Buyrun size bir hukuk çorbası. Üstüne bir de yargı kurumları arası kavgayı, yüksek yargı organlarından birinin kendi içindeki bölünmüşlüğü ve son olarak da siyasetçilerin başbakan seviyesinde tartışmaya katılmasını ekleyin... İşte size leziz mi leziz Türk usulü hukuk devleti...
Şaka bir yana, son kavga, hukuk fakültesinde idare hukuku ve anayasa hukuku ile uğraşanlar için bir maden gibi.
Olayı anlaşılır bir biçimde anlatmaya çalışayım:
Meclis, hükümetin sevk ettiği ve kamuoyunda da çok tartışılan bir kanunu yılın ilk aylarında kabul etti. Bazı illerde bazı yeni ilçeler kurulmasını, bu ilçelerin sınırlarının saptanmasını, pek çok birinci kademe belediyesinin kapatılmasını ve yeni belediyeler kurulmasını, ayrıca adrese dayalı nüfus sistemi uyarınca nüfusunun 2 binin altına düştüğü İçişleri Bakanlığı’nca saptanan belde belediyelerinin kapatılıp buraların köye dönüştürülmesini öngören bu kanun 22 Mart 2008’de yürürlüğe girdi.
Kanunun ekinde bir liste vardı ve nüfusu 2 binin altına düşen, yani belediyesi kapatılıp köye dönüştürülecek olan beldeler burada sıralanıyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi kanunu çeşitli maddeleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Mahkeme, CHP’nin itirazlarından çoğunu uygun görmedi ama bir istemini, bu söylediğim belde belediyelerinin kapatılmasıyla ilgili geçici birinci maddesini kısmen iptal etti.
Gerekçesi 6 Aralık 2008’de yayımlanan iptal kararına göre, bu söylediğim listede yer alan ve geçici birinci madde kapsamında yer alan beldeler içinden üç kategorideki beldelerin belediyeleri kapanmayacaktı.
Neydi bu kategoriler: 1. Tescilli turistik beldeler; 2. Kanun yürürlüğe girmezden önce nüfusunu büyütmek amacıyla komşu belde veya mahallelerle birleşmesini tamamlamış, yani nüfusunu 2?binin üzerine çıkartmış olan beldeler; 3. Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 22 Mart 2008’den itibaren nüfus sayım sonucuna itiraz davası açmış olan beldeler.
Bütün kavga bu üçüncü kategori yüzünden çıkıyor. Anayasa Mahkemesi, bu beldelerin kendi nüfuslarının 2 binin altında olup olmadığını ancak isimleri bu listede yer alınca öğrenebildiklerini, çünkü sayım sonuçlarının beldeleri de kapsar biçimde ayrıntılı olarak hiç açıklanmadığını söyleyerek, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması ilkesinden hareketle idari işlemlere (sayım da bir idari işlem) itiraz yolunun açık olması gerektiğini belirtiyor.
Ve Anayasa Mahkemesi, kararında açıkça tarih de zikrederek sayım sonucuna itirazlar için başlangıç süresini 22 Mart 2008 olarak veriyor.
Bu arada, yani daha Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararını açıklamazdan önce Giresun’da bir belde sayım sonuçlarıyla ilgili olarak idari yargıya gidiyor.
Dava Danıştay 8. Dairesi’nde görülürken Anayasa Mahkemesi 6 Aralık’ta gerekçeli kararını yayımlıyor. Bu kararı dikkate alan Danıştay 8. Dairesi, kendi kararında, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesinde de önemli yer tutan ve 22 Mart diye belirlenen itirazın başlangıcı tarihini tartışıyor.
Danıştay kararına göre, beldeler, böyle bir itiraz imkânı olduğunu yasa yürürlüğe girdiğinde değil, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı açıklandığında ancak öğrendiler. O yüzden de itiraz süresi 22 Mart’ta değil 6 Aralık’ta başlamalı.
Danıştay’ın bu kararını göre Yüksek Seçim Kurulu da bir karar alıyor ve 6 Aralık 2008’den sonra sayım sonucuna itiraz ettiğini belgeleyen beldelerde belediye başkanlığı seçimi yapılacağını, yani fiilen kanunun geçici 1. maddesinin işlemez hale geldiğini ilan ediyor.
Kızılca kıyamet de bundan sonra çıkıyor.
Peki kim haklı? Danıştay, Anayasa Mahkemesi’nin kararını değiştirdi, YSK da buna mı uydu?
Anayasa Mahkemesi, itiraz süresini 22 Mart’tan başlatmakta haklı aslında. Çünkü, beldesinin bir haksızlığa uğradığını düşünenler, bunu en geç 22 Mart’ta kanun Resmi Gazete’de yayımlanınca öğrendiler. Ve o tarihten itibaren itiraz edebilirlerdi.
Bana soracak olursanız Danıştay 8. Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin doğrudan tarih zikrederek üstüne vazife olmayan bir işe kalkışıp idare hukuku alanına girdiğini düşündü ve kendince bir mantık yürüterek, bir yandan Anayasa Mahkemesi kararını örnek aldığını ve karara uyduğunu gösterir gibi yaptı ama bir kritik unsuru değiştirdi, itirazın başlangıç tarihini 6 Aralık’a öteledi.
Oysa Danıştay bu kararını tam da ‘6 Aralık’ta başlar’ dediği konuda bir itiraz üzerine, yani Danıştay kararına göre henüz itiraz süresi başlamadan yapılmış bir itirazı değerlendirirken verdi. Bu ciddi bir çelişki.
YSK da, önünde aynı konuda verilmiş iki prensip kararından Danıştay’ınkini benimsemeyi seçti, böylece Anayasa Mahkemesi kararı bir ölçüde çiğnenmiş, daha doğrusu araçsallaştırılmış oldu.
YSK kararının fiili sonucu, belde belediyelerinin kapanmaması olacak. Hâlâ sayım sonucuna itiraz etmeyen vardıysa artık edecekler ve her yerde seçim yapılacak!
RADİKAL