Ersin Çelik / Yeni Şafak
Mahallesinde kalanlar, gidenler ve hesap makinası siyaseti
Dört siyasetçi, dört yeni genel başkan… Fatih Erbakan, Muharrem İnce, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu. Bugün, 2018 seçimlerinden farklı noktadalar. Dört politikacı da kendi partilerini kurdular.
Fatih Erbakan, baba ocağı Saadet Partisi’nden koparak, ‘Erbakan Vakfı’nın temellerini attı ve bu teşkilatlanma devamında Yeniden Refah’ı getirdi. Muharrem İnce, 2018’de kendisini Cumhurbaşkanı adayı gösteren partisiyle yollarını ayırıp yeni bir hareket başlattı. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ise 2018 seçimlerinde imzalarıyla aday gösterdikleri Recep Tayyip Erdoğan’ın çizgisinden saparak kendi yollarını çizdiler.
Yeniden Refah, Memleket, DEVA ve Gelecek partileri kurulduklarında, şu günler öngörülemezdi.
Fatih Erbakan’ın 2018’in kasım ayında “Artık vakti geldi” diyerek duyurduğu Yeniden Refah’ın kısa sürede Saadet Partisi’nin üye sayısını geçeceğini, anketlerde öne çıkacağını ve 2023 seçimlerine giderken AK Parti tarafından ittifak yapmaya ikna edileceğine kimseler ihtimal vermezdi.
Aynı şekilde Muharrem İnce’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’na isyan bayrağı açarak CHP içinde başlattığı ‘Memleket Hareketi’ni partileşmeye götürüp, üzerinden iki yıl bile geçmeden muhalefetin gizli rakibi hatta korkulu rüyası olması da öngörülemezdi.
CHP ve Saadet Partisi tabanlarının bugün yaşadıkları çelişki ve çıkmazın arka planında da İnce ve Erbakan’ın “mahallelerini terk etmeden” siyaset yapmaları var.
Babacan ve Davutoğlu’nun kendilerinden beklenen o etkiyi bir türlü gösterememelerinin temelinde ise içinden çıktıkları mahalleden taşınmaları yatıyor.
İki isim de partilerini AK Parti’nin insan kaynağı üzerine inşa etti. AK Parti içerisindeki rahatsızlıkların yeni merkezi olma iddiasıyla yola çıktılar. 2002’den beri ülkeyi yöneten lider ve partisinin artık yorulduğu, yeni şeyler söyleyemediği, dünya siyasetini okuyamadığı ve tek adamlığı benimsediği tezlerini savunan Babacan ve Davutoğlu, AK Parti’de bakanlık ve başbakanlık geçmişlerine de güvenerek, büyük teveccüh göreceklerini düşünüyorlardı.
Açıkçası böyle bir beklenti de oluşturdular. Özellikle de Ali Babacan ve partisi, AK Parti çevresindeki gençlerin ilgi odağı olma eğilimini göstermişti. Davutoğlu da kendi döneminde yakın olduğu isimleri kopartarak AK Parti içinden yenilikçi bir hareket doğuracağının işaretlerini vermişti. Ancak öyle olmadı. İlgi, alaka, beklenti ve ‘umut’ Babacan ve Davutoğlu “mahalle” değiştirince büyük bir şaşkınlığa dönüştü.
Nasıl ki Muharrem İnce ve Fatih Erbakan’ın bugün ittifak dengelerinde söz sahibi olmaları sürpriz ise Babacan ve Davutoğlu’nun çiçeği burnunda partilerini CHP çatısı altına sokmaları da o denli şaşırtıcı oldu.
Uyuşamadıkları, yanlış buldukları, beğenmedikleri Recep Tayyip Erdoğan’ı siyasetten tasfiye etmek üzere girdikleri yol, Babacan ve Davutoğlu’nu CHP’ye ulaştırdı. Erdoğan’ın her seçimde açık ara yendiği Kemal Kılıçdaroğlu ile “Erdoğan’ı devirmek için işbirliği yapmak” nasıl bir siyasi mühendislik aklıydı bir anlam veremiyorum.
CHP’ye mecbur kalınmış görüntüsü; Babacan ve Davutoğlu’nun AK Parti’nin kuruluşunda yer almalarına, kritik görevlerde ve makamlarda bulunmalarına rağmen içinden çıktıkları “mahallede” kabul görmedikleri anlamını taşıyor.
Diğer yandan “Mahallede kalsaydılar ne olurdu?” sorusuna da yanıt vermek gerekiyor. Yani CHP’ye yanaşmaktansa girdikleri yeni yolu AK Parti tabanına izah edip, “haklıymışlar” dedirtebilseydiler bugün başka ittifakları konuşuyor olurduk. Bu benim tezim ama görüşlerimi dile getirdiğim birçok AK Partiliye göre; Babacan ve Davutoğlu, AK Parti tabanını inandıramadıkları için CHP’ye yanaşmak zorundaydı. Bu da en baştan kaybetmek demek.
Bu nedenle de bir taban inşa etmeden tabelalarını alarak CHP’ye taşınmaktan başka seçenek kalmıyor. Peki yeni mahallelerinde kabul gördüler mi? Asla! Babacan ve Davutoğlu’nun Millet İttifakı’na oy kazandırmayıp bir heyecan uyandırmamalarını CHP tabanı konuşuyor. Sadullah Ergin krizi en belirgini lakin CHP kitlesi neredeyse tüm seçim çevrelerinde benzer çıkmazlar yaşıyor. Zaman zaman örnek veriyorum; 6’lı masa skecinde bile dışladıkları insanlara dayatmayla oy verecekler. CHP cephesinin, milliyetçi ve muhafazakâr liderlere “Şimdi bu mahalledesiniz ama asla bu mahalleden değilsiniz” gözüyle baktıklarının ispatı da Meral Akşener’e üç günde yaşatılanlardır.
Siyasette yeni yol ve yollar her zaman denendi. Devam da edecektir. Babacan ve Davutoğlu’nun tercihleri başka bir sorgulamayı da beraberinde getirdi. Kâğıt üstünde, teorilerle ve hesap makinası ile Türkiye’de siyaset yapılamayacağını gördük.
Fatih Erbakan ve Muharrem İnce ise bir ayaklarını mahallelerinde sabit tutarak siyasetin belirleyici liderleri oldular. Tercih edilen, kapısına gidilen, ikna edilen veya edilmek istenen olmak ile “siyasi parti sığınmacısı” muamelesi görmek arasında dağlar kadar fark var. O nedenle de 14 Mayıs sonrasının tozu dumanı şimdiden beliriyor. Siyaset mühendisliğinin kitabı da bir kez daha yazılacaktır.