Kısa bir tarihçe: Devlet ve deprem

D. Mehmed Doğan, devletin geçmişten bu yana depremler karşısındaki yeterliliğini analiz ediyor.

D. Mehmed Doğan / TYB

Cumhuriyet depremleri!

Maraş depremi, Türkiye’de iki zihniyetin kendini ifade etmesine zemin hazırladı. Bir taraf, ki büyük çoğunluk buradadır, deprem haberini alır almaz, siyasî hesap yapmadan, fiilen yardıma koşmak dahil her türlü destek için harekete geçti. Diğer taraf ise, depremi mevcut yönetime yıkarak siyasî rant elde etmek için enerjisini sarf etti. Bu kesim böylece bir bilgi saptırma (dezenformasyon) depremi meydana getirmek istedi. Bu vasatta geçmiş depremlerle ilgili bir bilgi birikimine sahip olunmamasının yıkıcı kesime nisbi bir alan açtığı görülebilmektedir.

Bugünü mahkûm etmeden yakın devir deprem hafızamızı tazelemekte yarar var. Cumhuriyet döneminde vuku bulan depremler ve buna karşı devlet/hükümet tepkisi üzerinden bugünkü durumu değerlendirmek hakşinaslık olacaktır.

Depremle ilgili hatırımda kalan bir kıssa/anektod, Cumhuriyet öncesine ait.

Meşhur 1894 İstanbul zelzelesi…Kurban bayramı, muayede salonunda tebrik merasimi icra edilecek. Sultan 2. Abdülhamid padişah, onun korkaklığı hakkında ideolojik merkez tarafından uydurulan yaygın bir literatür var. İşte tam da törenin başlangıcında İstanbul’da 7 şiddetinde olduğu tahmin edilen deprem vuku bulur. Salondakiler korku ve telaşla kaçışırlar. Bir tek yerinden kıpırdamayan Sultan Abdülhamid’dir. Hadisenin başka şahidleri de vardır, fakat biz Sir Henry Felix Woods, yani Woods Paşa’dan aktaralım. Malûm Woods Paşa, Osmanlı’nın deniz kuvvetleri müşaviri idi, vazifesi sona erdikten sonra da İstanbul’un işgal yılları dışında, Türkiye’den ayrılmamış, 1929’da İstanbul’da ölmüştür. Onun “Türkiye Anıları” kitabında bu sahne ayrıntılı olarak tasvir edilmektedir.

“Büyük avizeden daha önce bahsetmiştim. Gene bir bayram törenindeydik. Büyük avizenin aniden sallanmaya başladığını ve Münir Paşanın başına düşmek üzere olduğunu gördüm. Diğer avizeler de zangır zangır sallanıyordu. Bu bir deprem idi. Veziri Âzamla diğer nazırlar Padişah’ın önünden az önce geçmişlerdi. Ayağımın altındaki yerin sallandığını hissediyordum. Japonya’da ve Güney Amerika’da bulunduğum ve oradaki yer sarsıntılarını yakından gördüğüm için bu sarsıntının deprem olduğunu anladım. Sıvaların düş­mesi ve camların kırılması karşısında büyük bir paniğe kapılan sivil, asker herkes pencerelerden cami avlu­suna atlamaya çalışıyorlardı. Heyecanını gizleyen, iti­dalini kaybetmeyen bir tek kişi Abdülhamid idi. Yaşlı Hariciye Nazırı Said Paşa ile yanındaki birkaç kişi der­hal koşarak Padişah’ın ayaklarına kapanarak, daha sa­lim bir yere gitmesi için yalvarmaya başladılar. Abdülhamid, bunlara aldırış etmedi. Yerinden kalkarak. Yıldız Camisi Başimamını çağırarak milletin bu tehlikeyi zararsız atlatabilmesi için özel bir duada bulunmasını emretti. İmamın davudî bir sesle yaptığı duayı hiçbir zaman unutamayacağım, tüylerim diken diken olmuştu. Dua sona erdikten sonra Padişah törenin devamını emretmişti. Hiçbir şey olmamış gibi tebrik töreninin birinci ve ikinci safhaları yapıldı…” (sf. 301)

Osmanlı tarihinde Abdülhamid öncesinde 1509’dan beri bir hayli büyük deprem gelip geçmiş. Cumhuriyet’ten sonra ilk deprem, 1924 Erzurum (Hasankale) depremi…Bu deprem olduğunda Cumhurbaşkanı, yani Gazi Karadeniz gezisinde ve Trabzon’dadır. Oradan Erzurum’a gelir ve deprem bölgesini dolaşır. 6.9 şiddetindeki bu depremden sonra büyük deprem, gerçek bir büyük sarsıntı olan Erzincan depremidir. 7.8 şiddetindeki bu zelzele Erzincan şehrinin neredeyse ortadan kalkması ile neticelenmişti. Yaklaşık olarak 33 bin kişi bu depremde hayatını kaybetmişti. Tesadüf, bu depremin vuku bulduğu sırada zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü güneydoğu Anadolu gezisinde, Diyarbakır’da idi. O yüzden 27 aralıkta vuku bulan depremden 4 gün sonra, 31 aralıkta Erzincan’a gelmişti.

Bu iki depremin yaraları o zamanın şartlarında sarılmaya çalışılmıştır. Maddî imkânlar kıt olduğu için çok fazla şey de yapılamamıştır. Erzincan depremi için 2 milyon lira aktarılmış bunun 200 bin lirası, yani onda biri ile büyük bir heykel yapılmıştı. Rejim şairi Behçet Kemal Çağlar dahi buna isyan etmişti. Millet barakalarda zor şartlarda yaşarken heykele bu kadar para yatırmak da neyin nesi, diye.

Arada bazı büyük depremler olmakla beraber, 1999’a kadar gerçek bir büyük depremle karşı karşıya kalınmadığını söyleyebiliriz. Fakat Türkiye’nin bir deprem geçmişi ve gerçeği vardı. Bu bilinerek hareket edilmeli, gerekli tedbirler alınmalıydı.

Cumhuriyet’in 75. yılı geride bırakılmışken sarsıcı bir deprem!

1939’dan beri çok büyük deprem görmeyen Türkiye 1999 ağustosunda Adapazarı-İzmit bölgesinden sarsıldı. Gölcük, Yalova, hatta İstanbul’un bazı semtleri etkilendi, 18 bin kişi hayatını kaybetti. İlk Cumhuriyet dönemi hayli gerilerde kalmış, Cumhuriyet’in 75.yıldönümü bir sene önce büyük tantanalarla kutlanmıştı. Fakat depremden sonra görüldü ki, Devletin böyle bir felaket için ciddi bir hazırlığı yok! Öyle ki, merkezî hükümet bir süre bölge ile irtibat kuramamış, kurtarma ekipleri ve yardımlar bölgeye ulaştırılamamıştı...Adapazarı, Yalova ve Gölcük’te ilk üç gün tam bir başıboşluk ve belirsizlik yaşanmış, devletin varlığı tartışılır hale gelmişti... O zamanın gazeteleri (28 şubatta sonrası devletten ciddi destek almış olanlar dahil) devletin müdahaledeki yetersizliğini ortaya koymuşlardır.

17 Ağustosta saat 02.58’de meydana gelen deprem iletişim sistemini çökertti, telefonlar çalışmadı. Devlet haberleşmeyi telsizlerle yapmaya mecbur kaldı. Öyle ki, depremin merkez üssünü tesbitte bile güçlük çekildi. O zamanın bakanlarından Yaşar Okuyan Başbakanlığa depremden bir buçuk saat sonra geldiklerini söylüyor. Başbakanlıkta saat 4 buçukta, âcil durum merkezi kurulabiliyor. Milli Güvenlik Kurulu Kriz Merkezi saat 6’da çalışmaya başlıyor…En vahimi, depremden dönemin başbakanı Başbakan Bülent Ecevit haberdar edilmiyor… Cumhurbaşkanı ertesi sabah 07.30’dan itibaren bölgeyle bağlantı kurabiliyor. Başbakan Bülent Ecevit âfet bölgesindeki bakanlarına medya aracılığı ile haber ulaştırabiliyor…

1924 depremi için devlet açısından söylenecek fazla bir şey yok. Ülke on yıllık bir savaştan çıkmış, rejim değişmiş, Cumhuriyet kurulalı bir yıl olmuş. Fazla bir şey beklemek mümkün değil. 1939 Erzincan zelzelesi, Cumhuriyet’in 15. yılından bir yıl sonra, şartlar epeyce değişmiş olmalı. Fakat, 1939 aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği bir yıldır. Bu itibarla bu yıl devletin konumunda fazla bir değişiklik beklenmeyebilir.

1999 için ise aynı şeyler söylemek mümkün değildir. Cumhuriyet 76 yaşında, 1923 şartları çok geride kalmış. 1999 beceriksizliği, 28 Şubat müdahalesiyle bağlantılandırılabilir. Devlet’i tekrar bütünüyle ideolojik bir cihaz haline getirme denemesi sistemde yıkıma yol açmıştır. Bu sivil toplumun depreme müdahalesinde de görülmüştür. Birçok dernek, vakıf “irticai”lik iddiasıyla kapatılmış, kapatılmayanlar da baskı altına alınmıştır.

Devlet ve deprem: Afyon depremi örneği

2002 şubatında Afyon’da meydana gelen, 1999 depremine göre hafif sayılabilecek sarsıntıda dahi ciddi aksaklıklar olmuştur. Cumhurbaşkanı Necdet Sezer Afyonludur. Afyonlular nedense cumhurbaşkanından medet umarlar. Depremin akabinde “ulusça üzüldük mesaj” yayınlayan Sezer, ısrar üzerine 4 gün sonra Afyon’a gelir, fakat Afyonlular beklediklerini bulamazlar.

Kızılay bu depremde de dökülür. Deprem hafta sonuna rastlamıştır, tır şoförlerine bir türlü ulaşılamaz ve Ankara’dan üç saatlik mesafedeki deprem bölgesine acil yardım gönderilemez. Nihayet Ankara’dan çadır, battaniye, katalitik soba ve üç kamyon gıda gönderilir. (Maraş depremine sadece Ankara Üniversitesi 3 tır, 2 kamyon yardım malzemesi göndermiştir) Kızılay’ın çadırlarının çoğu yazlık çadırdır, vatandaş ısınamaz.

Cumhurbaşkanı Sezer, depremin merkez üssü Eber köyünde 10 dakika kalır. Hemşehrileri Afyon-Konya kara yolunu ulaşıma kapatarak Sezer’in makam aracının geçişine izin vermek istemezler. Polisin depremzedelere müdahalesi sert olur. Bir belde belediye başkanı Cumhurbaşkanı’nın önünde hüngür hüngür ağlar…1999’da depreminde bölgeyle günlerce irtibat kuramayan ve felaketten ders aldığını açıklayan devlet, 3 yıl sonra, o depremle kıyaslanamayacak küçük bir depremde yine enkaz altında kalır. 

Milliyet gazetesinin 8 şubat 2002 nüshasında haber “Bu da Sezer depremi” başlığı ile verilmiştir.

Afyon’un Deresenekli beldesindeki depremzedeler, önce ısrarla Cumhurbaşkanı Sezer’i çağırdı, sonra da kendilerini konvoyun önüne atıp, "Açız, bize yardım gönderilmiyor" diye isyan etti...

‘Sezer, tepkili depremzedelere, "Yarın Vali Bey beldenize gelip gerekeni yapacak" dedikten sonra Eber’e hareket etti. Olayların ardından 15 yardım kamyonunun Deresenek’e gönderildiği belirtilirken, Bolvadin’e geçen Sezer, halkın tepkisine ilişkin şunları söyledi: "Vatandaş, devletin getirdiği yardımdan çok mutlu. Sıkıntısı yok. Sadece ‘Hasar tespiti yapılmadı, kimse gelmedi’ dediler. Özellikle ‘Hiçbir televizyon adımızı geçirmedi’ dediler. ‘Lütfen gelir misiniz?’ dediler. Vaktimizin olmadığını söyledik, ısrar edilince köye uğradık."

Şerefine asfalt döktüler

Cumhurbaşkanı’nın Afyon’a gelişiyle şehirde büyük bir hareketlilik yaşandı. Sezer’in kullanacağı güzergâh, göstermelik yardım TIR’ları ve çadırlarla donatıldı. Sultandağı-Çay-Eber karayolu üzerine ve belde girişlerine adeta çadır yığıldı. Kızılay’a ait yardım TIR’ı da bu güzergâhta konuşlandırıldı. Depremden sonra helikopter pisti olan Sultandağı’ndaki futbol sahasıyla anayol arasındaki 100-150 metrelik çamur alan da dün acilen asfaltlandı. Afyon Valiliği, dün saat 06.00 sıralarında dozer, silindir, kamyon ve greyderlerle çamur alana asfalt döktürdü. Yarım saatlik çalışma sonucu, Sezer’in kullanacağı bu ara yol asfaltlandı.

2002’den 2023’e

Günümüz için şunu söyleyebiliriz: Bu süre içinde Devlet ilk defa tabiî âfetlere, depremlere hazırlıklı hale gelmiştir.

1999 depreminde devletin, hükümetin sınıfa kaldığından şüphe yoktur. 28 şubat müdahalesinden sonra zaten devlet tartışılır hale gelmişti. İşte böyle bir zamanda patlak veren zelzele, devletin en âciz kaldığı deprem olmuştur. Köklü yardım kurumlarından Kızılay gerekli müdahaleyi yapamamış, deprem bölgesine gönderdiği çadırların büyük bölümünün kullanılamaz durumda olduğu ortaya çıkmıştır. Basın, deprem İstanbul’a yakın bir bölgede olduğu için, devlet kurumlarından ve yetkililerden önce bölgeye ulaşmış, Basın yayın kurumları depremle ilgili bilgiler yanında, ihtiyaç duyulan malzemeler hususunda yetkililere yardımcı olmuştur.

Üçüncü gün Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün iki arama kurtarma ekibi, daha sonra da başka bazı kurumların arama-kurtarma ekipleri, bölgeye ulaşıyor. TÜPRAŞ Rafinerisinde yangın çıkıyor. Hükümet, milletlerarası camiadan, Kızılay, Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonundan yardım istiyor. Kurtarma faaliyetleri koordine edilemiyor, mahalli gönüllü gruplar ve askerî birlikler arama kurtarma faaliyetlerini yürütmeye çalışıyor. Bu depremde gönüllü bir kuruluş olan AKUT öne çıkıyor. Bu dernek yetiştirilmiş ekipleriyle, 150 gönüllüsü ile çalışarak 200’ün üzerinde insanın hayatını kurtarıyor.

1999 depreminde askerî birlikler EMASYA protokolüne göre, deprem bölgelerinde güvenlik ve kurtarma maksatlı müdahale ediyor. Fakat yeterince yetişmiş personel yok. Daha sonraki yıllarda askere geniş müdahale imkânı veren bu protokol iptal ediliyor, yetersiz kalan sivil savunma sistemi yerine Âfet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kuruluyor. Böylece 2009’da çıkarılan bir kanunla konuyla ilgili üst seviyede ve birinci derecede bir kuruma vücut veriliyor.

Bu yüzdendir ki, 2011 Van depreminden itibaren devlet müdahalesi konusunda ciddi bir değişiklik meydana geliyor, kısa sürede ve etkili müdahale yapılıyor. Deprem sonrasında, Devlet kısa zamanda adeta yeni bir şehir kuruyor, Van yeniden imar ediliyor, toplam olarak 25 bin mesken yapılıyor.

2020 Elâzığ depreminde de Devlet bütün imkânlarını seferber ediyor. AFAD, UMKE, Jandarma Arama Kurtarma ekipleri yanında Kızılay, İHH ve AKUT gibi sivil kurumlar sahada kendini gösteriyor. Cumhurbaşkanı ve bakanlar deprem bölgesine kısa sürede ulaşıyor ve depremzedelerle ilgileniyor. Jeneratörle ısınan çadırlar kuruluyor. Resmî ve sivil yardım kuruluşlarının sevk ettiği tırlar, kilometrelerce kuyruk oluşturuyor. Trenler halka açılıyor, vergi borçları siliniyor, depremzedelere kira ve yıkım yardımı yapılıyor. Bunlar daha önce örneği görülmemiş şeylerdir. İki hafta içinde kondukentler (konteyner kentler) kuruluyor, on bin konutluk uydu kent için harekete geçiliyor. Depremin üçüncü yılı dolayısıyla yapılan açıklamaya göre, Elazığ’da 44 bin 441 meskenin inşası tamamlanmıştır.

Devletin deprem konusunda nereden nereye geldiğini şu örnekler ortaya koyabilir:

Erzurum’un Oltu ilçesinde 1983 depreminde evleri yıkılan vatandaşlar için yaptırılan 66 bina hak sahiplerine ancak 2004 yılında, 19 yıl sonra teslim edilebilmiştir. 1966’da Muş’un Varto ilçesinde Devlet vatandaşa kalıcı konut sözü vermiş, 6 Cumhurbaşkanı, 30 hükümet, 13 başbakan geçmiş, Varto’ya verilen söz tutulamamış. Varto deprem evleri 40 yıl sonra, yani 2016 yılında teslim edilebiliyor. Aynı depremde Erzurum’un Hınıs ilçesinde evleri yıkılan vatandaşlar da evlerine 2009 yılında kavuşuyor. Tam 43 yıl sonra... 2 bin 384 kişinin öldüğü 1975 Diyarbakır-Lice ve Hani depreminin mağdurlarına evleri 31 yıl sonra teslim ediliyor…

Kısacası, Van depreminden itibaren olduğu gibi Devlet Maraş depremine müdahale konusunda hazırlıksız değildir. Kurum var, tecrübe var, ilk müdahale böylece bu teşkilat tarafından yapılıyor. Fakat deprem 11 vilayet ve 50 kazaya yaygın olduğundan ilk müdahale yetersiz kalıyor. Kısa sürede sivil kurumlar ve askerî birlikler de depreme müdahil oluyorlar. Yurt dışından çok sayıda kurtarma ekibi geliyor.

Elbette iki ağır depremi arka arkaya yaşadıktan sonra işler kolay olmayacaktır. Bu kadar yaygın ve yıkıcı depremlerle daha önce karşılaşılmamıştır. Buna rağmen yapılanları, hatalarına, kusurlarınla rağmen küçümsememek lâzımdır.

Her şeyden önce bir sistem kurulmuştur, devlet kurumları ve belediyeler yanında gönüllü kuruluşların sahaya intikali bugüne kadar görülmemiş bir kurtarma faaliyetini ortaya çıkarmıştır. Yurt dışından, bilhassa Türk dünyasından ve İslâm ülkelerinden gelen yardımları, destekleri de ihmal etmemek lâzımdır.

Bu hadise bir taraftan ma’şeri şuurun ayağa kalkmasına yol açmış, diğer taraftan kendini ülkenin değişmez kurtarıcısı (ve yöneticisi) olarak gören zihniyet bu zor zamanda solda sıfır olduklarını görerek milletin el ve gönül birliği hareketini tesirsiz hale getirmek için faaliyete geçmiştir. Bu zihniyet, memleketin idaresini kaybettikten sonra seçimle gelen bütün siyasî iktidarları esastan gayri meşru olarak görür. Cumhuriyeti gerçek manada ileri götüren seçilmiş iktidarların başarılarını yok sayar ve değersizleştirmeye çalışır. Bu defa da öyle olmuş, fakat millet vicdanında istedikleri tesiri uyandıramamışlardır.

Depremi yaşadık, sıra depremle yaşamakta

İşin mevzuat tarafına bakarsak, ilk deprem yönetmeliği 1940 yılında çıkarılmış, günümüze kadar 9 defa değişiklik yapılmış. 1998’de, yani Adapazarı-İzmit depreminden önce de değişiklik yapılmış. Sonuncu değişiklik 2018’dedir. Buradan şunu çıkarabiliriz: Yönetmelik yapmak kolay, zihniyet değiştirmek zor!

Kısacası, yazdık fakat yapmadık, yapamadık. Şimdi yapma zamanı. Bunun sırf mevzuat işi olmadığı, esasen ahlak işi olduğu bilinerek hareket edilmesi gerekiyor.

Tarihimizin belki de en büyük depremini yaşadık. Sıra bir türlü beceremediğimiz depremle yaşamayı başarmakta. Aslında bu hususta bir hayli adım atılmış durumda. En başta AFAD’ın teşkilatlanması köklü çözüm için başlangıç. Konuyla ilgili gönüllü kuruluşlarda da bir hayli artış var, bu yüzden 1999 depreminde olduğu gibi tek başına AKUT öne çıkamıyor. Kızılay 1999’daki gibi değil, bu kuruluşun bünyesine musallat olan masonik yapı saf dışı edilmiş, artık onlar da sahada.

Son yıllarda yaşanan Van, Elazığ, Malatya depremlerinden sonra buralarda binlerce, on binlerce mesken devlet tarafından inşa edildi. Bu yapılaşmalarda hem zemin dikkate alınıyor hem de deprem şartlarına uygun binalar yapılıyor. Bugüne kadar TOKİ’yi haklı sebeplerle çok eleştirdik, fakat bugün bu kurumun hakkını da teslim etmek gerekiyor. Bu büyük depremde yıkılan TOKİ binası yokmuş.

Deprem enkazı kaldırıldıktan sonra muazzam bir inşaat faaliyetine girişileceği anlaşılıyor. Maraş merkezli depremi unutmayacağız, fakat asıl deprem sonrası ortaya koyacağımız eserler unutulmaz olmalı. Bu inşaa faaliyetinin yeni şehir kurma konusunda güçlü bir hamleye vesile olmasını temenni ediyoruz.

Son büyük deprem, şehircilik konusundaki başarısızlığımızı bir daha yüzümüze çarptı. Maalesef yüz yıl boyunca gerçek yaşanılabilir bir şehircilik örneği ortaya koyamadık. Hem bugünün ihtiyaçlarına cevap veren hem de tabii âfetlerden asgari ölçüde etkilenen şehirler kurma fikrine sahip olmadığımız ortaya çıktı. Bu deprem bu anlamda bir fırsat olabilir.  

Kentsel dönüşüm değil, şehir ıslahı!

Depreme maruz kalan şehirlerimizin büyük tarihî mirası var. Sıfırdan şehir kurmayacağız, tarihî şehirleri ayağa kaldırarak onlarla bütünleşebilecek şehirler meydana getireceğiz. Bu yapılacak işi “kentsel dönüşüm” gibi ne idüğü belirsiz bir kavramla tarif edemeyiz. Yapacağımız iş “şehir ıslahı”dır. Şehirlerimizi tarihî ve tabiî yapısını koruyarak yenileştireceğiz.

1894 İstanbul zelzelesinin hasarını hafifleten, Osmanlı şehirciliğinin az katlı, bahçeli ve ahşap ağırlıklı evler üzerinden yürümesi olmuştur. Ayrıca böyle evler yıkıldığında yenilerinin yapılması da zor değildir. Sultan Abdülhamid’in depremden sonra Atina rasathanesi müdürüne bir deprem raporu hazırlattırması, ilk defa deprem yazar cihazları (sismograf) getirtmesi, sonraki depremler için tedbir alınmasının başlangıcıdır. Bugün de deprem konusunda eski durumda değiliz. Türkiye bu depremin yaralarını saracak maddi ve manevi gücü sahiptir. Yeter ki bozgunculara fırsat vermeyelim.

Yorum Analiz Haberleri

2024 senesinde coğrafyamızdaki siyasi olaylar
Birleşmiş Milletler neden yeni Suriye'de rol almamalı?
Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış
İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...