Kim bu cadılar?

Mümtazer Türköne

 

28 Şubat soruşturmasında dün başlayan ikinci dalga, "cadı avı" paranoyasını artırdı.

Kim bu paranoyanın kurbanları? Öncelikle medya sakinleri. 28 Şubat sürecinde, sokağa sadece Sincan'da çıkan tankların yerini doldurmak için kalemlerini, manşetlerini mermiyi haznesine sürüp, hedefe doğrultur gibi kullananlar. Kelimesi kelimesine aynı kalıbı kullanıyorlar: 28 Şubat soruşturması "cadı avına dönüşmesin", "McCarthy'cilik yapılmasın" ve "intikam çığlıkları atılmasın". Daha düz bir ifade ise: "Soruşturma genişletilmesin." Peki niye?

"İntikam çığlıkları atan" kişi galiba ben oluyorum. Ben bu hesabın en şedit biçimde görülmesinde ısrarlıyım. Tekrarlıyorum: Bir İsm-i Celil'i de "Müntakîm" olan, yani "intikam alan" bir Rabb'e iman ediyorum. Ben mazlumlar adına intikam talep ediyorum. Yargı ise benim bu talebimi teraziye koyup tartacak ve ölçüyü koyacak. Şayet ben intikamcı olmazsam, aynı şenaatleri işlemeye niyetlenenler "nasıl olsa bir süre sonra unutuluyor, kimse hesabını sormuyor" fikrinden cesaret bulacaklar.

"Cadı avı"na ve "McCarthy'cilik"e gelince...

"Cadı avı" tabiri, Batı kültüründe uydurma bir suç ve suçlu ihdas etmenin kişisel hesaplaşmalara dönüşmesini anlatır. Engizisyon, otoritesini pekiştirmek adına "cadılık" diye bir suç icat ediyor. Sonrasında kişisel hesaplar devreye giriyor. Herkes hoşlanmadığı kişiyi "cadı" diye ihbar etmeye başlıyor. "McCarthy'cilik" ise "cadı avı"nın Soğuk Savaş'ın başlarında ABD'de ideolojik kalıplarda yeniden üretilmesini ifade ediyor.

Hepsi Batı kültürüne özgü. Cumhuriyet'in başlarında, 1927'den sonra hızlanan İttihatçı kıyımı, bir "cadı avı" idi. 27 Mayıs'tan sonra Demokrat Partililerin "kuyrukçu" aşağılaması ile takibata uğramaları, bin türlü eziyete maruz kalmaları en yaygın "cadı avı" olarak tarihe geçti. 28 Şubat'ın "cadı avı"nın hatıraları ise hâlâ taze.

"Cadılık" bizim inancımızda da, kültürümüzde de yok. Bu yüzden muhafazakârlar cadı avı yapmazlar. Peki ya dün "cadı avı" yapıp, bugün kendisini cadı gibi hissedenler? Ortalıkta "cadı avı" yok; ama birileri kendisini ısrarla "cadı" gibi hissediyor. Öyleyse, "kim bu cadılar?" diye sormamız gerekiyor. Meselâ, Erol Özkasnak'ın, "28 Şubat sürecinin başarıya ulaşmasına katkılarından dolayı" teşekkür mektubu gönderdiği 40 civarında gazeteci, bu cadılar arasında yer alıyor olabilir mi?

28 Şubat soruşturması, gelen işaretlere bakılırsa çok dikkatli ve özenli yürütülüyor. Savcıların bu soruşturmayı bir siyasî hesaplaşmaya dönüştürmek gibi niyetleri yok. Bu yüzden cadılar korkmasınlar; rahat olsunlar. 28 Şubat döneminde büyük mağduriyetler yaşandı. Cengiz Çandar, babasını andıçlandığı dönemde kaybettiğini söylüyor. Bir hanım, başörtüsü yüzünden hamile iken darba maruz kaldığını ve ikizlerinden birini kaybettiğini anlatıyor. Cengiz Çandar gibi gazetecileri ve siyasetçileri mağdur eden andıcın hazırlanmasına meslekî bilgileri ile katkıda bulunan gazeteciler elbette yargılanacaklar. İkna odalarında psikolojik işkence uygulayarak sistematik insan hakları ihlali yapanlar da. Ama o gün ka'len ve kalemen 28 Şubat'a destek çıkanlar, suçlu kabul edilmeyecek.

Bu cadıların kahir ekseriyeti her dönemde gücün yanında yer almakla tatmin olan tatlı su kalemşörleri ve siyaset erbabı. Kalemlerini ve gazetelerini ayakkabı boyacılarının boya sandığı gibi kullandılar. Meselâ Ertuğrul Özkök'ün asker postalını, attığı manşetlerle parlattıktan sonra aynaya dönen postaldaki aksine bakıp kendisine ne kadar hayran kaldığını hatırlayın. Bunların yeri cezaevi mi? Bence değil.

Eskiden meslekler lonca geleneğinin kurallarına göre icra edilirdi. Bu kurallara göre, mala hile karıştırana verilen en ağır ceza, katrana bulayıp bir eşeğe ters bindirip, sokak sokak dolaştırılıp rezil etmekti. Hepimizin elinde kalem var. Mürekkep lekesine ne dersiniz?

Psikiyatrist, kendisini darı zanneden hastayı terapiye alıyor ve sonunda darı olmadığına ikna ediyor. Hasta tam çıkarken dönüyor ve soruyor: "Doktor bey ben darı olmadığımı anladım; ama ya tavukların bundan haberi yoksa?" Şimdi ne yapmalıyız? "Cadı avı"ndan korkanlara, tavukların durumdan haberdar olduklarını kanıtlayalım mı? Yoksa, "şeytan azapta gerek" diyerek, korkularıyla baş başa mı bırakalım?

ZAMAN