Kimsenin kutsalına dokunmayacaksınız. Dokunursanız, farklı kutsalları olan insanları bir arada yaşatamazsınız. Kendinize de, düşmanlık oluşturduğunuz bu ortamda bir yaşam alanı bulamazsınız.
Statükonun en ileri halini ifade etmek için 'statükonun padişahı' gibi başka bir kelime bulacaksınız. Kutsalları, siyasetin dışında tutacaksınız.
Türk Ceza Kanunu'nda 216. maddenin üçüncü fıkrasında 'halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama' suçu yer alıyor. Bizim tarihimizde yakın zamana kadar, 'Allah'a veya peygambere hakaret' suçunun basit ve kesin bir cezası vardı. Kutsallara, dinî değerlere hakaret etmenin veya aşağılamanın hemen her toplumda cezaî müeyyideye bağlanmasının sebebi toplumsal barışı sürdürmektir. Bu açıdan bakınca, laiklik adını verdiğimiz prensip kutsalların bu tür saldırılardan korunmasına hizmet etmek zorundadır. Kutsalların siyasî üslûba, bir aşağılama ibaresi olarak yerleştiği ve kullanıldığı toplumlarda laiklik topallamaya başlar.
Cumhuriyet'in tek parti döneminde tam tersi uygulandı ve adına -hâlâ izahı bulunamayan bir sebeple- laiklik adı verildi. İnsanların kutsallarını öğrenmeleri ve öğretmeleri yasaklandı. Sonra kutsallarına müdahale edildi. 1928'de camilere kiliselerdeki gibi sıra koyma önerisiyle başlayan bu tartışma, Kur'an'ın ve ezanın aslî haliyle, yani Arapça okunmasının yasaklanmasıyla devam etti. Yıllarca ezan minarelerden 'Tanrı uludur' nidasıyla okundu. Camiler başka amaçlarla kullanıldı. Türbelerin kapısına kilit vuruldu. Tek parti politikası, vatandaşların kutsallarının aşağılanması, içinin boşaltılması ve tahrif edilmesi yoluyla yeni bir toplum inşa etmeyi amaçlamıştı. Peki, başarılı oldu mu? Hayır. Bu zorlamaların ve düşmanlığın sonucu tam bir fiyaskoydu. Toplum kutsallarına sahip çıktı, 'taassup' adı verilen sağlam zırhın içine yerleştirerek korudu. Baskılar kalktığı zaman da, alabildiğine geliştirdi ve zenginleştirdi. Türklere ve Kürtlere özgü olan Mevlid geleneğinin, bugün her iki toplum tarafından 'Kutlu Doğum' adıyla, miladî takvime göre kutlanması, kutsallara ilave edilen zenginliğe dair sadece iyi bilinen bir örnek. Ancak 'kutsallara düşmanlık' bir siyasî gelenek olarak devam ediyor. Bu gelenek, Kılıçdaroğlu'nun statükonun en ileri biçimini ifade ederken farkında olmadan imdadına yetişiyor.
Kılıçdaroğlu'na 'Ghandi' lâkabı takıldı. Ghandi'nin bağlı olduğu Hindû inancına göre inekler kutsaldır. Ghandi, otobiyografisinde gençken işlediği en büyük günahlardan birinin, bir Müslüman arkadaşı ile birlikte bir parça et yemek olduğunu anlatır. Bir Müslüman olarak Hindûların bu kutsalın bizim için hiçbir anlamı yok. Bizler inekleri, sadece sütünü içmek veya peynir yapmak için kullanmıyoruz; aynı zamanda kesip yiyoruz. Hindistan'da yaşayan Müslümanlardan biri olduğunuzu varsayın. Hindûların bu kutsalına nasıl saygı göstereceksiniz? İnekleri, Hindûların göremeyeceği kapalı mekânlarda keserek. Bizler, Kılıçdaroğlu'nun kutsallarına saygıda kusur ettik mi?
Başörtüsü yasağının kendisi, bütünüyle bir kutsalın aşağılanması değil mi? Ezanı Türkçe okutmakla hanımların başındaki örtüye müdahale etmek arasında ne fark var? Çok laik görünümlü biri, başörtülü hanımların, sakallı erkeklerin çoğalmasından laiklik adına rahatsız olduğunu söylüyordu. 'Bence' dedim, 'onların çoğalmasının hiçbir sakıncası yok, ama sizin gibi onlardan rahatsız olanların çoğalmasının laiklik adına çok sakıncası var.' Sonra da 'iyi ki çok değilsiniz' diye ekledim. İnsanların kutsallarına saygı gösterilmeyen bir yerde laikliği korumak bir yana; tam tersine sadece inanç savaşları başlar. Kutsalların kamu erki tarafından koruma altında olmadığı, siyasetçilerin de bu kutsallara saygı göstermediği bir toplumda sosyal ve siyasal barış kurulamaz.
Kılıçdaroğlu'nun statükoyu resmetmek için kullandığı kutsalı aşağılayan ifadesi bir tesadüf değil. Siyasî üsluba insiyakî olarak yansıyan sağlam bir gelenek bu. Başbakan, tepki gösterince Kılıçdaroğlu çevresindekilere muhtemelen 'ne var ki bu lâfta' bile demiş olmalı. Biz yine de Kılıçdaroğlu'nun ineklerini onu rahatsız etmeden kesmeye ve yemeye devam edelim.
ZAMAN