Kim değiştiriyor?

Ali Bulaç

İlerleme ve evrimleşmenin doğasında çatışma vardır, bu yüzden insan tabiat üzerinde hakimiyet kurdukça bağımsızlaşıp Allah'a, dine ve ahlaki normlara karşı özerkleşmek ister.

İnsanlar arasındaki ilişkiyi çatışmaya dayandıran teoriye "sosyal Darwinizm" denir. Yeni değişim teorisine göre kol gücü yerini beyin faaliyetlerine bırakır, alet kullanımı ve yeni alet icat etme becerisi artar, bu da beraberinde zenginliği ve refahı getirir.

Can yakıcı soru şudur: Zenginlik ve refah artmaktadır da, bu zenginlik ve refah, güç ve iktidar neden adil paylaşılmamaktadır? Çatışmalar, toplumsal çalkantı ve trajediler, kendini bir türlü değişim rüzgârına uyduramayan milyarlarca insanın yetersizliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa yeryüzünü bir arenaya çeviren mütegallibe güçlerin devletleri, bürokrasiyi, ekonomileri, ticaret merkezlerini, borsaları, bankaları, parlamentoları, sivil toplum kuruluşlarını, medyayı, din adamlarını ve üniversiteleri ustalıkla kontrol eden kurduğu sistemden mi?

Ördeklerin ve timsahların serbestçe yüzdürüldüğü bu küresel piyasada, birileri sürekli kazanıyor, milyonlar kaybediyor. Ve herkesten piyasanın din, devlet ve ahlak karşısında özerkleşmesi ideolojisini desteklemesi isteniyor. Slogan şu: "Bir gün size de çıkabilir!" Ama biliyoruz ki, büyük servet hep birkaç kişinin eline geçiyor.

İlerleme inancı ustalıkla "değiştiren aktörü" gizler. Ancak aktör var, bize sürekli bir değişim hali yaşadığımızı, kendimizi -kişisel hayatımızı, aile yaşantımızı, toplumsal düzenimizi, geleneklerimizi, beğenilerimizi, mekân anlayışımızı, oturma ve yaşama biçimlerimizi, politik ve hukuk düzenimizi, idari yapımızı- değiştirmek zorundayız. Yoksa zamanı şaşırmış duruma düşeriz.

Bu değişimden kimler kazançlı çıkıyor, kimler kaybediyor?

Eğer yeryüzünde sefalet, açlık ve çatışmalar artıyorsa, değişim eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri büyütüyor demektir. Milyarlarca insan kaybediyor ve kaybedenlerin sayısı giderek artıyor. Tabii ki kazançlı çıkanlar var. Bunlar da ülkeler bazında Batılı-zengin ülkeler ve dünya nüfusunun yüzde 20'lik en zengin kesimleri. Değişimden kazançlı çıkanlarla "mütegallibe küresel sınıf" bütün yeryüzünü "piyasa"ya çeviriyorlar, yücelttikleri değişimi de her şeyin piyasaya göre nitel ve nicel bir dönüşüme uğramasına çalışıyorlar. Yani aslında değişim kendi asli ve sahih doğasının dışında suistimal edilen ve tahrifata uğrayan politik bir işleme dönüşmüş bulunmaktadır. Her şeye hükmünü geçirmek isteyen bir piyasa vardır ve bu küresel piyasayı kontrol eden aktörler hiç de öyle "gizli eller, belirsiz aktörler" değil, küresel mütegallibe güçlerden başkası değildir. Bunlar insanı, aileyi ve toplumu "kendi değişim projelerinin estirdiği rüzgâr önünde bir sonbahar yaprağı gibi" sürüklemek istiyorlar, insanın, ailenin ve toplumun söz konusu değişime karşı direnemeyeceğini, kentin, ticaretin, ekonominin, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin hep bu yönde akmakta olduğunu telkin ediyorlar, sonra buna insan iradesini aşan "tarihsel ve toplumsal durumlar"ın kaçınılmazlığı adını veriyorlar ki, bu modern cebriyedir. Teorik çerçeveyi özetlersek:

1) Yeryüzünde tamamen insana ait iki etkinlik vardır, biri "tarih", diğeri "irfan-kültür" ve bunun somut beşeri formu olan "toplum". Tarihsel ve toplumsal durumlar insanı belirlemez, aksine insan belirler, çünkü tarih ve toplum insanın eseridir. İnsan iradesiyle insandır.

2) Bu değişim teorisi yataydır, güç ve madde temerküzüne dayanır, dikey-düşey/ahlaki yönelimleri olmadığından kendini gizleyen aktörün ezen gücünü, sömürüsünü, ahlaki zaaf ve tutkularını meşrulaştırmaya çalışır.

3) Değiştiren ve değişimi ideolojileştiren bu güç gizli değildir, piyasayı kontrol eden küresel güçtür. Bu gücün ulusal işbirlikçileri ve ideologları vardır.

4) Bu gücün hakimiyet ve çıkarlarının adresi "piyasa"dır. Her şey piyasanın, yani aslında kendilerini pek yakından tanıdığımız küresel mütegallibe sınıfın öngörülerine ve çıkarlarına göre "değişim işlemi"ne tabi tutulmaktadır ki, bu haksız ve tahripkâr süreçten kadın ve aile de payını almaktadır.

ZAMAN