugün kullanıldığı şekliyle İran’daki geçmişi, yaklaşık bir asırlıktır ve konjonktüreldir..

Daha başka bir çok terimler de de, başka müslüman toplumlarda yer etmeyince, problemler oluşmakta.. Meselâ, nicelerimiz, ’İmam’  kelimesini İslamî ıstılahattaki, terminolojideki aslî mânâsıyla, İslam toplumunun lideri, önderi mânâsında anlamaktan uzak, çok dar mânâda, sadece ’namaz kıldıran hoca’ olarak anlamakta.. Bu da, bu konularda söylenenlerin/ yazılanların.yanlış anlaşılmasına vesile olmakta..

Ya da, bir başkaları da, İslam ümmetinin cihanşumûl lideri mânâsında bu terimi kullanmaya kalkıştığında, ortaya tartışmalar çıkmakta.. ’O sıfatı, kim belirledi, o sıfatı ona hangi yöntemle kim?’ verdi, gibi.. Bu vesileyle, yeri gelmişken, bir anekdot:

Eylûl-1978’de, İstanbul- Fatih’de, bir evde, dönemin İstanbul’unun bazı seçkin ulemâsı başta olmak üzere, diğer bazı isimlerle Mısır, Irak, Suriye, Suûdî Arabistan, Pakistan, Sûdan, Fas gibi müslüman coğrafyalarındaki İslamî hareketlerin seçkinlerinden veya onların yerli temsilcilerinden birçok insanın katıldığı bir özel toplantıda ortaya atılan görüş; ’İran’da, Şah rejiminin artık ayakta duramıyacağı anlaşılmıştır.. Ancaak, çetin bir problem de geliyor.. Çünkü,  Khomeynî,  âyetullah / molla / hoca / ahund / ruhanî gibi sıfatlarla değil, İmâm sıfatını kullanarak geliyor.. O’nun, İmâm sıfatını haiz olmak açısından, mezhebî farklılığının pek etkili olmayacağı da vurgulanıp, pek çok şartları haiz oldoğuna da değinilerek, bu sıfatla iktidara gelmesi halinde, o zaman, nicelerini cezbetmesi daha kolay ve karşı çıkılması da daha zor olur.. Öyleyse, derhal, büyük ekseriyeti oluşturan müslümanlar da, Khomeynî’nin İran’a hâkim olmasından önce cihanşumûl çapta bir İmâm belirlemeliler..’  şeklindeydi ve tabiatiyle ilginçti.. Ancak, kim ve nasıl belirlenecekti?

Yazının Devamı…

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye