Taksim eşkıya kalkışması, neden olduğu ölümlere, maddi kayıplara, dış güçler tarafından kullanılmasına bakılmaksızın entelektüel, felsefi düzeyde olumlanmak isteniyor.
Örneğin şöylesi savlar ileri sürülüyor: 'Taksim kimlik siyasetinin ötesine geçti. Bugüne kadar eşcinsel, içki düşkünü, esrar tutkunu… 'beni tanı' siyaseti izlerken artık bundan vaz geçip 'bana karışma' dedi. Kültürel kimlik siysetinden başka bir şey bilmeyen AK Parti ise bunu henüz anlayamadı.'
Kimlik siyasetinin ötesine geçmek ne demek?
Ne kadar sol ve kemalist dernek, Batı işbirlikçisi sanatçı, can havliyle imtiyazının derdine düşmüş beyaz, CHP başta olmak üzere fitne ve kaos üretiminden iktidar uman parti varsa Taksim'deydi; sandık karşıtı, darbeci söylem siyaset üretemeyenlerin ortak siyaseti olarak Taksim eşkıyasının simgesi oldu. Bu şartlarda orada siyasetin önüne geçen bir durumdan söz etmek ancak militanca bir tutumun hükmü altına girmekle mümkün olabilir.
Peki, 'Bana karışma' demenin aynı zamanda toplumsal bir anlaşma zemininin de adı olan hukuktaki, etikteki karşılığı nedir?
Kutsal kitaplar 'bana karışma' diyenlerin arketiplerini ve akibetlerini bildiren örneklerle doludur.
Örneğin 'ben içki içiyorum, bana karışma istediğim yer ve zamanda içerim' demek dünyanın neresinde, hangi toplumlarda geçerlidir ki, eşkıyanın bu talebi 'meşru' bir talep olsun?
Uygar(!) Batı toplumları bile içki içmenin yer ve zamanını sınırlamışlardır. Çünkü bu konudaki sınırsızlık ancak 'sapkınlığı' besler; hiçbir toplum mahdut sayıdaki sapkının belirlediği bir hayatı yaşamak istemez, istememiştir ve istemeyecektir.
Hele hele kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu bir toplumda yaşıyorsanız, onun kültürel kimliğine saygı göstermeye ve tutkularınızı birlikte yaşamanın bir gereği olarak buna göre gemlemeye mecbursunuz.
Bundan 'Şeriat'ı yaşamaya zorlanıyoruz' gibi bir savunmanın çıkması, çıksa da makul olması imkansızdır. Çünkü bu topraklarda yaşayanlar buraya ayak bastıkları günden beri Şeriat'la yönetilmediler, Şeriat'a uygunluğu gözeten bir örfle yönetildiler.
Bu ülkenin insanı 1839'dan beri söz konusu örfün içinden ürettiği kültürel kimliğin Batı kültürüyle değiştirilmek istenmesi nedeniyle, kendi kültürel kimliğini korumaya 'mahkum' edilmiştir. 'Frenk Mukallitliği ve Şapka' risalesini şapka giyme kararının dayatılmasından önce yazdığı halde 'devrime muhalefet'ten idam edilen İskilipli Atıf Hoca'nın hikayesine salt insani bir gözle bakmak bile bu mahkum edilişin boyutlarını ve sonuçlarını görmeye yeterlidir.
Son tahlilde 'demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti'nin partisi olan AK Parti'nin iktidarında bu mahkum edilmişlerin ciddi bir katkısının olduğu, AK Parti'nin de yaklaşık 175 yıldır yok edilmeye çalışılan söz konusu kültürel kimliği -halkın talebine bağlı olarak- icraatlarında gözettiği doğrudur.
Ancak AK Parti'yi iktidara taşıyan asıl husus, halkıyla düşmanlık üzerine yapılandırılmış sistemdeki tıkanmayı açabilecek yegane kadroya sahip olmasıydı.
Nitekim, AK Parti'nin öncelikle askeri ve sivil imtiyazları ortadan kaldırması, ekonomik refahı halkın tamamını kapsayacak şekilde düzenlemesi, alt yapı hizmetlerini ülkenin bütününe yayması da bunu belgelemektedir.
AK Parti, bu değişimlerin yoğunluğu ve aciliyyeti nedeniyle köklü bir kültürel dönüşümü toplumdaki mevcut huzuru, kendisine oy vermeyenlerin haklarını korumak adına ertelemiştir.
Dolayısıyla AK Parti'nin 'sadece kültürel kimlik siyasetinden anladığını' söylemek ancak bir propaganda dilinin tuzağına düşmekle, toplumu ve yaşanan hayatı tanımamakla ilişkili olabilir.
Peki, AK Parti'nin Müslümanlara mahsus bir kültürel kimlik siyasetiyle ısrarla özdeşleştirilmesinin sebebi nedir?
Bunun cevabı çok basit: Çünkü Sayın Başbakan ve ekibi Müslümandır. Mahut eleştiri de bu nedenle onların (inançları gereği) temsil ettiklerine hükmedilen kültürel kimliğe yöneliktir.
O kültürel kimlikse toplumsal hukuku ve etiği zorunlu sayar. 'Bana karışma!' diyeni deme nedenine bakarak sapkınlıkla niteler.
Çünkü o kültürel kimliğin mensupları, 'bana karışma!' ısrarları nedeniyle Hz. Lut'un kavminin başlarına nelerin geldiğini bilirler.
Sonuç olarak, Taksim'in entelektüel, felsefi taraftarlarının eşkıyaya destek vereğiz derken sapkınlığı onadıklarını bilememeleri yeni bir İlahi gazaba doğru dizginsizce koşmalarına delil olabilir.
Söz konusu durumun siyasi açıdan tam karşılığı ise 'kimliksiz siyaset kimliği' yani 'kaos'tur.
YENİ ŞAFAK