Kimi başı açıklardan taraflılık itirafı

Gülay Göktürk

NTV'de Can Dündar'ın programında bir soru üzerine "kamu hizmeti verenler de dahil topyekun türban serbestisi"ni savunmam üzerine çok sayıda okur mektubu aldım.

 O yüzden de programda bir cümleyle ortaya koyduğum tutumumu gerekçeleriyle açıklamam farz oldu. Önce belirtmeliyim ki, ben bunu yeni savunmuyorum.

 Türban meselesinin tartışılmaya başlanmasından bu yana, yani yaklaşık yirmi yıldır ayni fikirdeyim ve bunu çeşitli yazılarımda uzun uzun anlattım. Mesela, 24 Ekim 2003 tarihli "Kamu alanı" başlıklı yazımda şöyle açıklamıştım tutumumu: "Ö kamu görevi yapanların baş örtüsünün yasaklanmasına gerekçe yapılan tez de hiç ikna edici değil. Ne deniyor: Kamu görevlilerinin dini sembolleri kamu alanında kullanmasının, kamu alanındaki tarafsızlığı zedeleyeceği...

Her türlü inanç karşısında tarafsız olması gereken kamu görevlisinin başörtüsü takarak "tarafını" belli ettiği ve dolayısıyla bunun da karşısındaki başı açıklarda görevlinin yansızlığı konusunda şüphe yaratacağı... Bu yüzden kamu alanında dini inançlara açıklama özgürlüğüne sınır getirilebileceği... Bu argüman tek bir soru karşısında çökmeye mahkumdur. O soru da şudur:

Neden başı örtülü olmak memurun "tarafsızlık" imajını bozuyor da başı açık olmak bozmuyor. Kamu görevlisinin başını örtmesi "taraf belli etmek" ise, örtmemesi de taraf belli etmek değil midir? Başı örtülü bir vatandaş da bir devlet dairesine gittiğinde karşısında başı açık bir kadın görevli gördüğünde, onun kendisine karşı "taraf" olduğunu hissedemez mi? Aslında, baş örtmek dinle ilgili tutumun bir göstergesi ise, baş örtmemek de dine ait bir başka tutumun göstergesidir.

Ve aynı mantıkla siz de başınızı örtmemekle vatandaş karşısında "taraf" olduğunuzu belli etmektesiniz. Kısaca, bir şeyin var olması bir sembolse, yok olması da semboldür. Ayrıca kamu görevlisinin vatandaş karşısındaki tarafsızlığını tehdit eden tek mesele dini inançlar mıdır?

Kamu görevlilerinin cinsel tercihlerini kamu alanına taşımaları da aynı şekilde tarafsızlıklarını zedelemez mi? Bir heteroseksüel, eşcinsel bir kamu görevlisiyle karşı karşıya kaldığında onun eşcinselleri kayıracağı kuşkusuna düşmez mi? O zaman eşcinsel olduğu belli olanları da mı yasaklayacağız kamu görevinden? Gördüğünüz gibi, bu soruların içinden çıkmak mümkün değildir. Daha doğrusu, içinden çıkmanın tek yolu, toplumda ne kadar çeşitlilik, farklılık varsa hepsinin kamu alanına da aynen yansımasına fırsat vermektir.

Çağımızın çok dinli çok ırklı, çok kültürlü, sonsuz çeşitlilikteki toplumu bütün zenginliğiyle kamu alanına yansıdığında zaten kimsenin kimseyi kayıracak hali de kalmayacaktır." Son günlerdeki türban tartışmaları sırasında iki profesörümüzden gelen iki ayrı açıklama, benim yıllardır savunduğum bu tezin doğruluğu konusunda son derece açık bir kanıt oluşturdu.

 Açıklamalardan biri, hatırlayacaksınız, İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak'a aitti. Parlak, -hepimizi şaşırtan bir dobralıkla- bir hoca olarak, karşısına öğrenci olarak gelen başörtülü kıza karşı önyargısız davranamayacağını ve belki de notunu kırabileceğini söyledi. Benzer bir açıklamaya Prof. Ayşe Buğra'nın 12 Şubat tarihinde Açık Gazete'de Ömer Madra'yla yaptığı söyleşide rastladım. Şöyle diyor Buğra: "Tamam biz kamu hizmeti veriyoruz ama ne postanede pul satıyoruz, ne tapu memuruyuz, yani bir hoca-öğrenci ilişkisi çok başka türlü bir ilişkidir.

Ben, pulunu alacak gidecek müşteri diye bakamam ki, aramızdaki ilişki o değil. Şimdi bu yasa geçerse, bu ilişki ne olacak? Onun üzerinde kimse düşünüyor mu acaba? Benim kesinlikle başörtülü öğrenci istemeyen meslektaşlarım var. Ne olacak, öğrenci gelecek, yasa metnini silah çeker gibi hocasına çekecek ve derse girip oturacak. Böyle bir ilişki düşünebiliyor musunuz?

Ben ne yapacağım o zaman? Yani "cesedimin üstünden geçerler" diyen arkadaşımın dersine bu şekilde başörtülü girdiği zaman ben o başörtülü kıza daha sonra nasıl davranacağım? 'Aferin evladım hakkını iyi korudun' mu diyeceğim?" Gördüğünüz gibi, gerek Prof. Parlak, gerekse Prof Buğra, bu açıklamaları ile, kamu hizmeti veren kişiler olarak, başörtülü kişiler karşısında tarafsız olamayabileceklerini itiraf etmiş oluyorlar. Demek ki neymiş? Başı açıklar da kamu hizmeti yaparken başı örtülüler konusunda tarafsız olmayabilirlermiş! Demek ki onlar da devletin tarafsızlık ilkesini ihlal edebilirlermiş.

 O zaman nasıl oluyor da, kamu görevi yaparken başı açık olmak tarafsızlığın-yansızlığın garantisi sayılıyor? Benim de temel tezim buydu zaten... Hatta daha ileri giderek diyordum ki, şu anda "laikçi" dediğimiz kesimde başörtülüler hakkında o kadar yoğun önyargı ve olumsuz duygu var ki, asıl örtülü insanlar başı açık bir yargıç, öğretim üyesi ya da vergi memuru gördüklerinde "Eyvah şimdi benim şeriatçı olduğumu düşünecek, 'işte örümcek kafalı bir karafatma' deyip nefretle davranacak" diye endişe etseler haklılar.

Bütün bunları şu anda pratik bir amaçla yazmıyorum. Sadece, kamu hizmeti alan-veren ayırımının meseleyi hallettiğini düşünen demokrat dostlarımın bu meseleyi yeniden düşünmelerini diliyorum, o kadar...

Bugün Gazetesi