Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde siyasî partilerin milletvekili aday listeleri açıklanmış olacak.
Bu, aynı zamanda seçim startının verilmesi, seçim kampanyasının başlaması anlamına geliyor. Haziran ayının başından bu yana, Türkiye bir hükûmet formülü, bir anlamda bir hükûmet istikrarı arıyor.
Kasım seçimleri bu formül üretilemediği için yapılıyorsa, seçimlerin seçmen açısından en önemli meselesi ve anlamı şüphe yok ki istikrar olacaktır.
Peki istikrar deyince neyi anlamak gerekir?
Daha doğrusu istikrar denince kim neyi öne çıkaracaktır?
Ekonomi çevrelerinin, muhafazakâr seçmenin gerek piyasa, gerek terör eylemleri, gerek otorite ve kararlılık ilişkisi açısından önemli ölçüde hükûmet istikrarını öne alması beklenir. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın, kimi AK Parti kurmaylarının koalisyon yerine seçimleri tercih etmesinin ana nedeni, bu beklentiyi hesaba katarak, 21-22 milletvekilli açığını zorunlu seçimlerde kapatabileceğini düşünmesi oldu. Yapılan kamuoyu araştırmaları da bu istikamette birkaç puanlık bir hareket olduğunu gösteriyor. MHP'ye giden kimi oyların AK Parti'ye geri dönüşü en belirgin hareketlilik olacağa benziyor.
İstikrardan bunun tam tersini anlayanların da bulunduğu başka bir gerçek. İstikrar kavramına tek parti hükûmetinden “kurtulmak” anlamını veren hatırı sayılır bir muhalif kesim oluştuğu malum. Siyasî gidişi tehlikeli bulanlar, bunun faturasını, AK Parti'ye ve Erdoğan'a çıkaranlar, çıkışı bir koalisyon hükûmetinde görenlerin kanaati hazirandan bu yana yaşanan gelişmelerle iyice pekişmiş olabilir. Kamuoyu araştırmalarına yansıyan CHP'deki birkaç puanlık oy artışını bu beklentiyle açıklamak pek ala mümkündür. CHP'nin koalisyon görüşmeleri sırasında gergin ve çatışmacı üsluptan uzak durması, AK Parti'yle koalisyonun kendisi açısından “gerçekçi ve gerçekleşebilir” bir formül olduğunu göstermesinin de buna bir katkısı olduğu düşünülebilir.
İstikrar ve Kürt sorunu ilişkisi de şüphe yok ki kuvvetli bir ilişkiyi ifade eder. Kanımız odur ki, örgüt seçimlere doğru kullandığı şiddet ayağı yanında siyasî ayağı feda etmek istemeyecek, seçim güvenliği konusunda demokratik işleyişi tümüyle bloke eden bir konumdan kaçmak için ateşkes ilan edecektir. Bu andan itibaren siyasî partilerin bu sorunun çözümü, şiddetin dinmesi konusunda izleyecekleri yol ve dilin oy kaymalarında belirli bir etkisi olacağı da varsayılabilir.
Bu varsayımlar ve ihtimallerin her şeye rağmen bir önceki seçimlerdeki tabloyu köklü olarak etkileyeceğini sanmıyorum.
Ancak bununla birlikte, özellikle AK Parti'ye iktidar olmak için 21-22 milletvekillik farkı kapatmanın yeteceği düşünülürse, 3 ile 5 puanlık oy oynamalarının meclis aritmetiğini belirleyici şekilde değiştirmesi mümkündür. Bu açıdan AK Parti tek başına iktidar olma şansını yakalayabileceği gibi, bir önceki seçimlerden daha sıkıntılı bir manzarayla da karşılaşabilir.
Dün “Neredeyiz” başlıklı yazıyı şöyle bitirmiştim:
2010'larla birlikte her anlamda rüzgâr tersten esmeye başladı. Her anlamda, her aktörde, her sektörde bir iniş dönemi başladı. Önümüzdeki soru şudur: İniş devam edecek midir? “Evet”se nasıl, hangi aşamalarla, kopuşlarla mı, süreklilik içinde mi? Veya bu iniş durdurulabilecek mi? Uçağın burnu yukarı çevrilebilecek mi? Belli bir denge sağlanabilecek mi? “Evet”se nasıl ve kim tarafından?
Kasım seçimlerinin ortaya çıkaracağı tablo bu sorulara verilecek ilk büyük yanıt olacaktır.
Yeni Şafak