Kimlerle beraber olmalıyız

HAMZA TÜRKMEN
“Barışma” söylemlerinin gündem tuttuğu ve “milli birlik ve beraberlik” söylemlerinin sürüp geldiği ya da sınıf, zümre, tarikat, cemaat veya sosyal hareket davetlerini taşıyanların etkin olmaya çalıştıkları süreçler yaşıyoruz.  İslami çerçevede “biz” olmak ile “birey olmak” veyahut “yurttaş” olmak ya da “ekip” olmak konumlarının tercih edilip tartışıldığı bir süreçte “Hayra çağıran, emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker” (3/104, 110) görevini yerine getiren “hayırlı bir ümmet olma” ödevini kavramak ve üstlenmek ibâdî bir sorumluluktur. Bu sorumluluk ulusal sistemin yurttaş olma, liberalizmin birey olma telkinlerine karşı, İslami şahsiyet olma ve bu seviye peşinde olanlarla “beraberlik kurup iman kardeşi olma” sorumluluğunu öne çıkartmaktadır. Fıtratla ve vahiyle barışık olarak hakkı ve adaleti ikame etmek için “Kimlerle beraber olmayız” sorusu ve ahlakı nesillerimizin zindeliği açısından sürekli olarak gündemimizde olmalıdır.

Rabbimiz Ahzab Sûresi’nde Muhammad Aleyhiselam-ı vesselama buyuruyor ki “Ey Nebi! Biz seni gönderdik (şahiden ve mubeşşiren ve nezira) bir tanık, bir haber veren/bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak...” (33/45) Vahye kulak veren ve o vahyi getiren Nebi’ye uyan müminler de Nisa Sûresinde ”sıddıklar, şehitler, salihler” olarak belirtilmekte ve onlarla arkadaş olmamız istenmektedir: “Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği, nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!” (4/69)

A’raf Sûresi’nde belirtildiği üzere “Yarattıklarımızdan hakka rehberlik eden ve onunla adil davranan bir topluluk vardır.” (7/181) denilen ümmet veya ümmet nüvesinden olabilmek Rabbimize “biz” olarak ibadet etmek ve O’ndan “biz” olarak yardım isteyebilmek için Nebi’ye uyan ve Ahzab Sûresi’nde beşeri kemal derecelerine göre sıralanan öncü şahsiyetlerle birlik olmak veya onların ıslah, ihya ve inşa yolunda olmak iki cihanda da kurtuluşa / felaha yönelmenin biricik çözümüdür. Çünkü sıddıklar, şehidler ve Salihler temel kaynak olarak Kur’an’ın bütününe; mübin ve delaleti açık olan ayetlerine; Nebi olan Resul’ün zamanı aşkın muhkem uygulamalarına ve o uygulamalarla ilgili sahih rivayetlere gönül huzuru içinde uyarlar ve yaşayan İslam’ın taşıyıcıları olurlar. Ancak Kur’an vahyinde açık nass bulunmayan ve Allah’ın Elçisi Muhammed (s)’in de aslı Kur’an’da olan zamanı aşkın uygulamalarının olmadığı alanlardaki sorunları çözmek için veya ahad haberlerle gelen ama tahkike muhtaç konuları sıddıklar, şehidler, Salihler ve onlarla iyi arkadaşlık yapmaya çalışanlar; yani ıslah, ihya ve inşa ümmeti veya tevhid ümmeti çözmek için Rabbimizin müşterek işlerimizde emrettiği ”teşâvur, şûrâ ve şâvir” (2/233. 42/38. 3/159) hükümlerine göre davranmalıdırlar. Örnek alınacak bu uygulamalar Müslümanlara hükmeden saltanat sistemlerinde ekseriyetle görünmemesine rağmen sıddıklar, şehidler, Salihler ve onlarla iyi arkadaşlık yapan ve İslam’ın yaşayan gücü olan müminler arasında yaşatılmaya çalışılmıştır.

Yönetimlerdeki nakısalara rağmen içtihadi ortak akla, yani ortak içtihadi kararlara yönelen ilmi şûrâlar, kazai şûrâlar, ihtisas şûrâları, yönetim şûrâları ve kitlesel şûrâlar tarihi sürecimiz de az veya çok hep söz konusu olmuştur ve bu ilke ve emirlere uyan bir Kur’an ümmeti de, bir Muhammed ümmeti de inşallah kıyamete kadar var olacaktır.

Kur’an-ı Mübin’de sorumluluk ve ödevler konusunda ehliyet ve takva bahsinin çeşitleneceğini ve dereceleneceği gösterilmiştir. Nasıl ki Bakara Sûresi’nde Rabbimiz Resullerini birbirinden ayırmıyor "O'nun elçilerinden hiçbiri arasında fark gözetmeyiz." (2/285), ama İsra Sûresi’nde Biz Nebilerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık” (17/55) denirken aralarında dereceler olduğu belirtiyor ise, Allah ve Resulü’ne itaat edenler de sıddıklar, şehidler ve salihler olarak belirlenmiştir. 

Bu müminler gibi, bizlerin gayretleri de ”sabikundan, şahitlerden” ve her iki dünya için de ”muflihundan” olabilmek istikametinde olmalıdır. İslam’da bireysel entelektüellik ya da üstadlık tarzında bir kurtuluş çizgisi yoktur. Sadikunun, şühedanın ve salihunun özelliklerine sahip olabilmek mü’min olmaya yönelen bütün Müslimlerin iradesine ve kulluk bilincine bağlıdır. Hidayet Allah’tandır. Ama Rabbimiz bu uğurda azmedenlere hidayetini vereceğini birçok ayeti kerimesinde ifade etmektedir.

Sadikun, sıdık kelimesinin çoğuludur. Rağıb el-İsfehâni’ye göre sıddık, doğruluk vasfı çok olan kimsedir. Bazı bilginlere göre kendisinden yalan sadır olmayan kimsedir. Muhammed Abduh’a göre de sıddıklık beşerî kemal açısından Resullük mertebesinden hemen sonra gelir.

Arapça kelimeler farklı anlamlar taşıyabiliyor ama her biri kullanıldığı ayette tek anlamı ile kullanılıyor. Kelimenin Arapça anlamı için ilk dönem lugatlarına, o lugatlar da ilk dönem hadis, siyer, şiir metinlerine muhtaçtır. Kur’an’daki Arapça kelimelerin veya vahiyle Arapça kelimelere Rabbimizin yüklediği yeni anlamların çözümü, batiniler gibi kafasına estiği gibi veya ilhami bilgiler aldığı iddiası taşıyan reyb veya şek ve şüphe sahiplerinin uydurdukları ile değil, ilk İslami metinlerde nasıl anlaşıldığı ile ilgilidir.

Tefsirinde bu tarz çözümlemelere giden Seyyid Kutup, “Yoldaki İşaretler” kitabında zikrettiği üzere 40 yıllık hayatında hak istikametinde yeterli doğruyu bulamadığı için bu yıllarının cahilî olarak değerlendirilebileceğini ifade etmektedir. Ancak hakkı ve hakikati aradığı ama cahiliyeyi aşamamak olarak değerlendirdiği bu yıllarını zaaflı görmekle birlikte, o yıllarda hak istikametini arama çabalarının da kendisine önemli bir birikim sağladığını ifade etmektedir.

Şüheda kavramına gelecek olursak. Fahreddin Razi’nin ilk dönem lugatlarına ve Kur’an dilinin gramerindeki dil çözümlemesine göre şehid kelimesi fâ’il vezninde olup fâil manasındadır. Savaş boyutuyla düşündüğümüzde de öldürülen değil, ölse bile hakkı ayakta tutmak için fail yani eylemci olduğu için tanıklık yapan kişidir. Şehid veya şüheda Allah dininin doğru olduğuna şehadet eden kimsedir veya kimselerdir. Bu, bazen beyan ve dille, bazen de kılıç ve mızrakla olur.

Salihler anlamına gelen salihun ise, nefisleri ve amelleri salih olan kişiler demektir. Önceki iki zümre gibi açık hüccet olmamış ama iyiliklerinin kötülüklerinden daha fazla olması, bile bile günahlarda ısrar etmemeleri, bu kimselerin salih kimselerden sayılmaları için yeterli kabul edilmektedir.

Ulema olmak ise, rûsüm sahibi olmak ifadesi ile sınırlanmamalıdır. Yani bu kavram icazetli veya diplomalı âlim demek olan anlama sıkıştırılmamalıdır. İbareler üzerinde güzel tartışmalar yapmak, şüpheli konularda derin müzakerelerde bulunmak, güçlü cedeller yapmak âlim ifadesini tam karşılamaz. Eser yazarken nakilleri bir araya getirip telif etmek… Hayır!.. Bunlar şahitlik, bunlar şehidlik yapmanın vasıfları değildir. Şüheda olmak için sahih bilgi ile yeryüzünde Allah için hüccet olabilmek; hakkın ve faziletin önderi olabilmek gerekmektedir. O kişi ve kişiler mukallitliği aşıp nass ile şer’i delil ile davrananlardır; zalimlere rağmen adaleti ticarette-siyasette ve adliyede yerine getirebilenlerdir. Korkaklara rağmen doğru sözü doğru şekilde söylemekten kaçınmayan, hak uğrunda canını feda etmekten çekinmeyenlerdir.

Resulullah’ın bağlayıcı ve zamanı aşkın Sünnet’i sabitken; sıddıkların, şühedanın ve salihlerin yolunu paylaşıp, müşkül işlerimizi “ulu’l elbab”ın “şûra”sı ile çözmemiz gerekirken üretilen din adamlığı, dini entelektüellik veya din konusunda üstatlık ya da ruhbanlık gibi yaklaşımlar, üretilen konumlardır. Rabbimiz Hadid Sûresi’nde bu konuda şu uyarıda bulunmaktadır: “..Allah'ın rızasını kazanmak için uydurdukları ve fakat gereği gibi de uymadıkları ruhbanlık Bizim buyruğumuzdan kaynaklanmış değildir.” (57/27) 

Nisa Sûresi’nde belirtildiği üzere “Resûlullah’a itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.” (4/80). Çünkü vahyin talimi ve uygulanmasında Resul’ü öncü kılan ve 6 başlık altında ifade edebileceğimiz onun Kur’an’ın anlaşılması ve uygulanmasında örnekliğinin biricikliğini ifade eden ona özgü durumlar vardır:

1- Allah’ın Elçisi Muhammed vahyi getiren Nebi’dir.

2- O, Âla ve Kıyame Sûrelerinde belirtildiği üzere vahyi her merhalede unutmayandır, telfiki olarak hıfzedendir.

3- Vahyi anlamak için ona “hikmet”, yani isabetli kavrama yeteneği verilmiştir. Bu telfikidir. Biz yaratılan diğer kullar için ise hikmetli olabilmek için Rabbimize niyazda bulunur ve bunu hak etmeye çabalarız.

4- O, vahyin nüzul ortamında nüzul sebebini en iyi bilendir.

5- Nebi ve Resul olmasının yanında bir kuldur da. Kulluğundan ötürü uyku veya diğer beşeri eksiklikleri dolayısıyla bir hataya yöneldiğinde vahiyle doğrudan uyarılmakta veya ikaz edilmektedir. Mesela, Kıyame Suresi’nde “dilini debretmemesi” için, İsra Sûresi’nde“salatta sesini çok yükseltmemesi ya da çok kısmaması” için uyarılmakta; Tahrim Sûresi’nde ise “eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah’ın helal kıldığı şeyi kendisine haram kılmaması” için ikaz edilmektedir. Vahiy hitam bulmuştur artık kimseye menzul vahiy inmeyecektir.

6- O kıblenin değişimiyle ilgili ayette belirtildiği gibi yaşayan bir şehidtir (2/143) ve zamanında ve zamanı aşkın olarak İslamî yaşantı için usvetun hasenedir (33/21).

Rabbimiz Resullük ve Risalet kapısını kapattığına göre, geriye kalan üç sınıf insanın derecesine yönelerek ve İslam’ı talim ederek birikimimizi yükseltmekten, hak yolunda çaba sarfetmekten ve şûrâ çözümlerimizi birleştirmekten başka çaremiz yoktur. Rabbimiz o kimseler için de “Onlar ne güzel arkadaştır/refiktir.” buyuruyor. Enes (r)’dan gelen ve Buhari’nin, Müslim’in, İbn Hanbel’in rivayet ettiği şu hadis de bu ilahi beyanı tefsir etmektedir: “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Rabbimiz hak ve adalet yolunda “sabikun” gibi İslam’ın esaslarını öğrenen, tebliğ eden ve cihad için çaba sarf eden, mücadele eden ve zorluklar karşısında İslami kimliğini yaşatmak için sabreden bütün mü’minleri bağışlasın; onları ıslah edicilerin, sıddıkların, şühedanın, salihlerin İslami esaslarla ve şûrâ bilinciyle yürünen yollarıyla cem etsin. İnşaallah.