Bu cumhuriyet “tek adam ve tek parti” düzenine göre biçimlendirilmiş bir cumhuriyet.
“Tek adam ve tek parti” düzeni demek, diktatörlük demek.
On beş milyonluk köylü bir nüfusu yönetmek üzere şekillenen bir diktatörlüğün, yetmiş milyonluk bir sanayi toplumunu yönetmesi mümkün değildi.
Bu toplumun içindeki Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin, solcuların, emekçilerin, liberallerin taleplerini, bir diktatörlük düzeninin baskısıyla susturmaya çalışmak bu ülkeye çok pahalıya patladı.
Ama askerî ve hukuki baskılar artık sonuna geldi.
Bu halkın değişik istekleri var.
Bu insanları susturamazsınız.
Silah yetmez buna.
Hukuka aykırı “hukuki” uygulamalar yetmez.
Aklın ve mantığın gereği yerine getirilerek, “diktatörlük” olarak dizayn edilmiş bir cumhuriyetten “demokratik” bir cumhuriyete belli bir yumuşaklık ve esneklik içinde geçmeye “ordu, yargı” işbirliğiyle direnmek, sonunda bu değişimin “kırılmalarla” gerçekleşmesine yol açtı.
Şimdi sistem kırılarak değişiyor.
Ben bu yazıyı yazarken aralarında muvazzafların da bulunduğu çok sayıda general “darbecilik” suçundan poliste ifade veriyor.
İşte “kırılma” budur.
Aklı inkâr etmenin, mantığı küçümsemenin, şartların değiştiğini bir türlü algılamamanın sonucudur bu.
Üretimi, ihracatı, yeryüzüyle ilişkisi artmış, ekonomisi dünyanın on altıncı ekonomisi olmuş bir ülkeyi generallerle yargıçlar yönetemez, ne bilgileri yeter buna, ne zamanları yeter.
Toplumun içinden gelen tepki, toplumu baskı altında tutmaya çalışan gücü kırar sonunda.
Devleti yeniden biçimlendirir.
Siz bir devlet düşünün ki Kürt olanı, Cuma namazına gideni, cemevinde ayine katılanı, Marks’ı okuyanı kendi bünyesine kabul etmesin, kendisini, halkın bütününü oluşturan bütün bu kesimlerin dışında ve üstünde görsün.
Böyle bir devlet, kimin devleti olacak?
Kürdü, muhafazakârı, Aleviyi, solcuyu dışlayan bir devletle, bu halk kendini nasıl özdeşleştirecek, bu devleti nasıl kendi devleti olarak görecek?
Bu halkın neredeyse yarısının oyunu almış bir başbakanı, askerleri gece vakti “adi başbakan” diye bağırtarak aşağılamaya çalışan bir ordu, bu halkla uyum içinde olabilir mi?
Bu ordu, halkının ordusu olmayacaksa, o halkın saygısını ve sevgisini nasıl kazanacak?
Halkın saygısını kazanmayan bir ordu ve yargı, görevini nasıl sürdürecek?
Halkın sevgisini ve saygısını kaybedersen, o halka kendini kabul ettirebilmenin tek yolu baskı ve silah olur sonunda.
Kalkar, camileri patlatmak, kendi uçaklarını düşürmek, müzelerde çocukları öldürmek gibi canavarca planlar yapmak zorunda kalırsın.
Kaostan ve karmaşadan medet umarsın.
Kendi ülkesini karıştırmaya, kendi ülkesini kanlı bir karmaşaya sürüklemeye çalışan birilerini halk kendinden kabul eder mi?
Onları dost olarak görür mü?
Bütün bu anlamsız ve düşmanca planlar, bir “diktatörlüğü” sürdürebilmek, yanlış kurulmuş bir cumhuriyetin çağdaşlaşmasına izin vermemek için yapılmıştı.
Şimdi cumhuriyet değişiyor.
“Diktatörlük” dönemi bitiyor.
Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor.
Bu, halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi sona erdirme arzusunun hayata geçirilmesidir.
Türkiye’yi, bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak.
Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak, Alevilerin haklı istekleri kabul görecek, solculara düşmanlık edilmeyecek.
Ordunun ve yargının belirlediği “tek tip insanı” yaratma çabaları bitecek, insanlar ne olmak istiyorlarsa o olacaklar, ırklarına, dinlerine, inançlarına, fikirlerine, taleplerine müdahale edilmeyecek.
Demokratik bir cumhuriyet olacağız.
Yaşananlar, bu büyük kırılmanın ve değişimin sarsıntıları.
Hayatın değişimine çok sert bir şekilde direndikleri için, değişimin gerektirdiği değişimin kırılmaları da sert oluyor.
Bir zaman sonra herkes değişime alışacak, ülke normalleşecek, askerler asker, yargıçlar yargıç olacak, halkı bir “dikta” altında yaşatmaya kalkışılmayacak.
Muhteşem bir dönüşüm bu.
Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet şekilleniyor.
Halkının ezilmediği, horlanmadığı, öldürülmediği bir cumhuriyet olacak burası.
TARAF