Daesh, İstanbul’dan sonra, bu defa Brüksel’i vurdu. 22 Mart Salı sabahı önce Zaventem Hava Limanı’nda iki canlı bomba patladı. Üçüncü canlı bomba, düzeneği bırakıp kaçtı. Kısa bir süre sonra, bu defa AB kurumlarının bulunduğu mahalledeki Maelbeek metro istasyonunda dördüncü canlı bomba patladı. Teröristlerden birinin (Ibrahim El Bakraoui) geçen Haziran ayında Türkiye’den (Hollanda’ya) sınır dışı edildiği, yabancı savaşçı olabileceği konusunda Belçika’nın da uyarıldığı ama terörle bağlantısı saptanamadığı için serbest bırakılmış olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandı. Belçika medyasında “Koen Gens yalanlıyor” başlığı altında yer bulmuş olsa da, Belçika Adalet Bakanı’nın, “Bakraoui’nin Belçika’da 2014’te şartlı tahliye edilmiş adi bir suçlu olarak bilindiği” ve “Belçika’ya değil, Hollanda’ya gönderildiği” yönündeki sözleriyle Erdoğan’ın açıklaması doğrulanmış oldu.
34 kişinin yaşamını yitirdiği, 200’e yakının da yaralandığı bu saldırıların ardından ilk önlem olarak, Hava Limanı 24 saat bütün uçuşlara kapatılır ve metro, tramvay, şehir içi otobüs ve bazı şehirlerarası tren seferleri iptal edilirken, halka da bulundukları yerde kalmaları, trafiğe çıkmamaları çağrısında bulunuldu. 1 milyon nüfuslu başkentte hayat bütün gün tek kelimeyle durdu. Eğer o akşam derbi değil, herhangi bir futbol maçı ya da herhangi bir spor müsabakası oynanacak olsaydı, mutlaka iptal edilirdi. Mutlaka dememin nedeni, saldırılardan tam bir hafta sonra, 29 Mart Salı günü Kral Baudouin Stadı'nda yapılacak Belçika-Portekiz dostluk maçının güvenlik nedeniyle Portekiz’in Leira kentine alınmış olması.
Daesh ’in Brüksel saldırıları ve konuyla ilgili gelişmeleri toparladığım bu iki paragrafa son cümleleri eklememin nedeni, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, terör saldırılarından ötürü terör örgütlerinden daha çok eleştirdiği hükümet için, partisinin grup toplantısında, Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin güvenlik gerekçesiyle ertelenmesi üzerine sarf ettiği sözler. Ertelemeyle ilgili olarak, "sen bir maçı bile yapmaktan, maça gidenlerin güvenliğini bile sağlamaktan acizsin” diyen CHP Genel Başkanı, konuşmasını “ üstelik seçilmiş bir yer, (üst) aranılarak girilen yer, sen oranın bile güvenliğini sağlayamıyorsun. Sen Türkiye'nin güvenliğini nasıl sağlayacaksın, bu millet sana nasıl güvenecek?” sorusuyla sürdürdü.
Terörle mücadele dâhil her konuda AK Parti’nin karşısında yer almaya özen gösteren CHP Genel Başkanı, eğer son saldırılarda bariz bir güvenlik açığı görülen Belçika’da ana muhalefet lideri olsaydı ne yapardı sorusu takılıyor insanın aklına ister istemez. Michel hükümetine, “sen koskoca bir başkentin, hem de Avrupa kurumlarının kalbi olan bir başkentin dünya ile hava ulaşımını günlerce nasıl kesersin? Şehir içi ulaşımını nasıl durdurur, insanları bütün gün evlerine nasıl hapsedersin? Sen bir hava limanının, üst aranılarak girilen bir yerin güvenliğini sağlayamıyorsun, Belçika’nın güvenliğini nasıl sağlayacaksın? “ diye yüklenirdi olasılıkla.
Aslında Avrupa’nın göbeğinde, Irak ve Suriye gibi iç savaşın yakıp yıktığı, terör örgütlerinin cirit attığı ülkelere değil, Hollanda, Almanya, Fransa, Lüksemburg gibi demokratik ülkelere sınırdaş, Konya ilimizden bile küçük 30 bin metrekarelik 11 milyon nüfuslu bir ülkeden söz ediyoruz. Üstelik daha birkaç gün önce Paris saldırılarının baş sorumlusu olan Daesh’li Salah Abdülselam Brüksel’in kenar mahallesi Molenbeek’te yakalanmış; bildiklerini anlatabileceği kaygısıyla terör örgütünün planlanmış eylemlerini öne alma olasılığı artmış iken… Nitekim Başbakan Charles Michel saldırılar üzerine düzenlediği basın toplantısında “biz bir saldırı olasılığından korkuyorduk, ne yazık ki başımıza geldi“ diyerek bu konudaki ihmallerini üstü kapalı olarak kabul etti.
Canlı bomba ya da silahlı saldırgan, kabul etmek gerekir ki Zaventem Hava Limanı’na, İstanbul ve bazı büyük hava limanlarımızdan farklı olarak, güvenlik kontrolünden geçmeden girilebilmesi büyük bir güvenlik zafiyeti oluşturuyor. Daesh’in saldırı tehdidi olduğu halde, Michel hükümetinin bu konuda acil olarak gerekli önlemleri almamış olması gerçekten de göz ardı edilecek bir ihmal değil. Ne var ki aynı sorun Avrupa havaalanlarının çoğunda mevcut ve şu sırada Avrupa’da en çok tartışılan konulardan biri.
Kılıçdaroğlu’na göre, gelişmiş Avrupa ülkelerinde hükümetlerin ihmali de, güvenlik açığı da yok ki parti grubu toplantısında canlı bombaların açık alanlardaki eylemlerinden ötürü AK Parti hükümetini suçlarken, Michel hükümetine hiç eleştiri yapmıyor. Belki Belçika’daki saldırılar hakkında ayrıntılı bilgi almadığı için, belki de içişlerine karışma anlamına gelir ya da onlar hata yapmaz diye bilmiyorum. Ama konuşmasında, “canlı bombanın eğitim alanına dönüştü Türkiye. Böyle bir anlayış, yapı olabilir mi? Sorumlusu kim” çıkışı yapabiliyor. PKK, Daesh ya da DHP-C yapıyor bu saldırıları ama CHP Genel Başkanı için sorumlu varsa yoksa AK Parti hükümeti. “Bir şeyi daha öğrendik” diyor ve ekliyor: “Türkiye'de yabancı ülkelerin temsilcilikleri var. Onların uyarılarını ne kadar doğru olduğunu öğrendik.”
Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerle kast ettiği geçen hafta Ankara’daki Büyükelçilik, Taksim’deki Başkonsolosluk ve özel lisesini güvenlik gerekçesiyle kapatma kararı alan Almanya’nın uyarısı. Cumartesi günkü canlı bomba saldırısıyla Almanya’nın istihbaratı arasında ilişki kuruyor olasılıkla. Ama o istihbarat sonucu güvenlik güçlerimizce Suriye uyruklu biri canlı bomba üç Daesh’li İstanbul’da yakalanıyor. Bu olayın Cumartesi günkü bombalı saldırıyla ilgisi yok. Ayrıca Alman istihbaratının bu başarılı çalışması, “yabancı ülkelerin uyarılarının ne kadar doğru olduğunu öğrendik” cümlesini doğrulamıyor. Almanya ne kadar başarılıysa, Belçika da, hükümeti ve istihbaratıyla o kadar başarısız.
Aslında Kılıçdaroğlu’nun son parti grubu konuşmasında sarf ettiği sözlerin tutar tarafı yok. Bir kere, terör eylemlerini gerçekleştiren örgütleri değil, ağırlıklı olarak hükümeti sorumlu tutan yaklaşımı yanlış. Örneğin Parti grubu konuşmasında diyor ki “Sen kendi vatandaşının mal ve can güvenliğini sağlayamıyorsun. Böyle bir ortam hazırladın sen. Türkiye’yi bir kaosun içine soktun.” Birinci cümleyle yetinse, terör eylemlerinden sonra söylenecek söz olmasa da, anlaşılabilir belki ama ikinci cümlesiyle Türkiye’nin terör örgütlerinin hedefi olmasını adeta haklı buluyor. Bu yaklaşımın kabul edilebilir bir tarafı olabilir mi?
CHP Genel Başkanı konuşmasında bu sözlerine çözüm karşıtlığını vurgulayarak açıklık getirmeye çalışıyor. “Türkiye neden bu hâle geldi” diye soruyor ve şöyle yanıtlıyor: “birincisi şu: Türkiye, terörle mücadele edeceğim diye terör örgütleriyle masaya oturdu. En büyük hata daha başlangıçta yapıldı yani gömleğin iliği daha en başta yanlış iliklendi. Meşru bir organ, Türkiye Cumhuriyeti bir terör örgütüyle eşit koşullarda masaya oturdu”. Kılıçdaroğlu ikinci nedeni de şöyle açıklıyor: “sadece bu mu? Hayır. Masaya oturdular ama terör örgütünün güçlenmesine ortam hazırladılar, altını çiziyorum, terör örgütünün güçlenmesine ortam hazırladılar. ‘Silahları bırakın’ diye çağrı yaptılar, dönemin başbakanı yaptı çağrıyı “silahları bırakın öyle gidin.’ Onlar dediler ki ‘Hayır, biz silahları bırakmayacağız.’
PKK’nın Çözüm Süreci’ni kötüyü kullanarak yurdun çeşitli bölgelerini patlayıcı, silah ve mühimmat deposuna çevirmesi nedeniyle hükümet ve AK Parti eleştirilebilir elbette. Bunu MHP de yapıyor ama terör saldırıları üzerine, Genel Başkanı, muhalefette oldukları halde, “Türk devletinin elinde silah taşıyan, beline bomba saran Türkiye düşmanlarının hakkından gelecek güç ve yeterliliğe sahip olduğunu” söylüyor. Kılıçdaroğlu gibi terör eylemlerinden ötürü doğrudan hükümeti sorumlu tutmayan şu sözleri sarf ediyor: “ küresel ve bölgesel efendileri hesabına kiralık tetikçilik yapan canilerin bir yanda Doğu ve Güneydoğu'da kan dökmesi, diğer yanda belirli aralıklarla Ankara ve İstanbul'un kalbini hedeflemesi Türkiye'nin Suriyelileşmesi ve Lübnanlaşması amacına dönük hunhar bir stratejinin ara duraklarıdır".
Sayın Kılıçdaroğlu, son terör eylemini yapan Daesh olduğu halde, konuşmasında daha çok Çözüm Süreci’nde yapılan hataları vurgulayarak sanki eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “partinin HDP’lileştiği” eleştirisini yanıtlıyor. Bu bağlamda diyor ki “terör örgütü liderini yere göğe koymadılar ‘Öcalan Türkiye’nin önünü açıyor’ diye açıklamalar yaptılar. Kazara bunu bizim bir milletvekilimiz söyleseydi bugün dünyada kıyamet kopmuştu.” Dürüst bir yaklaşım değil bu; Öcalan’la Çözüm Süreci çerçevesinde görüşmek başka, PKK’nın iç savaş çığlıkları attığı, terör eylemlerini tırmandırdığı ortamda siyasi kolu işlevi gören partiyle aynı çizgiye gelmek bambaşka bir şey. Ayrıca çözümü aramak doğru bir politika, tıpkı size silah doğrultanlara aynı şekilde karşılık vermek gibi… Bu ülkede, neyin ne zaman doğru olduğunu değerlendirebilecek seçmenler var; düşünce ve değerlendirmelerini sandıkta dile getiriyorlar.
Öyle sanıyorum ki Sayın Kılıçdaroğlu seçmenin bu yeteneklerini göz ardı ediyor ki 1 Kasım seçimlerinden bu yana sadece 5 ay geçtiği ve arada yapılan anketlerde oylarını arttıran tek parti olduğu halde AK Parti’nin gitmesini dillendirebiliyor. Diyor ki “kendi vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayamayan bir iktidarın kesinlikle gitmesi lazım, ahlaki olanı budur” AK Parti hükümetten gidecek de yerine kim gelecek, kim getirecek? Tek parti iktidarının olduğu bir ülkede altı ayda bir seçim olmaz ama diyelim ki oldu, sandıktan CHP mi çıkacak?
Kılıçdaroğlu, bunun için olsa gerek, atıfta bulunduğum konuşmasında kantarın topuzunu iyice kaçırıyor. AK Parti’ye sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki terörün de faturasını çıkarıyor ve buna inanmamızı istiyor. “Sadece Türkiye mi” diye soruyor parti grubu konuşmasında ve cevabını da şöyle veriyor: Hayır. Brüksel’de patlayan bombalar da öyle, Paris’te patlayan bombalar da öyle. Tek sorumlusu vardır, AKP hükümetidir. Altını çizerek söylüyorum, bütün bu terör olaylarının tek sorumlusu vardır, AKP hükümetidir. ”Bu saçmalıktan (absurdité) sonra artık Kılıçdaroğlu CHP’sinin değil iktidar olması, oylarını arttırmasını bekleyenler varsa -ki çok değil sanıyorum- tatlı bir rüya görüyor olmalılar.
Başlıkta yönelttiğim soruya dönecek olursam, sık, sık hükümet krizleri yaşayan Belçika’da Mayıs 2014 seçimlerinden 4,5 ay sonra kurulan, biri “francophone” (MR), üçü flaman dört partinin oluşturduğu bir koalisyon hükümeti var. Eğer bu CHP, Belçika ana muhalefet partisi, Kılıçdaroğlu da lideri olsaydı, “kamikaze koalisyonu” olarak adlandırılan bu çok partili zayıf koalisyon hükümetini, Brüksel saldırılarından doğrudan sorumlu tutar ve terörün bitmesi için istifaya davet ederdi herhalde. Terör kurbanlarına mumlar yakarak sessizce ağlayan vakur Belçika halkını bu açıklamasıyla kızdırır ve koalisyon hükümetini oluşturan siyasi partilerle daha çok kenetlenmesini sağlardı büyük olasılıkla.
Serbetiyet