Bir kişi düşünün ki hayatında dişlerini hiç fırçalamamış. Eninde sonunda bu şahsın yolu dişçiye düşecek; çünkü tabiatın gereği odur ki hiçbir nesne sürekli kirli kalamaz.
Dişçiye gitmesi zaruri hale gelen mühmel bir kişinin yapacağı ilk iş nedir biliyor musunuz? Aynanın karşısına geçip saatlerce dişlerini fırçalamak; hırsla, panikle, telaşla... Yılların sararttığı, çürüttüğü dişler, yoğun bir fırçalama ile aslî beyazlığına dönebilir mi? Tabii ki hayır. Ancak emrihak vaki olmuş, yılların ihmali artık dayanılmaz bir hal almıştır.
Medyada yer alan Ergenekon tepkilerinden bir kısmı aynen buna benziyor. Yıllardır 'Yahu bu diş çok çürüdü, koktu, kokuştu' deme zahmetinde bulunmayanlar, ayna karşısında dehşete düşmüş durumda. Devletin millet adına emaneten verdiği kimliği kötüye kullananlar (ya da böyle bir suistimali mubah görenler) şu an büyük bir telaş yaşıyor. Vaktiyle özgürlük ve şeffaflık ilkelerini dillerinden düşürmeyenler, şimdilerde lafı eğiyor, büküyor ve sözü 'Çetenin üzerine gitmeyin' demeye getiriyor.
Bazı meslektaşlarımızın ekran karşısına kurulup 'Polis 10. dalgadaki suikast planlarını fazlaca ciddiye almış' diyerek meseleyi ti'ye alması karşısında, eminim, kamuoyu 'Bu kadarına da pes!' demiştir. Pes dedirtecek kadar durum ciddidir çünkü. Düşünün, adamlar Sivas'ta bir Ermeni dinî lideri, ardından İstanbul'da Ermeni Patriği'ni öldürecek; onunla da yetinmeyip Alevî camianın yakından tanıdığı iki kişinin canına kıyacak. Tam bu plan devreye sokulacağı anda polis devreye giriyor ve adamları kıskıvrak yakalıyor. Kocaman bir alkış lazım değil mi? Öyle olmuyor. Medyanın bir bölümü 'Ne var bunda canım, bu işi çok ciddiye almayın' havasında yayın yapıyor. Bununla da yetinmiyor birileri. Soruşturmayı yürüten polisleri, savcıları karalama yoluna gidiyorlar. Sanki halk, yaşananları görmüyor, duymuyor, bilmiyor...
Ergenekon davasını sulandırmanın elli çeşit yolu varsa, bazıları elli birinci yolu bulmak için çırpınıp duruyor. Son taktik şöyle: 'Ergenekon davasında herkes gözaltına alınacak. Eski Genelkurmay başkanları, eski başbakanlar, hatta eski cumhurbaşkanları...' listeyi uzatıyor ki; korku tüneli kısalsın. Peki, bu bilgiler doğru mu? Şu aşamada bunu bilmek (en azından gazeteciler için) imkânsız; ancak bu propaganda ile bazı kişi ve kuruluşların Ergenekon örgütünün cephesine çekilmeye çalışıldığı ortada. Bu taktik tutar mı? Tabii ki hayır. Her fert ve kurum şunu söylemek zorunda: 'Ucu nereye dayanırsa dayansın ülkede kaos çıkarmak için silahlı, bombalı eylem yapan ve planlayanlar kanun karşısında hesap vermek zorunda'.
Çürük elmaları ayıklamak kurumlara itibar kazandırır
Dünkü Zaman Pazar'da yer alan röportajda Mustafa Koç, çok doğru bir tespitte bulunuyordu: 'Ergenekon bombaları çok düşündürücü'. Ergenekon'u 'bombalardan önce, bombalardan sonra' diye ikiye ayırsak bile, kazılardan çıkarılan mühimmatı dahi meşru gören bir zihniyeti ve onların medyadaki çöreklenme halini görmezden gelemeyiz. İşin ürkütücü yanı budur!
'Bu açmazdan nasıl kurtulurum?' telaşı içinde olan marjinal bir kitle, nasıl bir strateji izleyeceğine bir türlü karar veremiyor. Kâh işi sadece Tuncay Güney ve İbrahim Şahin'e indirgeyip, arka plandaki gücü gizlemek istiyor; kâh Türk Silahlı Kuvvetleri'ni tahrik ederek olayın hukuk dışına çıkarılması için ima ve kışkırtmalarda bulunuyor. Oysaki TSK, kanunlara saygı konusunda Ergenekon yandaşı medyanın çok daha ilerisinde. Tabii ki askerimiz yıpratılmamalı, polisimiz yıpratılmamalı, yargımız yıpratılmamalı, siyasetimiz yıpratılmamalı; ancak görevini kötüye kullananlar da hesap vermeli. Hukukî sürecin işlemesi, çürük elmaların tek tek ayıklanması, en çok orduya ve emniyete itibar kazandıracaktır.
Peki ya medya? Kraldan çok kralcıların her türlü illüzyona başvurduğu medya dünyası, her alana kök salmış derin bir çetenin ortaya çıkarılmasından niçin bu kadar rahatsız oluyor? Kamuoyunda yaygın bir şekilde oluşan imaj o ki medya (bilerek, bilmeyerek ya da isteyerek, istemeyerek) birtakım ilişkiler içine girmiş. Şimdi ortaya çıkan hukukî süreç bazılarının onlarca yıl sonra dişçiye gitmek zorunda kalması gibi bir şey. Saatlerce diş fırçalamak için olağanüstü bir çaba sarf etmek yetmez. Temelden ve yeniden temiz ilişkiler kurulması gerekiyor. Belki de Ergenekon soruşturması böyle bir hayra sebep olur. İşte o zaman, medya bu karmaşık süreçten alnının akıyla çıkabilir...
Bu haberleri seyret, sonra da üzülme
Geçen hafta bazı televizyonların fazlaca partizan yayın yaptığını, bu durumun TV haberciliğini bitirdiğini anlatmış, 'Dost acı söyler' demiştik. Gönülden söylüyorum; maksadım kimseyi kırmak değil. Çünkü sorumluluk bilinciyle yapılmayan yayınlar sadece bahsi geçen televizyonların değil; gazeteciliğin itibarını sarsıyor. Geçen hafta "Sadece bir akşam ana haber bültenini seyreden bir fert, haksız yayıncılığı görecektir." demiştim. Buyurun sadece bir kanalda, sadece bir ana haber bülteni:
1) CHP İstanbul belediye başkan adayı Kılıçdaroğlu için müthiş bir şov yapılıyor ekranda. CHP'nin tanıtım toplantısı ballandıra ballandıra anlatılıyor ve ünlü ankırmen şöyle buyuruyor: 'Hayırlı olsun, inşallah kazanıcanız.' Başka lafa hacet var mı?
2) CHP'nin şovundan sonra bir muhabire (kendi yayın grubunun haber ajansına çalışan bir muhabire) bağlanılıyor. O gün açıklanan AK Parti Diyarbakır belediye başkan adayı üzerine haber yapılıyor. Haber boyunca ne bir resim ne de bir görüntü kullanılıyor. Oysa AK Parti adayı halen milletvekili; yani görüntüsü de bulunabilir, resmi de...
3) Sıra Ergenekon haberine geliyor. Hâkim kararıyla suikast timleri gözaltına alınmış; ama haberde tam bir ART şovu yapılıyor. Malum ART'nin gizli sahibi olarak bilinen Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek de gözaltına alınmış. Ancak suçlamalardan daha çok, 'ART'nin mağduriyeti' uzun uzun anlatılıyor.
4) Genelkurmay'ın olağan brifingine yer veriliyor. Benzer haberleri kendi gazetelerinin de yaptığı bir kenara itilerek, özellikle bir gazeteye bol bol göndermeler yapılıyor. İşi bilen biri 'Tam bir ispiyon haberi' demekten kendini alamaz.
5) Tutuksuz yargılanmasına karar verilen Yalçın Küçük, sahneye çıkıyor. İyi, güzel de Küçük ne anlatırsa anlatsın ekrandaki alt yazı hep aynı: 'Sadece polis vardı.' Seyirci şunu bilmiyor mu: 'Küçük, hâkim kararıyla gözaltına alındı, savcı sorguladı, mahkemece tutuklandı, sonra mahkeme tutuksuz yargılanmasına karar verdi.'
6) Sıra Perinçek'in savunma haberine geliyor. Efendim Perinçek bayrakları görmüş de, çok duygulanmış da, ağlamış da falan filan. Pardon. Bahsi geçen kişi tabii ki hüküm giymiş bir insan değil; o yüzden de suçlu ilan edilemez; ancak hakkındaki ağır suçlamalar, hatta onun TSK hakkında külhanbeyi ağzıyla yaptığı suçlamalar ortadayken bu kadar dramatik Ergenekon haberi vermek, kuşkulara da yol açmıyor mu?
7) En feci haber de bu! '70 milyonu Ergenekon korkusu sardı' diyorlar. CHP milletvekilleriyle dar alanda kısa paslaşmalar, bu tezi ispat etmek için. Araya bir AK Partili milletvekili de koymuşlar. Vekil 'korkmuyorum' diyor ama haber şöyle devam ediyor: 'Korkmuyorum dese de sesinde korku gizli'. Seyirci demeyecek mi, 'Be kardeşim, insan gerçekle bu kadar da oynamaz ki!
8) Sırada fasulyeden (!) bir haber var. AKP Milletvekili Ülkü Güney'in kuru fasulye lokantası varmış da, Köksal Toptan da Cemil Çiçek de oradaymış da... Sanırsınız gizli bir toplantı yapılmış Ankara'da. Haber bülteninin başından beri gizli buluşma gibi anonslarla merak uyandırılıyor. O da ne? Çıkanlar arasında Taha Akyol da var. Neyse ki yılların televizyoncusu devreye giriyor ve 'Gizli bir toplantı değil; Taha Bey de oradaymış' diyor...
9) 367 tartışmalarının göbeğindeki isim Sabih Bey, bir yere eğlenmeye gitmiş. Neredeyse beş dakika bu habere yer veriyor kanal. Güzel de olay yine Ergenekon'a kayıyor, polisin el koyduğu CD'lerden yola çıkılıyor ve haber dramatik bir havaya bürünüyor. Taktik aynı 'her yol Ergenekon'a çıkar'.
50 dakikalık ana haber bülteninin neredeyse 45 dakikası CHP'yi kutsama, Ergenekon'u aklama. Sadece bir haber bültenine bu kadar tuhaf haber sıkıştırılırsa vatandaşın zekâsıyla alay ediliyor demektir. Daha önceki seçimlerde de bu tür yollara başvuruldu. Sonuç ortada. Millet, kendi iradesine hoyratça müdahale edilmesini istemiyor. Lütfen anlayın artık. Buraya herhangi bir günden derlenmiş bir çetele çıkarmak hoş bir durum olmasa gerek. Yazık!.. TV haberciliği eriyor; aslında gazetecilik saygınlığını büsbütün yitiriyor. Buna dur demek hepimizin görevi. Umarım her hafta buraya bir haber bülteni listesi yazmak zorunda kalmayız.
ZAMAN