CEREN KENAR, Seymour Hersh’in “Türkiye, Suriye’de Kimyasal Silah Kullandı” iddiasını yorumluyor:
Pulitzer'li yazardan şok iddia şeklinde düştü Seymour Hersh'ün London Review of Books dergisinde yayınlanan son yazısı Türkiye medyasına. Hersh, Suriye'de kimyasal silahların rejim tarafından değil aksine muhalifler tarafından kullanıldığını yine aynı dergide geçtiğimiz Aralık ayında kaleme aldığı bir yazıda dile getirmişti. Bu yazı epey tepki çekmiş, Birleşmiş Milletler ekibinin raporunda sunduğu verileri dikkate almadığı yönünde eleştirilmiş ve birçok başka kanıtla çürütülmüştü. Hersh, Aralık ayında dile getirdiği iddialara daha da sansasyonel bir boyut ekleyerek, kimyasal silah saldırısının Nusra cephesi tarafından, Türkiye istihbaratının planlaması ile düzenlendiğini iddia ediyor.
Peki bu iddia mümkün müdür?
Öncelikle verilerden hareket ederek, kimyasal silah saldırısı ile Rus istihbaratı (ki Rusya'nın Esad katliamlarının sponsorlarından olduğu notunu burada düşmek gereksiz sanırım) dışında tüm istihbarat raporları ve Birleşmiş Milletler ekibinin olay yeri incelemesi sonucunda ulaştığı bilgilerden neler öğrendiğimizi hatırlatalım.
21 Ağustos'ta Şam yakınlarında gerçekleşen kimyasal saldırıda muhaliflerin elinde olan 7 ila 12 arasında bölge hedeflendi. Saldırı rejimin kontrolü altında olan bir bölgeden yapıldı. Kimyasal silah kullanımından sonra, hedef alınan bölgelere bu sefer ağır konvansiyonel silahlarla saldırı yapıldı. (Kimyasal silah delillerini yok etmek amacıyla.) Kimyasal silahların, Suriye ordusu envanterinde olan Volkan füzeleri ile atıldığını yine aynı raporlardan öğreniyoruz.
Şimdi soru şu: Böylesi bir operasyonu kim yapabilir, hangi tarafın kapasitesi yetebilir? Dikkat çekerseniz "hangi taraf yapar, yapmayı tercih eder" değil buradaki soru. Veya "kim neden böylesi bir saldırıyı yapar" da değil. Hangi tarafın kapasitesi böylesi bir saldırıyı gerçekleştirmek için yeterlidir, ilk soru bu...
Aklı başında olan tüm gözlemcilerin bu soruya cevabı net. Öyle ki, Suriye rejiminin saldırıdan sonra kimyasal silahlarını teslim etmeyi kabul etmesi ve Rusya'nın bunu desteklemesi, kimyasal silah saldırısının failinin kim olduğu konusunda rejim tarafından da bir zımni kabul olduğunu gösteriyor.
Gelelim Hersh'ün iddialarına ve hikâyesindeki açıklara.
Hersh, kimyasal silahların Nusra cephesi tarafından üretildiğini, bu silahların Türkiye'den Şam'a ulaştırıldığını ve Nusra cephesi tarafından kullanıldığını iddia ediyor. Kanıt olarak ise ismini açıklamadığı emekli bir Amerikan istihbarat görevlisinin kendine söylediklerini gösteriyor. İsim yok. Bu kişinin ifadeleri dışında bir kanıt da yok...
Türkiye'den yüzlerce litre kimyasal silah Şam'da rejimin kontrolü altındaki bölgelere götürülecek. Suriye ordusu envanterindeki 12 tane Volkan füzesi kusursuz bir şekilde, yine Türkiye tarafından üretilecek ve rejim kontrolündeki bölgelere ulaştırılacak. Bu füzelerin boyutunun iki metre olduğunu da not düşmek lazım. Rejim kontrolü altındaki bölgeden saldırı düzenlenecek. Saldırının hemen akabinde saldırıya hedef olan bölgeler ağır silahlarla vurulacak. Bu sırada ne rejim, ne de başka bir istihbarat örgütü bu kusursuz planı fark etmeyecek. Ve bunların hepsini Türkiye istihbaratı yapacak.... Hani Hakan Fidan ve Ahmet Davutoğlu'nun üst düzey Suriye toplantısının bile sızdırılmasını engelleyemeyen istihbarat. Suriye'ye göndermeye çalıştığı TIR'ların başka bir devlet kurumu tarafından durdurulduğu istihbarat...
Normalde kanıt olmadan (ki yok), böylesi bir iddia dile getirilse deli saçması denilip geçilir. Ki dün Hersh'ün makalesinin çıkmasından sonra Suriye meselesi üzerine aktif çalışan Batılı ve Arap gazetecilerin de tavrı buydu. Ancak Başbakan Erdoğan'ı meşru ve siyasi yollarla yenmeyi başaramayan çevreler elbette bu iddialara kanıt olmamasına rağmen mutlak doğru muamelesi yapmayı tercih etti. Hersh'ün makalesindeki iddiaları savunacak kanıtları (ve bu konuda bilgileri de olmadığı için) iddiayı savunmak için “ama Hersh Pulitzer ödüllü, saygın bir gazeteci” argümanı dışında bir söylem de üretemedi.
Evet, Hersh Pulitzer'li ve geçmişte çok mühim çalışmalar yapmış bir gazeteci. Ancak Pulitzer ödüllü olmak, hayat boyu doğru haberler yapacağınız garantisi de vermiyor. Örneğin New York Times gazetesi yazarı Thomas Friedman'ın da üç Pulitzer'i var ve bu Pulitzer'ler Irak müdahalesi zamanında yazdığı yalanların doğru olmasını sağlamıyordu.
Ki Hersh'ün ilk şaibeli haberi de bu değil. Amerika'nın Üsame bin Ladin'i öldürdüğü operasyonun “kocaman bir yalan” olduğunu iddia eden de kendisiydi. Veya Lübnan'daki Fatah örgütünün Hariri ve Amerika tarafından fonlandığı iddiasının yanlış çıktığı, aksine bu örgütün Suriye muhaberatı tarafından desteklendiğinin kanıtlandığını da not düşmek lazım... Suriye muhaberatı demişken, Hersh'ün en önemli kaynaklarından birinin Suriye muhaberatı tarafından Lübnan'da saldırı organize etmekten tutuklanmış Michel Samaha olduğunu da hatırlatmak lazım. Dört sene önce son derece emin bir şekilde “kanıtlarla” dile getirdiği Amerika'nın İran'ı işgal edeceği öngörüsünün de gerçekleşmediğini söylemek lazım. Örnekler çoğaltılabilir.
Peki bu haber neden çıktı? Amerika'nın Türkiye üzerinde bir komplosu mu bu?
Hersh ne Beyaz Saray'a, ne Amerikan Dışişlerine, ne de CIA'ye yakın bir gazeteci. Amerika Türkiye'ye Hersh üzerinden bir mesaj gönderiyor yorumu zorlama. Zaten Amerikan Dışişleri son makalesine de jet hızında bir yalanlama gönderdi.
Yani ya yaşlı bir gazetecinin ezber bozma ihtirası ile karşı karşıyayız, ya da bir algı operasyonu ile. Ancak naçizane tavsiyem, bu algı operasyonunda Amerika dışındaki istihbarat örgütlerinin rol oynamış olabileceğini gözden kaçırmamak. Olağan şüpheli arıyorsanız, Suriye ve Rusya'ya bakın derim.
TÜRKİYE GAZETESİ