Yıldıray Oğur / Karar Gazetesi
Nasrallah’ın öldürülmesinden hemen sonra Amerika’da ana İsrail lobisi AIPAC’i bile iki devletli çözümü ve Filistinlilere yardımı savunduğu için fazla işbirlikçi ve Arapsever bulan Las Vegas’ın büyük kumarhanelerinin patronu, aşırı sağcı bir İsrail taraftarı olan Adelson ailesinin kurduğu Amerikan Yahudi Konseyi’nin (IAC) ABD’deki toplantısının ilginç bir konuğu vardı.
Devrik İran Şahı Rıza Pehlevi’nin aynı adlı oğlu Rıza Pehlevi.
Rıza Pehlevi Jr. uzun süredir ABD’de yaşıyor, Amerikan Cumhuriyetçilerinin, İsrail lobisinin gözdesi. O da bu ilgiden memnun, onlara duymak istediklerini söylüyor. , Profiline bile “demokratik, laik İran için mücadele ettiğini” yazmış ki kimse yanlış anlamasın!
Ama nihayetinde Müslüman bir ülkenin veliaht Prensi, İslami rejime muhalefet ederken herhalde bir noktada duruyordur ve mesela Gazze’de olanlar için de birkaç cümle söyleyebiliyordur diye düşünüyor insan.
Ama hayır, o noktayı çoktan geçmiş.
Trump’ın hem de Netanyahu’nun en büyük destekçisi olan Adelson ailesinin toplantısında, her yerin İsrail ve ABD bayraklarıyla kaplı olduğu küçük bir otel salonunu doldurmuş iki yüz üç yüz kişiye, İran Şahı olarak anons edilmek ona yetiyor olmalı ki şahlık dönemi tarihi İran bayrağının altında şu cümleleri kurdu:
“Mahsa Amini'nin öldürülmesinin ve yüzlerce İranlı protestocunun katledilmesinin ikinci yıldönümünden sadece günler sonra ve 7 Ekim'in ve yüzlerce İsrailli sivilin toplu katliamının birinci yıldönümünden günler öncedeyiz.
Ancak tüm bunlara rağmen İran, Amerika ve İsrail halkları arasındaki olağanüstü dayanışmaya tanık olduk. Dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde 7 Ekim sonrası düzenlenen mitinglerde, rüzgarda dalgalanan ve güneşte parlayan Yıldızlar ve Çizgiler, Davut Yıldızı ve kadim ve ebedi İran bayrağı Aslan ve Güneş'in gururla yan yana dalgalandığını gördük.
İran halkı İsraillilerin ve Amerikalıların yanındadır çünkü İslam Cumhuriyeti sizin için gelmeden önce bizim için geldi. Bizimki ortak bir deneyimdir. Mücadelenizi biliyoruz.
Eğer harekete geçmezsek ve İslam Cumhuriyeti iktidarda kalırsa, bunların hiçbiri mümkün olmayacaktır. Aslan ve Güneş yeniden doğduğunda, dünya yeni bir barış şafağı görecektir.”
Ve tabii otel salonunda coşkulu alkışlar.
Ama tahta geri dönme hayallerini İsrail ve ABD’nin İran rejimini Saddam rejimi gibi yıkıp, kendisini göreve atamasına bağlamış koca İran Şahı’nın oğlunun kendini düşürdüğü acıklı halden fazlası bu.
Altındaki yorumlara bakılırsa rejim muhalifi İranlılar bile bu kadarına pes demişler.
Ama genelde diasporadaki İran muhalifleri çok öfkeli. Öfkeleri için çok da haklı sebepleri var.
Ama bu kuru öfke hiçbir işe yaramıyor.
Mesela Mahsa Amini’nin ölümünden sonra saçına taktığı çiçekle Batı’da epey meşhur olan feminist aktivist Masih Alinejad’ınki. O da katıldığı yayınlarda İsrail’in Hamas ve Hizbullah karşısındaki zaferlerini kutluyor. İsrail vurdukça, İran’daki rejimin çökeceğini düşünüyor olmalı. Demokrasi, insan haklarından anladığı tek şey de herhalde İran rejimin çökmesi.
Norveçlileri, İrlandalıları isyan ettiren Gazze’deki insan hakları trajedesi için bir çift laf söyleyerek birkaç klişeyi tekrarlayarak sürdürdüğü dünya turuna zarar vermek istemiyor olmalı.
Ne de olsa gittiği her yerde de cesaretine övgüleri ve ödülleri topluyor. Üstelik İran dışında İran’ı eleştirmek için cesarete de ihtiyaç yok, muhataplarının önyargılarını tatmin etmek yeterli.
Nasıl olsa onu İranlı kadın hareketinin temsilcisi olarak görmek isteyenler var.
Halbuki temsil ettiği tek şey kendisi. Batılı dinleyicileri heyecanlandıran konuşmalarının İran’da tek bir halıyı bile yerinden kıpırdatacak etkisi yok.
İşte tam olarak bu nokta; siyaseten iktidarlara muhalefet etmekle, kendi toplumuna, ülkesine, kültürüne, habitusuna muhalefet etmek arasındaki ince çizgi.
O ince çizginin bir tarafında muhalif iken hemen karşısında hain olarak damgalanmak mümkün.
"Bu öfke kurucu ve sonuç alıcı da değil, şahsi, refleksif, fırsatçı. Ve sonuçları itibarıyla da muhalefetin toptan kriminalize edilmesi, dış güçlere bağlanmasında başka pek bir işe de yaramıyor."
Muhtemelen İran rejimi İsrail’i savunan Şah’ın oğlundan ve çiçekli feminist aktivistin bu performanslarından çok memnun oluyordur.
Özellikle dış politikadaki pozisyonlar o yüzden sadece dış politika değil. İçeriye, tarihe, coğrafyaya, toplumuna nasıl baktığın hakkında da bir fikir veriyor.
Ve insanlar buradaki ilk reflekslerden bunu anlıyor ve hissediyorlar.
Türkiye’deki iktidara kızıp İsrail’i tutmak, Türkiye’deki iktidara kızıp Filistinliler ve Arapların trajedisiyle mutlu olmak ya da onlarla dalga geçmek, ABD’ye sırtını dayamış İsrail’in kudret gösterilerine gıpta etmek, Batılıların Türkiye eleştirilerinin hep haklı olduğunu zannetmek, Türkiye’nin de BAE gibi, Azerbaycan gibi Batı’da takdir gören, İsrail’i kızdırmama pahasına Gazze’den olan biten hakkında tek kelime etmeyen ülkeler gibi görmek istemek o yüzden sadece dış politika tercihleri değil.
Bunlar temel tercihler. Türkiye’deki muhalefet bu temel tercihler konusunda tam olarak bir güven vermiyor.
Türkiye, dış politikada artık eski “aman başımız ağrımasın Ali Rıza Bey” e dönemez, öyle bir konforlu dünya kalmadı, özellikle de Ortadoğu’da. Kültürel ve tarihsel olarak BAE, Azerbaycan ya da Arnavutluk gibi davranamaz.
Toplum dengeli bir şekilde ama Türkiye’nin dış politikada aktif olmasını, sözünü söylemesini istiyor. Dış politikada tarihsel, kültürel, dini bağların yok sayıldığı kimliksiz, nötr politikanın diplomatik çevreler dışında bir müşterisi yok. Toplumdaki bu talebi büyük bir yıkım olmadan geriye saramayız, siyaset de görmezden gelemez.
O yüzden muhalefetin de büyük, aktif bir Türkiye vizyonu olmalı ama bu vizyon Yurtta Sulh Cihanda Sulh gibi güzellik yarışması sloganı olmamalı. Dış politikada “NATO, CENTO’ya sadakat”, “Ortadoğu bataklığından uzak durmak” gibi klişelerin geçerliliğinin kalmadığı, sırtını bir ittifaka dayayıp hiçbir konuyu düşünmemek, o ittifaka göre elini kaldırıp indirmenin devrinin geçtiği anlaşılmalı.
Böyle bir kimliksiz, nötr Türkiye’ye Batılı müttefiklerimizin de işine yaramaz.
Bir zamanlar Sovyetlere, Rusya’ya karşı sadece coğrafi olarak o kimliksiz Türkiye’nin bir değeri vardı ama artık yok.
Onlar için de kendi doğal hinterlandındaki kültürel, dini kimliklerle barışık ama bunları demokratik değerlerle güçlendirmiş bir Türkiye’nin sözünün değeri var.
ABD’de bir otel salonunda, kumar parasıyla İsrailcilik oynayan bir ailenin toplantısında Şahcılık oynayan devrik İran Şahı’nın çaresiz ve işsiz oğluna bakarak ibret almakta fayda var.