Referanduma şunun şurasında tam bir hafta kaldı. 'Evet'çilerle 'Hayır'cılar arasındaki mücadele kıyasıya sürüyor. Bu mücadelenin, aslında bir tek, evet bir tek aktörü var: AK Parti Genel Başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan... CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise, referandumda sahne alabilecek gerçek bir aktör, olabilecek gerçek bir 'lider' değil! Kimliğini ve kişiliğini, sadece ve münhasıran AK Parti Genel Başkanı'nın 'mefhum-u muhalifi' olmaktan alan bir göstermelik konumu var Kılıçdaroğlu'nun... Onun 'muhalefet'i, Recep Tayyip Erdoğan'ın 'mefhum-u muhalifi' olmaktan geliyor;- kimlikli ve kişilikli bir muhalefet değil!
Türkiye siyasetinde büyük meseleler, geleneksel olarak, liderler seviyesinde şahsîleştirilme temayülü gösterir. 1950 ile 1960 arasındaki siyasi mücadelenin de 'esas' aktörleri, rahmetli Adnan Menderes ile rahmetli İsmet İnönü idi. Ama şimdi öyle değil! Anayasa değişikliğinin oylanması, olması gerektiği gibi genel ve kamusal bir mesele olmaktan çıktı, 'Evet'in Recep Tayyip Erdoğan'la, 'Hayır'ın da Kemal Kılıçdaroğlu'yla değil, ama altını çizerek yazıyorum, Recep Tayyip Erdoğan aleyhdarlığı ile özdeşleştirildiği özel ve şahsî bir meseleye dönüştü. 'Evet'çiyseniz 'Tayyipçi'sinizdir, 'Hayır'cıysanız 'Tayyip'e karşı!'
'Liderler seviyesinde şahsîleştirme' deyişim, boşuna değil! Mesela, 12 Eylül 1980'deki faşist darbeden sonra 'ressam' ve 'netekim' Kenan Paşamızın yüksek müsaadeleriyle güdümlü bir demokrasiye geçilmek istendiğinde, görünürde lider vasfı taşıyan bir tek isim vardı: Rahmetli Turgut Özal! Ne 'sivil memur' ve ruhsatlı sosyal demokrat Necdet Calp'ın (bildiğiniz gibi, Calp, emekli vali idi!) ne de 'askerî memur' ve icazetli muhafazakâr demokrat Turgut Sunalp'ın (o da bildiğiniz gibi, emekli orgeneral idi!) 'lider' vasfı yoktu! Rahmetli Özal'la yarışacak çapta değillerdi ikisi de!
Ama 12 Eylül cuntasının, Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasî geleceğini dizayn etmedeki devletçi tavrına bakınız;- dikkatle bakınız! Cunta, Türkiye demokrasisini, asker ve sivil bürokratlara, yani Calp'a ve Sunalp'a teslim etmeyi planlamıştı. İktidara Calp'ın ya da Sunalp'ın gelmiş olması, cunta için fark etmeyecekti: Nihayetinde demokrasi, ister asker ister sivil fark etmez, her iki durumda da, bürokratik vesayete emanet edilmiş olmayacak mıydı?..
Özal, Türk halkının büyük desteğiyle 12 Eylül faşizminin bu meş'um ve sakîm planını bozmuştur. Özal iktidarı, Türkiye'de Kenan Evren cuntasının icadı olan Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesi'nin, demokrasi imiş gibi yutturulmasına, halkın özgür iradesiyle indirilmiş bir darbedir;-sivil darbe!
Ulusalcı Kemalist 'Hayır'cı takım, bu defa, 12 Eylül 1980'in, Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesi'nin, rahmetli Turgut Özal'ın Anavatan Partisi'nin (ANAP) cuntaya rağmen iktidara gelmesinden hayırlı dersler çıkarmış gibi görünüyorlar. Önce, hayatta hiç memuriyet yapmamış olan Deniz Baykal'a 'hayır!' diyerek Kılıçdaroğlu'nu CHP'yi tedvire 'memur' ettiler;- tıpkı Calp'ın ve Sunalp'ın Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesi'ni 'tedvire memur' edilişleri gibi- ve ondan (Kılıçdaroğlu'ndan) bir 'lider' çıkarmayı denediler. Ama 1980'lerin Necdet Calp'ı ya da Turgut Sunalp'ı ne kadar 'lider' idiyse, Kemal Kılıçdaroğlu da ancak o kadar 'lider' olabilirdi! Liderliği Recep Tayyip Erdoğan'ın 'mefhum-u muhalifi' olmaktan ibaret kaldı!
Dahası, Ulusalcı Kemalist Bürokratik Vesayetçiler, Kılıçdaroğlu'nun Başbakan'ın 'mefhum-u muhalifi' olmasının işe yaramadığını da görüp, halkı bir Tayyip Erdoğan ve AK Parti düşmanlığına kışkırttılar. Ortalık, ağzından salyalı köpükler saçan 'Şu Tayyip'in ipini ben çekeceğim!' diyenlerle ve "Bu halk Tayyip'e gene 'Evet!' diyecek. AK Parti'den de Tayyip'ten de ancak İsrail yardım ederse kurtuluruz!' diyenlerden geçilmez oldu. AK Parti'den kurtulmak(!) için İsrail'den meded ummak! Başbakan'ı 'ipe çekmek'! Nasılsa alıştılar bunu yapmaya...
Referandum öncesinde Ulusalcı Vesayetçilerin vardıkları nokta, maalesef, budur! 'Hayır!' demeyi düşünen sağduyulu vatandaşlarımıza duyurulur!
ZAMAN