Taha Kılınç / Yeni Şafak
Emekli muhafazakar
“Kurtubalı Hristiyanlar, Arapların şiirlerini ve masallarını okumayı seviyor. Onların fikirlerini çürütmek için değil, daha doğru ve zarif bir Arapça’ya sahip olmak için Arap ilahiyatçıları ve filozofları inceliyorlar. İncil’in Latince tefsirini okuyan veya İsa’nın yaşam ve öğretilerini, peygamberleri veya havarileri araştıran halk şimdi nerede? Heyhat! Tüm yetenekli genç Hristiyanlar, büyük bir şevkle Arap kitaplarını okuyup çalışıyor, büyük masraflarla muazzam kütüphaneler topluyor, Hristiyan edebiyatı ilgiye değmez diye küçümsüyorlar. Dillerini unutuyorlar. Arkadaşına Latince mektup yazan her bir kişiye karşılık, kendini zarafetle Arapça ifade edebilen ve bu dilde Araplardan daha iyi şiirler yazan bin kişi vardır.”
Endülüs Emevî Emirliği döneminde Kurtuba’da (Cordoba) yaşayan Hristiyan bilgin Paul Albar (800-861), Hristiyan gençler arasında gittikçe yayılan Arap ve Arapça hayranlığını bu esef dolu cümlelerle ifade ediyordu (Aktaran: Richard W. Southern, Orta Çağ Avrupasında İslâm Tasavvuru, s. 29, Kutadgu Yayınları).
Hristiyanlar için, Endülüs’teki Müslüman varlığı hiç sona ermeyecek gibiydi. Kendi içlerinde derin çatışmalara savruldukları yetmiyormuş gibi, İslâmî kültür Hristiyan nesilleri de etkisi altına almıştı. Nereden bakarsanız bakın, dindar bir Hristiyan için, durum hiç de “ümit” vadetmiyordu.
Aradan 250 yıla yakın bir zaman geçmişti ki, Avrupa’nın her yerinden toplanan Haçlılar, İslâm ülkelerini baştanbaşa çiğneyerek Filistin’e hücum ettiler ve 1099’da Kudüs’ü ele geçirdiler. Bu defa üzüntü sırası Müslümanlardaydı. Papalığın bizzat kışkırttığı Haçlıların Anadolu, Suriye ve Filistin’de işlediği cürümler öylesine dehşet vericiydi ki, Müslümanlar için adeta “dünyanın sonu” gelmişti. Haçlı Seferleri, Hristiyanların Müslümanlarla Endülüs’ten sonraki ikinci kitlesel temasıydı. Ancak bu defa, değerlendirme ve yorumlara “zafer tonu” karışıyordu. Endülüs’teki yorum ve yaklaşımların aksine, İslâm’a ve Müslümanlara dair yazılanlarda genelleme dolu ezberci üsluplar göze çarpıyordu.
Tarihin akışı yine durmadı. 1187’de Salahaddîn, Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtardı. Sonraki süreçte Haçlılar, adım adım geri püskürtüldü. Arada Moğolların İslâm coğrafyasında meydana getirdiği tahribat Hristiyanları tekrar ümitlendirdiyse de, önce Memlûk ardından da Osmanlı çağları yaşandı. Osmanlı İmparatorluğu, yıkılıncaya kadar, Batı’da Kilise ve Hristiyan din adamlarının inşa ettiği “öteki” imajında ana unsurdu. Eş zamanlı olarak, bütün kollarıyla büyüyüp serpilen Oryantalizm de Kilise’nin istifade ettiği bir malzeme deposuna dönüştürüldü.
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca ise, birbiri ardına ortaya çıkan modern siyasî ve kültürel akımlar, Roma merkezli Katolik Kilisesi’nin gittikçe zayıflamasına yol açtı. İslâm dünyası sömürgeci devletler, işgaller ve iç çatışmalar yoluyla zaten parçalara ayrılmıştı. Böylece karşısındaki “öteki”ni yitiren Kilise, kendi tabanına ve mensuplarına bir şey söyleyemez hale geldi. Kiliseler cemaatsiz ve papazlar muhatapsız kaldı. Zaman zaman “fanatik” bazı sesler yükselse de, Kilise artık dünyanın gidişatına yön verdiği ve Müslümanlara karşı kampanyaların başını çektiği o eski muktedir devirlerinden çok uzaktaydı.
2022’nin son günü 95 yaşında ölen “emekli” Papa 16. Benedictus, yukarıda sözünü ettiğim dönüşüm sürecinin en somut örneklerinden biriydi. 2005’te 78 yaşındayken başladığı papalık vazifesi 2013’te istifa ile sona eren 16. Benedictus, Katolik Hristiyan dünyasını Vatikan’dan yönettiği süre boyunca, çok sayıda krizle yüzleşmek durumunda kaldı. Kilise mensubu yüzlerce papazın taciz ve çocuk istismarıyla suçlanmasından Vatikan içi ekonomik yolsuzluklara, ağır içerikli dosyalar arka arkaya önüne yığıldı. Şahsının ve temsil ettiği makamın hedef alındığı her konuda içli özürler dilemeyi adet edinen Papa, bu adımlarıyla şahsını ve temsil ettiği makamın otoritesini daha da zayıflattı. Nihayet “Ben hasta ve yaşlı bir adamım, böylesine büyük bir yapıyı yönetecek enerjiden mahrumum” diyerek, 11 Şubat 2013’te istifa etti. Sonrasında, Kilise’deki istismar ve taciz skandallarına dair haber ve raporların, Benedictus’un görevi bırakması için hazırlanan bir şantaj senaryosunun parçası olduğu yazılıp çizilecekti.
Papa 16. Benedictus, Katolik Kilisesi içinde “muhafazakâr” kanadın son temsilcilerinden biri olarak görülüyordu. Eşcinselliğin, ateizmin, hedonizmin ve bilumum benzer -izmlerin toplumları her yerinden kemirdiği bir dünyada, Kilise’den geriye ne kaldıysa onları korumaya çalışan emekli bir muhafazakâr…