Ne de çok konu birikiyor böyle! Hani insanın ellerini beline koyup ülkeye, 'Hele bir dur, bir sakinleş bakayım' filan diyesi geliyor. İnsan yazar olunca yaşanan her gelişmeyi yazı koduyla zihnine indeksliyor. Cumhuriyet Gazetesi'nin reklamı misal. Bu gazetenin bir haber aparatından ziyade, içi boşalmış bir ideolojinin ulusalcılık makyajıyla Türk insanına yutturulmaya çalışılan bir muhalif siyasî platform olduğunun son kanıtı hakkında yazmak mümkündü. Başlığını da 'dublaj, montaj, suflör' filan koyarak mesela...
Eminim anladınız, hani onlar reklamında (ki o da arakmış!) kadına dublaj yapan 'göbeğini kaşıyan, bidon kafalı adam'ı kullandı ya. Ben de size, 'kimler kimlere dublaj yapar bu ülkede' merkezli sorular hazırlayacaktım. 'Kim kimin suflörüdür?' sorusunu sorarak... Hatırlarsınız canım Hasan Cemal'in bir dönemi anlattığı anılarını da yan yana koyup, kimin kimi gaza getirdiğini, konuşan paşalardan yola çıkarak. Medya ahlaksızlığının ağa babasının 28 Şubat sürecinde yaşandığını yine örneklemelerle hatırlatmak mümkündü... Yine '27 Mayıs'ı halk sevinçle karşıladı, darbe değil devrimdi' diyen Danıştay Başsavcısı'nın kime dublaj yaptığını, böylesi bir hukuk insanının nasıl objektif olabileceğini soracaktık. Öyle ya, bizzat hukuk insanı cunta âşığı olunca, bu ülkede korkmadan yaşamanın nasıl mümkün olabileceğini sorgulamak lazımdı... Baskı döneminin dublörlerinin, perforecilerinin yine sahne almasını, 'Birader ne ayak?' sorusuyla gündeme taşıyacaktık. Hani o dönemde manşetten düzmece rapor çakan alkoliklerin, alkolik yayın koordinatörlerinin, çakma Marksistlerin, sonradan yazarlığa dönen ezik yöneticilerin, taşra tüccarı patronların geçirdiği mutasyonu filan yazmak...
Ki ancak, geçen gün buram buram ulusalcılık bayraktarlığı yapan ve bunu 'Allah Allah bu benim için yeni bir şey' diyerek şaşkınlıkla karşılayan gazete yönetiminin, 'canın sıkılıyorsa çak bir Fethullah Gülen manşeti' geleneğine sarıldığını görünce, gündem değişti tabii..
Buyurun size matrak bir soru: Araçlar kırmızı ışık yandığı için mi dururlar, yoksa durdukları için mi kırmızı ışık yanar? Soruyu aklınızda tutup, şu haberi beraber okuyalım: "Gazeteci-yazar Murat Bardakçı, intihal yapan yazar ve akademisyenlerin 'Ben devrimciyim, Atatürkçüyüm. Yobazların önünü kesmeye çalışıyorum' yalanına sarıldıklarını söyledi. Bardakçı, bu tür 'hırsızlıkları' ortaya çıkardığı için kendisinin 'Atatürkçülüğe, laikliğe ve devrimlere set çekmekle' suçlandığını söyledi."
Keza önceki gün bir tıp profesörü açıklamalar yapıyor. Konu tıptaki son gelişmeler, ülkenin sağlık alanındaki son gelişimi, üniversitelerimizin tıp alanındaki uluslararası başarıları filan değil. Direkt başörtüsü, türban, imam hatip, ilahiyat filan... Din adamı değil, tıp adamı konuşmayı yapan, Türkiye Komünist Partisi'nin de adayı olmuş vaktiyle. Şöyle diyor: 'Türbana karşı kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz...' Aslında derdi türban filan da değil, hemen birkaç cümle sonra baklayı çok ıslatmadan çıkarıyor zaten, 'İHL'ler kapatılsın, ilahiyatlar iptal edilsin, yine örtünürlerse psikolojik tedaviye başlarız...' Asıl tedavi gerektiren zihniyet bu, ancak ülkemizde can teslim edilecek tıp adamı oluyorlar bir şekilde ya neyse...
Birahanede eylem yapan bombacıyı 'türban adına eylem' yaptırtanlar, başka olaylar ile Danıştay saldırısının bağlantısı gün gibi ortadayken, bomba seri numaraları, yakalanan silahlar, folyo döşeli evler filan varken durup, 'Gülen'e dokundu böyle oldu' geyiğine giriyorlar. Keza karanlık birtakım çevreler ile girdikleri zifafla elde edilen kurgulanmış belgeler ile yayıncılık yapmayı yazarlık sayanların gerçek yüzleri ortaya çıkınca aynı maval okunuyor. Mesele baştaki sorudur: Kırmızı ışık yandığı için mi dururuz, biz durduğumuz için mi ışık yanar?
Bu kadar çakal, çapaçul, kirli iş peşindeki insanlar, foyaları meydana çıkınca mı medyanın da hoşuna giden 'Gülen'e giydirme' taktiğini uygularlar yoksa Gülen'e düşmanlık edenlerin karakteristiği midir bu? Mevzu karmaşık, soru kazık mı geldi? Anladınız siz onu!
Zaman gazetesi