Mustafa Armağan / Yeni Akit
“Türkiye’de Atatürk inkılapları bir gün tehlikeye düşerse Kıbrıs’ı örnek alabiliriz.”
Tek Parti döneminin kalemşörlerinden Falih Rıfkı Atay’ın bu sözü KKTC Anayasa Mahkemesi’nin Kur’an Kurslarının yasaklanması kararıyla en somut tecellisine ulaşmış oldu. Kıbrıs önce İngilizler, Lozan’dan sonra da Türkiye tarafından adım adım laikliğin abidesi olacak bir pilot proje halinde tasarlanmıştı.
Türkiye’de 1950 virajı yüzünden muvaffak olamayan, hatta tersine dönen laikleştirme projesinin nasıl dindışı bir toplum kurmayı hedeflediğini görmek istiyorsak hem son karara, hem de 2 Temmuz 2010 günü Türk Öğretmenler Sendikası mensuplarının Kıbrıs’ta bir Kur’an Kursu’nu basmaları haberine bakmak yeter.
Lakin hem Kur’an Kursu baskını, hem de AYM’nin yasaklama kararı birer sonuç. Asıl üzerinde durmamız gereken nokta ise onları doğuran sebepler. O sebepler ki, Kıbrıs’ın hatırı sayılır bir kısım Türk halkını İslamsızlaştıran, hatta Kur’an/İslam aleyhtarı haline getiren faciaların tohumlarını bünyesinde taşır.
Lozan’la başlayan hatalar zinciri
Lozan’da Kıbrıs’ın İngilizlerce tek taraflı ilhak kararını tanımakla kalmamış, geleceği hakkında ufacık bir ümit kapısı bile bırakmaksızın ada İngiltere’ye terk edilmişti. Lozan’daki müzakerelerde Kıbrıs ne talep edilmiş, ne gelecekte İngiltere’nin terki halinde eski sahibi Türkiye’ye bırakılmasına, ne de ırkdaşlarımızın haklarının korunmasına dair bir ifade konulmuştur.
Dahası, anavatana göçü zorlayacak maddeler sayesinde ilk partide 30 bine yakın Türk Anadolu’ya göç etmiş, böylece hem mal ve mülklerine İngilizlerce el konulmuş, hem de adadaki Türk nüfusu erimişti
Peki, Yunanistan ne yapıyordu? Tabii ki Kıbrıs’ı Helenleştirmek için gece gündüz çalışıyordu. Onlar bu sinsi planı uygularken; Türkiye, benim Kıbrıslılarla işim olmaz deyip konsolosluğunu kapatıyor, üstelik ada ile Anadolu arasında işleyen tek Türk vapur seferini de iptal ediyordu.
Hatta 2. Dünya Savaşında Yunanistan, Nazilerce işgal edilince 50 binden fazla Yunan vatandaşı Kıbrıs’a sığınacak, daha acısı, Türkiye onların sığınmasına üs olarak hizmet verecekti. Kendi elimizle adadaki Yunan/Rum nüfusunu artırıyorduk.
Yunanlar ayrıca misyonerlik faaliyetiyle de Türkleri Hıristiyanlaştırmaya koyulmuştu. 1933-34 yıllarında Hıristiyan yapılan 33 Türk köyünün elemli hikâyesini bizzat Rauf Denktaş anlatmıştır.
Dahası, Türkiye’ye okumaya gelen Kıbrıslı gençlerin parasız okuyabilmeleri için TC vatandaşlığına geçmelerini şart koşunca kendi ayağımıza bir kurşun daha sıkacak, öğrenciler TC vatandaşlığına geçince adayla ilişkilerini kesmek zorunda kalacaktı.
Bitmedi. Yunanistan’da çıkan komünist isyan, ABD desteğiyle bastırılacak ama 100-200 bin civarında Yunan vatandaşı da Kıbrıs’a sığınacak, böylece nüfus dengesi büsbütün aleyhimize dönecektir.
Nihayet Akritas planı... Hem terör hem de ekonomik baskılarla adada kalmaları zorlaştırılan Türklerin göç etmesiyle nüfus dengesi biraz daha bozulacak, buna mukabil Rum nüfusu artmaya devam edecekti.
Bir de manevi tahribat boyutu var ki, kalanların kalp ve kafaları da öldürülecekti.
Manevi tahribatın sonucu
Cumhuriyet gazetesinden haberlere göz atınca Türkiye’nin nasıl “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi gereği İngiliz Yeni Dünya Düzenini rahatsız etmeme politikası güttüğünü anlayabiliriz: “Türk Lisesine hâlâ bir Türk müdür bulunamadı.” (7 Nisan 1936)
“Kıbrıs Türkleri muallim istiyor: Hocaları seçmek hakkı İngiliz elçisine verildi! (12 Eylül 1931)
“Kıbrıs Türkleri, İsmet Paşa’yı Atina’ya giderken yolu üzerindeki Kıbrıs’a davet etti. Ancak Paşa ‘vakit ve imkân bulamadığı’ için gelemeyeceğini bildirdi” (12 Eylül 1931)
Kıbrıs Türkleri; Lozan’dan sonra kendi hallerine terk edilmiş, ancak şapka ve laiklikten taviz vermemeleri sıkı sıkıya tembihlenmiş, İngilizler zorlamadığı halde Türkçe ezan uygulamasına geçilmiş ve Türkiye’de Arapça ezana dönüldüğü halde 16 yıl daha ezanlar Türkçe okutulmuştur. Fazıl Küçük’ün Halkın Sesi gazetesi, Kıbrıs Türkleri arasındaki en ufak bir dinî temayüle gericilik diye saldırıyor, hoca ve vaizleri baskı altına alıyor, dinî eğitimi gericilik diye suçlayıp engelliyordu.
Öte yandan; 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında dinî kimliğe sahip Rumlara herhangi bir kısıtlama getirilmezken, laikperest Türk liderlerinin ısrarıyla dinî kimliğe sahip Türklerin kamu görevine seçilebilme hakkı yasaklanır. Sonuç: Başpiskopos Makariyos Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı olurken laikçi Türkler, Müftü Dana Efendi’yi nasıl ezeceğini bilemez haldedir.
Sonuç, AYM’nin Kur’an Kurslarını yasaklaması. Sebebi bilince buna şaşmak gerekir mi?