Kılıçdaroğlu Diyor Diye Adalet Sorunumuz yok mu?

Gezi’de ‘ağaç’ esas dert değildi, 17-25 Aralık’ta ‘yolsuzluk’ gerçek mesele değildi, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünde de ‘adalet’ ana neden olmayabilir. Ama bizim çevrecilik, şeffaflık gibi adalet diye de bir problemimiz, hem de çok büyük bir meselemiz var

Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak

Beş yıl önce geçirdiğim kaza sonrası ayak bileğimden ameliyat oldum. Aylarca kıpırdamadan yattım. Tarifsiz bir acı yaşıyordum, “Sanki içeride bir şey etimi deliyor” diyordum. Ameliyatı gerçekleştiren doktorsa bu ıstırabımın fiziksel bir nedeni olmadığını, kendi kendime kurduğumu, sorunumun psikolojik olduğunu iddia ediyordu. Doktor ya işte, o işin tahsilini yapmış, “Muhakkak benden iyi biliyordur” diyor, susuyor ve geçmesini bekliyordum. Günler geçti, haftalar geçti.

Derken doktor hazretleri bir gün tatile gitti, geri dönmedi. Kontrol vakitlerim geliyor, geçiyor, ama o bir türlü dönmüyordu.

 

Başka bir doktora gitmekten başka çarem yoktu. Kaza sonrası adeta ayağım elimde bir halde apar topar hastaneye götürülmüş ve o halde hiçbir şey düşünemez vaziyette ameliyata alınmıştım. Bu sefer araştırma fırsatım vardı, İstanbul’un en iyi ortopedi ve travmatoloji uzmanlarından birini tercih ettim. Ben ayağımdaki alçının ve bir kısmı dışarıda olan vidaların alınacağı, ardından fizik-tedavi sürecinin başlayacağı bir döneme gireceğimi düşünürken profesör pat diye, “Bu ameliyat olmamış” deyiverdi. Şaka yapmadığını fark ettiğimde ayağımın altındaki yer kaydı. Beni her şeyin en baştan tekrarlanacağı korkunç bir dönem, eğer acele etmezsem giderek kötüleşecek olan kalıcı bir sakatlık süreci bekliyordu. Emin olmak için bir doktora daha gittim. O da lafı kıvırmadı ve aynısını söyledi. Allah’ın hakkı üçtür dedim, bir üçüncüye daha göründüm, o da aynı şeyleri tekrar etti. Ameliyatımda uygulanan prosedür tartışmaya açık olmayacak şekilde yanlıştı.

Önceki tecrübenin verdiği endişeyle girdim sonraki ameliyata. Acaba o acılara, o ıstıraba tekrar nasıl katlanacaktım? Bir sonraki şaşkınlığımı da o zaman yaşadım. Ameliyat sonrası aylar süren iyileşme döneminde evvelki gibi bir ıstırap yaşamadım.

O zaman anladım ki, ilk ameliyatımda gerçekten bir yanlışlık varmış ve o yanlışlık bana korkunç bir acı olarak dönüyormuş. Bir gün, artık başucumdaki komodinin üstünde dururken dağ gibi biriken ameliyat evrakını toparlayıp kaldırırken karşılaştığım bir detay olan biteni daha net görmemi sağladı. Tesadüfen elimde tuttuğum ilk ameliyat sonrası çekilen röntgenlerden birinde ayak kemiğime yerleştirilen platin vidalardan birinin kemikten çıkıp ilerleyerek etin içine girdiğini fark ettim. Tüm röntgenleri tarih sırasına koyarak bakınca bir de ne göreyim; her röntgende kemiğinden dışarı çıkan sivri bir uç giderek uzamakta... Meğer o vida ilk günden itibaren vücudumun içinde santim santim ilerlemekteymiş, “sanki içimde bir şey etimi deliyor” dediğim oymuş, yaşadıklarım psikolojik falan değilmiş. Öyle zar zor seçilen bir şeyden bahsetmiyorum, çıplak gözle bakan herkesin kabak gibi görebileceği bir durumdu bu. Hastayı dikerken doktorun içeride unuttuğu gazlı bez durumlarından hallice bir tablo vardı karşımda.

En nihayetinde, bana yanlış bir prosedür uygulayarak neredeyse sakat kalmama sebep olacak olan, aylar boyu korkunç acılar içinde kıvranmama neden olup beni bunun ‘psikolojik’ olduğuna inandıran ve nihayetinde tatile gittiğini söyleyip tedavimi yarıda bırakan doktora ve çalıştığı özel hastaneye dava açmaya karar verdim.

Fakat Allah kimseyi hastane ve mahkeme kapılarına düşürmesin. Hastanelerle olan sınavım bitmeye yaklaşırken bu kez de mahkemelerle olan başladı. Hakim gelmedi diyerek ertelenen davaları aylar boyu verilmeyen adli tıp randevuları, gözle görülen bir vidanın kemikten çıkıp et içinde ilerlediğini görmemekte inat eden adli tıp doktorlarından 15 Temmuz kalkışması sonrası görev yeri değiştirilen hakimler, sürekli ertelenen duruşmalar, personel yetersizliğinden gelmeyen raporlar takip etti. Dört yıl oldu, hayatımın en güzel yıllarında, kariyerimin en kritik döneminde bana bunları yaşatan kişilerin yaptıklarının sonuçlarıyla karşı karşıya gelmesini hala bekliyorum. Adalet istiyorum. Ama yargı sürecinin henüz yarısına bile gelemediğimizi görüyorum.

***

Yukarı anlattıklarım kendi hayatımdan küçük bir kesit. Somut biçimde yanlışlığı ortada olan bir tıbbi davada dahi yargı işlevini yerine getiremiyor ki, buradan yola çıkarak siyasi davalar gibi çok daha zorlu davaların nasıl seyrettiğini varın siz hesap edin. İşin içine FETÖ’nün ve FETÖ’cülerin kirli yöntemlerinin girdiği çok daha kompleks olanlardan burada hiç bahsetmiyorum bile.

Kuşkusuz Ak Parti, özellikle sağlık alanında çok büyük atılımlara imza attı. Modern poliklinik ve ameliyathanelerden yeni teçhizata, kamu özel işbirliklerinden şehir hastanelerine çok büyük yatırım yaptı. Ama yargı alanında değişimi binaları modernleştirerek yapamıyorsunuz, güvenlik birimlerine sağlanan teknoloji ve yeni teçhizatlar, adaletin vatandaşa erişimi kolaylaştırma vazifesi görmüyor. Çünkü sağlık alanında iş dönüp dolaşıp nasıl eninde sonunda iyi yetişmiş bir doktorda bitiyorsa, yargıda da tıbbın çok daha ötesinde bir şekilde hakimde, savcıda, avukatta vs. bitiyor. Yani iş dönüyor dolaşıyor insana geliyor, iyi yetişmiş, iyi çalışan profesyonellerde bitiyor.

Kemal Kılıçdaroğlu 18. gününe ulaştığı yürüyüşe benim kanaatime göre tamamen yanlış nedenlerle çıktı. MİT TIR'ları kumpasıyla bağlantılı bir davanın ardından çıkılan yürüyüşün öncesinde 15 Temmuz darbesini ağzına bile almayarak “20 Temmuz darbesini yapanları istemiyoruz” demişti. Yürüyüşünün 6. gününde darbe gecesinden bahsederek “Bana bir söz verilmişti, linç edilen 3 askerimiz vardı, onların da haklarını savunmamız lazım. Onların da faillerinin yargılanması lazım” dedi. 15. gününde katıldığı bir televizyon kanalında ‘kontrollü darbe’ iddialarını yineledi. Ama Kılıçdaroğlu’nun ağzını her açtığında konuya yanlış ve de haksız bir yerden giriyor olması, ‘adalet’ konusunda hiçbir sıkıntımız olmadığı anlamına gelmiyor. Gezi’de ‘ağaç’ esas dert değildi, 17-25 Aralık’ta ‘yolsuzluk’ gerçek mesele değildi, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünde de ‘adalet’ ana neden olmayabilir. Ama bizim çevrecilik gibi, şeffaflık gibi sorunlarımız olduğu gibi adalet diye de bir problemimiz, hem de çok büyük bir meselemiz var. Yargı kurumunun içine yerleşmiş kriptoları temizlemek en kritik iş olsa da yapılması gerekenler bununla bitmiyor, sadece başlıyor.

 

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?