HAKSÖZ HABER
Özgür-Der Bursa Şubesi, pandemi süreci sonrasında ilk panelini “Kimliksel çürümeyi ve hakim paradigmayı aşmalıyız” başlığı ile gerçekleştirdi.
Hamza TÜRKMEN’İN konuşmacı olarak katıldığı panel Ördekli Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Bursa’da pandemi süreci sonrasındaki ilk panele yoğun bir ilgi gösterilirken panelin açılış konuşmasını Ersin ERTÜRK yaptı.
Ersin ERTÜRK giriş konuşmasında gelenleri selamlayıp Hamza TÜRKMEN’in biyografisini izleyicilere aktardıktan sonra sözü Hamza TÜRKMEN’e bıraktı.
Konuşmasının başında pandemi sürecinde vefat edenlere ve İstanbul’dan Bursa’ya gelirken trafik kazasında vefat eden İHH gönüllülerine rahmet dileyen Hamza TÜRKMEN, ilgi ile dinlenen sunumu sonrasında gelen soruları cevaplayarak paneli sonlandırdı.
Müslümanların geçmişten gelen sorunlarının günümüzdeki yansımaları ve bunların Kur’an ve Resul örnekliğindeki çözümüne değinen Hamza TÜRKMEN geniş bir perspektif çerçevesinde sunduğu panelinde şu hususlara değindi:
Müminler olarak ilkin, sahih İslam algısını elde edip, A’raf Sûresi’nde belirtildiği gibi yeniden hakka yönelten ve onunla adalet yapan diri bir ümmet örnekliği haline gelmeliyiz. Ya da zulme, haksızlığa, şirke ve her türlü cahiliyeye karşı şühedalık yapacak bir ümmet nüvesi haline gelmeliyiz.
Osmanlı bakiyesi Türkiye Müslümanları Batılı hakim paradigmanın milli ve seküler; törenin ya da gelenekçiliğin batini kirlerinden ancak 1970’lerin ikinci yarısından sonra arınmaya başladılar. Ancak bu İslami uyanış süreci rehbersiz, şurasız ve aceleci bir tutumla demokratik veya devrimci yollarla iktidar olma amaçlı coşkun bir ruh halini ve başarıya endeksli bir heyecanı yaşadı.
Tutarlı bir tarih ve toplum değerlendirmesi yaptığımızda görürüz ki Resulullah’ın Sünnetinde örneklik yaptığı Kur’an merkezli bir eğitim ve talim, şûrâ merkezli yönetim vacibiyet ve farzından oldukça uzaklaşmış olduğumuz için “nimet”ti yitiren ve sömürgecilerin vesayeti altına giren bir hali yaşadık. O zaman Rabbimizin Nisa Suresinde buyurduğu gibi Müslümanları yeniden İslamlaştırmaya davet etme görevimiz ön plana çıkmaktadır. Bunun için de önce moderniteye, postmoderniteye ve dijital çağda bizi kuşatan batılı paradigmaya, nefislerimizi fücur yönünden saptırmaya çalışan şeytana ve nefsi emmaremize karşı imtihanımızı kazanmak zorundayız.
Tarihte Kur’an ve İslam üzerinde çalışan bazı usül bilginleri sarayı ve saltanatı tazim etmek yanında bâtînî, töreci ve mezhepçi sapmalar da gösterebiliyorlardı. Bugün de ulusal ve Küresel güçlere tazimde bulunan dini usul bilginleri çıkabiliyor. Bu normaldir çünkü Türkiye’de 1924’ten ve f949’dan itibaren ilahiyat-teoloji eğitimi ile ulusçuluk ve modernite ile bağdaştırıcı bir eğitim amaçlanmıştır.
İşin başında söyleyelim. Ümmetin çağdaş sorunları karşısında ilmihalimizi yenilemek zorundayız. Ama İslam’ın asıllarına dayanarak yorum ve içtihadların şura eğilimi içinde yenilenmesi, Batılı paradigmanın ölçü, yöntem ve mitleriyle bağdaşmak anlamına gelmemelidir.
Bugünkü konumuzla bağlantılı olarak Modern Paradigmanın, Batı Roma sisteminin çözülmesiyle inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Batılı paradigma, son merhalede kapitalizmle beraber kültürel, ekonomik ve siyasi emperyalizmi ve küreselleşmeyi üretti ve bugün dünya modernitenin teknoloji ve iletişim çağını yaşıyor. Veya hepimiz kuşatma ve denetim altındayız. Facebook, Twitter, İnstagram, e-mail ve Google kullanımına kadar her şey dijital ağla birbirine bağlı ve hepimiz yapay zeka ile denetleniyoruz. Sosyal hesaplardaki tüm mesajlarımız ve bu hesaplara girişlerimiz Bitcoin işleyişinde olduğu gibi kontrol ediliyor ve bilgilerimizi dijital depolarda saklanıyor ve bunlara dayanarak anketçileri çok çok aşan analizler yapılıyor. Bunlarla yapay zeka hızı içinde tüm sosyal, ekonomik veya dini-ideolojik akımlar konusunda eğilimler grafiklendirilip yine sosyal medya üzerinde gençlerimize ve insanlığa ayartıcı yollar gösteriliyor. Islah edicilerimiz bu alanda da lazım bu nedenle gençlerimizi kuşatan bu alanda da mümin elektrik-elektronik mühendislerine veya bilgisayar programcılarına oldukça ihtiyacımız var.
Batılı paradigma hem hak olan sözü örtmeye, hem de zorunlu eğitimle, kendi pradigmasına dayanan sosyal-siyasi-ekonomik kavramlarını bize dayatarak; kendi paradigmal ölçüleri içinde dini kurtuluş teolojisi, “öze dünüş”cülük ve neo-gelenekçilik kurgularıyla ayrıca kendi muhalefet formunu da kendi oluşturuyor. Liberal ve post-modern yaklaşımlarla hakikatin izafiliği tezini işliyor. Ekini ve nesli bozacak biyolojik-mekanik yapay zekanın denetiminde insan tipi ya da gender denilen dişi ve erkek özelliği tekleştirmeyi amaçlayan tipolojiler üzerinde yoğunlaşan transhuman projeleri üzerinde çalışıyor. İslamcılıktan teberri edenleri öteki ile helalleşecek ve birlikte yaşayacak post-İslamcılığa sevk etme yolları oluşturmayı hedefliyor.
Batılı egemenlerin ve paradigmasının emperyalizmi, sömürü ve katliamlarının yanında hakikatin üzerine örtmeye çalışan bu post-modern tuzakları karşısında da; deist, ateist, LGBT’li sapmalara karşı da yakınmak yerine İslami ölçülerle mücadele edecek donanım ve niteliğe ulaşmamız gerekmektedir.
Geçmişte Batılı pradigmanın ulusalcı, sağcı kir ve seyyielerinden açık bir şekilde arınılmaya, ancak Nisan 1976’da çıkan Düşünce Dergisi’ ile başlandı. Sağcı, milliyetçi, devletçi olamayacağımız, mezhepçilik yapamayacağımız ve batini telakkilere karşı olunması gerekliliği, kimliksel sıfatımızın Rabbimizin ifade ettiği gibi sadece Müslüman olduğu kamuoyunda ilk defa açıkça Düşünce dergisinde ilan edilebildi. Sonra Ankara ve İstanbul’da bu muhtevayı takip eden dergiler yayınlandı. Bu çabalar, Mehmet Akiflerden sonra Türkiye’de İslam’ı anlama ve yaşamada ıslah hattının yeniden doğuşuydu.
Şimdi dijital çağın imkanlarıyla tekrar eğitim süreçlerimizi ve kamuoyumuzu kuşatıp ifsad etmeye çalışan hamlelere karşı hem zorlukları hem salgın hastalıkla beraber gelen sosyal mesafeleri çoğaltıp ataleti ve bireyselliği besleyen bahaneleri aşmalıyız.
Dinimizi şer’i delilleriyle öğrenerek perspektifimizi güçlendireceğimiz bu gayretler ortaya Rabbimizin ifade ettiği ferik veya zümre tarzında ufak bir ümmet modelini, işlerimizin müşavere ile görüleceği şura modelini veya modellerini ortaya çıkarmalıdır. Bunun içinde birbirimizi karşılıklı olarak dinleme-anlama ve anladıkça da tanıma-tanımlama imkanını bahşeden “tearuf”a ve mümin kişiler ve öbekler arasında problemleri çözmeye dönük diyaloglara oldukça ihtiyacımız var. Bu çerçevede fikir, usul ve tavır konusunda yakınlaşmalarımız, diyaloglarımız hızlandırılmalıdır.
Bize düşen ilk öncelik, Araf Suresi’nde ifade edildiği gibi hakkı kavramak ve onunla adaleti sağlayacak bir ümmet olmaktır. Ama daha “biz” olmadan, nefsimizi arındırmayı, diğer İslami oluşumlarla da tearufu gerçekleştirmeden; bir fie, feik veya zümre olarak şura temelli bir model ümmet nüvesi olamadan çağdaş cahiliyeyi aşmamız sünnetullaha uygun değildir. Bu nedenle de bizlere İslami uyanışımızda doğal liderlik yapan öncülerimizin konumunu mutlaklaştırmadan, şura beraberliğine ve yetkinliğine yönelmek yerine karizmatik liderler veya kurtarıcılar peşine düşmeden bir ümmet nüvesi olma ve kitlede fikri ve sosyal güç oluşturma merhalelerini yaşamadan devrimci ya da demokratik yollarla iktidar ve güç olma peşinde oyalanmamalıyız. Bu tür eğilimler şûrâ bilincinden ve sünnetullahı okumaktan oldukça kopuktur. Bu nedenle İslami kimliğimizi oluşturacak fikri ve ameli kazanımlarımız kadar bizi istişari dayanışmadan “teşavur, şura ve şavir” ortak üretimine sevk edecek çalışmalar hayatidir.
Şura temelli ve donanımlı imkanlara sahip değilsek gerek ilmi etütlerimizde gerek tebliğ faaliyetlerimizde ulu’l el-bab diyeceğimiz donanımda itaat edeceğimiz “ulu’l-emr meclislerimiz” yoksa, tabii ki donanım sahibi doğal liderlere, öncülere ihtiyacımız vardır. Ve İslami bütünü ve uygulama gücünü yakalayıncaya kadar salat gibi, adaletli davranmak gibi bildiğimiz doğruları bir ibadet bağlılığı içinde gerçekleştirmeye devam etmeliyiz. Ama bu sürecin hedefi nassı7 ve bağlayıcı sünnetin olmadığı çağdaş problemlerle ilgili binlerce karar alınması gereken konularda şura işleyişine geçebilmek olmalıdır. Bu sürece kadar İslami mücadele öncülerinin rehberliği boşluğu dolduracaktır ve onların rehberliği ile İslami değerlerin yaşatılması hayati bir rol oynayacaktır. Ama bu tür dayanışmalar sür-git devam edemez. Öncü şahsiyetler ulu’l-emr meclisini, şura meclisini oluşturacak insanlar yetiştirmeye yönelmezlerse doğal öncülük süreç içinde üstadlığa, monarşiye tek adamlığa yönelir ki, her alanda oluşabilecek bu zaaflar başında görülmeli ve geçiş süreçlerindeki şura işleyişini oluşturamamış istişari süreçler mutlaklaştırılmamalıdır.