Bayram münasebetiyle kameraların karşısına geçen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Kafes Eylem Planı ile ilgili soru yöneltildiğinde "Türkiye iddianamelerin peşinde koşa koşa yorgun düştü" demiş.
Türkiye'nin en köklü partisinin genel başkanının vereceği cevap bu mu olmalı? Kafes Eylem Planı'nın içeriğinden bahsedeceğine; hatta o plandaki tüyler ürpertici belgeyle ilgili demokratik bir duruş sergileyeceğine Sayın Baykal, iddianameye, daha doğrusu suçun üzerine gidenlere yükleniyor. Vaktiyle darbelerden çok çekmiş sola, kendini sol parti diye halka anlatan CHP'ye yakışmıyor bu tuhaf tavır. Hele senelerini siyaset arenasında geçiren tecrübeli genel Başkan Baykal'a hiç yakışmıyor.
Hadiselere Baykal gibi yaklaştığınızda Kafes Eylem Planı'nı hazırlayanları değil, o planı ortaya çıkaranları suçlu ilan etmiş olursunuz. Yani onca bomba, silah, belge yakalatan cuntacılar değil, hukuki bir soruşturma sırasında elde edilen bilgi-belge üzerine soruşturma yürüten devlet görevlilerini suçlu ilan etmiş olursunuz. Akıl alır bir şey değil! Bunun bir adım ötesi 'bırakın darbe yapsınlar, bırakın öldürsünler, bırakın bombalasınlar...' demektir.
Neydi Kafes Eylem Planı? Çocukların yoğun bir şekilde ziyarete geldiği esnada Rahmi Koç Müzesi'nde bomba patlatılacak, gayrimüslim vatandaşlarımız öldürülecek... İnsanın yüreğini ağzına getiren bu karanlık plana bir siyasi parti lideri sıcak bakabilir mi? Malum plan Ergenekon tutuklusu emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın ofisinde ele geçirildi. Ne yapacaktı görevliler? 'Aman Deniz Bey yorulmasın' diye belgeyi kayıtlara geçirmeyecek miydi? CHP'den dürüst biri çıkmalı ve Adli Tıp'ın birkaç gün önce verdiği bilimsel raporun ne anlama geldiğini izah ederek niçin Ergenekon örgütünü hâlâ savunduğunu izah etmeli. Adli Tıp, Kafes Eylem Planı'ndaki belgenin gerçek, imzanın da Yarbay Ercan Kireçtepe'ye ait olduğunu rapor etti. Bundan daha açık bir delil olabilir mi?
AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Planı da Kafes kadar korkunç komplolar kuruyordu. O belge de emekli bir asker Serdar Öztürk'ten çıkmıştı. Adam önce inkâr etti, arama yapan polisleri suçladı. Allah'tan ki Emniyet teşkilatı işi baştan sıkı tutmuş. Ta kapıdan girişle başlayan ve sanık avukatının nezaretinde saniye saniye kaydedilen arama görüntüleri sanığın polislere iftira ettiğini gözler önüne serdi. Olay bu aşamadayken 'belge fotokopi' dendi. Hatta Genelkurmay Başkanı korkunç bir yanlış yönlendirme sonucunda belgeden 'kâğıt parçası' diye bahsederek hem kendini bağladı hem de sürmekte olan bir davaya baskı unsuru olabilecek bir açıklama yapmış oldu.
Peki ne oldu? Bir ihbar mektubuyla belgenin orijinali savcılığa teslim edildi. O belgedeki ıslak imzanın Albay Dursun Çiçek'e ait olduğu Adli Tıp raporuyla netleşti. Genelkurmay adına akredite gazetelere cuma günleri brifing veren askerî yetkililer bir anda büyük bir boşluğa düşüverdi. Çünkü o toplantılarda atıp tutuyorlardı. Belge gerçek çıktı, imza da 'Albay Çiçek'in elinin ürünü'ydü. Bu durum karşısında Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un makul bir açıklama yaparak kendisini yanıltanları afişe etmesi gerekiyordu. Yapıl(a)madı. Soru işaretleri çoğaldı. Ortaya çıkan her belge açıklaması Genelkurmay'ı daha da zor bir noktaya taşıyor. Yapılması gereken belli: Ordumuz içine çöreklenmiş cuntalar temizlenecek. Temizlenecek ki ordumuza duyulan sevgi ve saygı devam edebilsin...
Baykal'ın yorgunluğuna dönecek olursak; görünen o ki Türkiye gerçekten yorgun; ancak Baykal'ın dediği gibi iddianamelerden dolayı değil; çetelerden dolayı, cuntacılardan dolayı, cuntaların siyasetteki, yargıdaki, medyadaki uzantılarından dolayı yorgun. Gerçekler ortaya çıktıkça birilerinin telaşı artıyor, hırçınlık dayanılmaz boyutlar kazanıyor. Ancak ne yapsalar nafile! Bu ülkeyi seven ve demokrasiye inanan hiçbir fert, vatandaşına tuzak kuran, onu öldürmeyi planlayacak kadar gözü dönmüş insanların peşini bırakmayacak. Bu işi sulandırmak isteyenler de tarih karşısında mahcup olacaklar.
ZAMAN