Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Uğultu
İnsanların birbirini anlaması, buna bir yol bulabilmesi giderek zorlaşıyor. Bütün konuşmalar bir sağırlar diyaloğu şeklinde gelişmeye başladı. İnsanların çoğu kendi sesinin sarhoşu olduğu için bu iletişimsiz konuş-kanlığın farkında olan da pek yok. Sürekli konuşuluyor ama bu konuş-maların sonunda, büyük kısmı dolaşımdaki ezberlerden devşirilen aynı basmakalıp sözlerle dönüyor evine insanlar.
En başta dinlemek üzere değil kendini dinletmek üzere başlatılan konuşmaların başka sözlerden alabileceği, almak isteyeceği bir şey olmuyor. Anlama dayalı bir alışveriş yok, kişiler her sözü kendi toplama argümanlarının tetikleyicisi olarak kullanmak derdinde sadece… Sürekli birbiriyle tokuşan, çarpışan, sürtüşen, itişip kakışan ama birbirine geçişkenliği olmayan lafazanlıkların konuşma balonları dolaşıyor mütemadiyen tepemizde.
Kullanışlı sözler, harareti yüksek laf kalıpları, balyoz etkisi olduğuna inanılan tahrip gücü yüksek iddialar, doğrulanmamış ve sağlamasını yapmaya ihtiyaç duyulmamış afaki tezler, üfürükten argümanlar, afaki komplo lakırdıları… Bütün bunlar serbestçe dolaşıyor atmosferimizde ve gittikçe güçten düşen gerçek fikirleri boğuyor bu kirlilik.
Bir yere kadar soğukkanlı kalabilsek bile bir yerden sonra hepimiz bir ucundan bulaşıyoruz bu kakafoniye. Sırf üste çıkabilmek için, ortadaki yangını bahane ederek en ucuz laflara, en seviyesiz polemiklere, en doldur boşalt taktiklere, en agresif laf sokmalara, hatta hakaretleşmelere meylederken yakaladığımız oluyor kendimizi.
Ne zaman söz dilimizden parmak uçlarımıza inmeye başladı, selim aklımızdan da uzaklaştı bir o kadar. Buna tedbir almadık, alamadık. Şimdi içinden çıkabileceğimize inancımızın kalmadığı bir anaforda çaresizce dönüp duruyoruz. Zihinlerimizde kaygı verici çözülmeler yaşamaya başladık. Rahatsızız, işin içine kötülük girdiğini, bize yakışmayan birtakım eğilimlere prim verir hale geldiğimizi hissediyor ama bir anlık tereddüdün ardından yeniden bırakıyoruz kendimizi bu çürüten döngünün içine.
Kimimiz de sırf bu hallere düşmemek için vaktinin büyük kısmı için fuzuliyatla meşguliyeti seçti. İnsana ve hayata katkısı olmayan bir yığın boş mesele, her tür ilgi hovardalığı, bir çok trend güdümü meşgale gerçek meselelerin yerine geçer oldu. Boş ilgiler hayatın içinde mevzi kazandı, kendi alışkanlıklarını, pratiklerini, merasimlerini geliştirdi. Hayat, ilgi, merak, söz, vakit israf edilir oldu.
Bunları dışarıdan bakarak değil, içeriden bakarak yazıyorum. Hepimizi çevreleyen hayat üç aşağı beş yukarı böyle bir şey artık. Hiçbirimiz tamamen dışına çıkamıyoruz, tamamen yakamızı kurtaramıyoruz bu vakumdan. Hakkını vererek konuşabildiğimiz hiçbir meselemiz, anlamayı, öğrenmeyi dileyerek, buna azmederek yürüttüğümüz hiçbir münazaramız kalmadı sanki. Kütüphaneler devirmişlerimizin dahi gündemini medya ve sosyal medya belirliyor. Oranın gündemini kim belirliyor, mesele artık oraya da gelmiyor.
Bu şekilde bir yere varamayacağımız aşikâr… Her yeni kuşak, taşıdığı büyük zihinsel potansiyele karşılık yaşadığı topraklara ve o topraklarda yeşeren kadim değerlere ilgisi zayıflayarak yetişiyor. Ya hiç ilgilenmiyorlar bu meselelerle ya da zaten bildiklerini varsayıp yüzeyinden temasla geçiyorlar. Modernlikle ilgili direnç noktalarımız belirsizleşiyor hızla, bir kısmını giderecek zamane teçhizatını da biz kendi elimizle geliştirip güçlendiriyoruz hatta. Gelinen noktada, şu kamaşan zihinlerimizle, neyin bizi biz yaptığını, neyin bizi bizlikten çıkardığını ayırt etmemiz oldukça güç artık!
Gazze’deki insanlar her gün düşmanıyla yüz yüze geliyor. Onlar için haddimiz olmadan üzülüyoruz. Üzülmemiz de mutlaka gerekir ama sinsice her yanımızı saran derin idraksizlikle de yüzleştirmeli bu bizi. Kötüleri, kötülükleri besleyen ve bizi sürekli zayıf düşüren asıl düşmanımız orada bir yerde çünkü!