Kesintisiz çalışan Kemalist zihin ve Zülfü Livaneli

Markar Esayan

 

4+4+4 adıyla bilinen ve Meclis’te yasalaşıp onay için Çankaya’ya gönderilen İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda yapılan değişikliğin yarattığı deprem devam ediyor. Yasanın özünü desteklediğimi ama Meclis gündemine getiriliş ve tartışılma biçimini onaylamadığımı söylemiştim. İşte tam da bu nedenle yasanın içeriği tam anlaşılmadı. CHP ise paketi ileriye taşıyacak bir muhalefet yapmak yerine tartışmayı ideolojik zeminde tuttu, yasayı İHL ve din eğitimi miyopluğunda görmeyi tercih etti. “Kızların eve kapatılacağına” dair eleştirilere yönelik ve diğer birçok hususta yasada değişiklikler yapıldı, açıköğretim ikinci dört yıllık kademeye kaydırıldı vs.

Ama süren tartışma hep ideolojik zeminde yaşandı. Kaldı ki ben ilk dört yıldan sonrasında bir tercih olarak açıköğretim seçeneğinin yasada yer almasında da sakınca görenlerden değildim. Aynı Ali Nesin gibi, eğitim sistemini mümkün olduğunca parçalamanın öğrencileri toparlayacağına inanıyorum. Keşke din öğretimi özgürce çalışan tarikatların, cemaatlerin, bunlara ait Kur’an kurslarının, Müslüman, Hıristiyan, Alevi ve tüm inanç kesimlerinin özel faaliyetleriyle yapılabilse. Keşke zorunlu din dersi de kaldırılsa böylelikle. Evde Öğretim keşke ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de yerleşik hale gelse ve devlet şu eğitim işinden sosyal sorumluluk dışında mümkün olduğunca geri çekilse, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kaldırılsa. Ama son kanun, en azından var olandan ileri bir duruma taşımıştır eğitim sistemini, bu kesin.

Bazılarının şu anda tüyleri diken diken oluyor bu satırları okurken biliyorum. Bu durum benden değil, Kemalizm, devletçilik, toplum mühendisliği ve din alerjisinin kendine demokrat diyen ve pek çok konuda -vesayet, darbe gibi- gerçekten de böyle davranan kesimlerinde dahi derinlere sinmiş olmasından kaynaklanıyor. Devletin çocukları ailelerinden daha çok önemseyeceği, çocukların tüm faşist düzenlerde ana kural olduğu gibi aslında devletin malı, rejimin ise onları “kötücül, cahil” ailelerinden kurtarmak gibi bir görevinin olduğunu düşünen bir zihin kayması bu ve pek çok yönüyle Kemalist-ulusalcı zihniyetle örtüşüyor. KESK ve Eğitim-Sen gibi sol tandanslı örgütlerin -uğradıkları şiddeti şiddetle kınarken- bu zihniyetin temsilcisi olarak sırf İHL’ler ve başörtüsün yüzünden bu paketi toptan şeytani ilan etmeleri de tarihe geçti.

Geçen hafta konuyla ilgili ibretlik bir yazı okudum.

Vatan gazetesinin solcu ve “demokrat” yazarı Zülfü Livaneli, Sabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü Profesör Dr. Tosun Terzioğlu’nun, Mine Şenocaklı’ya verdiği mülakatta, hükümetin eğitim reformu politikalarını desteklediğini açıklamasına fena bozulmuş ve “tarihî” bir yazı döktürmüştü. Livaneli’nin ateş püskürmesine asıl neden olan ise Terzioğlu’nun “Başörtüsünün ilkokulda da sorun olmaması gerekir” sözleriydi. Livaneli yakından tanıdığı Terzioğlu’nun nasıl olup da bu sözleri sarf edebildiğini “Zamanın ve iktidarların insanları” değiştirmesine bağlıyordu. Livaneli tarihin belli bir noktasında çakılı durduğu ve değişen değil, değişmeyen iktidara tabi olduğu için bu tahlili çok normal. Bu sabitliğinden kaynaklanan feci yazılar döktürüyor köşesinde sık sık.

Livaneli bununla kalmamış -Sabancı Ailesi ve Sabancı Üniversitesi’nde çocuklarını okutan ailelere “Gereğini yapsanıza!” kışkırtmasını da ihmal etmeden- “Yedi yaşındaki kız çocuğunun başını örtmeyi savunan” Terzioğlu’nu insanlığa karşı suç işlemekle itham etmişti. Terzioğlu’nun aslında neyi savunduğunu bile anlayamadan veya bilerek çarpıtarak.

Hepinize gerçekten 30 mart tarihli bu ibretlik yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Çağdaşlığı ve özgürlüğü piyano çalmak, klasik müzik konserine gitmek, Rembrandt sergisi açmak, caz dinlemek olarak tanımlarken, başörtüsünü ise “aklı hiçbir şeye ermeyen küçücük bir yavrunun bir seks nesnesi olarak görüleceğini düşünen hasta zihinli ebeveynlerin kötücüllüğü” olarak tasvir ediyor Livaneli.

Evet efendim, ABD gibi dünyanın pek çok yerinde olduğu üzere, bir aile çocuğunu inancının gereklerine göre yetiştirme hakkına sahiptir. Bu hak uluslararası kanunlarla da güvence altına alınmıştır. Çocuğa yönelik işlenen suçlar ise ceza kanunu alanına girer ve bunlar ayrı şeylerdir. Bir ailenin çocuğunu dindar, ateist öyle veya böyle yetiştirme hakkı bir özgürlük sorunudur. Doğru özgürlük savunusu da kendi değil, başkalarının yaşam biçimlerini savunmakla yapılır, o hakların gaspının devamını istemekle değil.

Yıllarca bu zehirli zihniyet yüzünden eğitim sistemiyle defalarca oynandı. Eğitim sistemi üzerinden insanların çocukları adeta rehin alındı. Sırf İmam-Hatip Liseleri’nde okuyan gençleri kurban etmek için meslek okullarında okuyan on binlerce öğrenci de üniversite hakkını kullanamadı, 28 Şubat Darbesi’nin bu en büyük zalimliğini dönemin çoğu sözde çağdaş-özgürlükçü kesimleri, mesela sendikalar, barolar, odalar, beyaz Türk iş çevreleri destekledi. Kimse de çıkıp “yahu bu bir kıyım, buna nasıl göz yumarsınız” deyip Tandoğan’da miting de yapmadı, polisle alanlarda çatışmadı. Bugün 28 Şubat zihniyetinin devam etmesi için bunlar yapılıyor ama.

Yazıklar olsun sizin çağdaşlığınıza!

mesayan@markaresayan.com

TARAF