#Kesinbilgi mi #Yayalım mı?

Gezi Parkı eylemlerini Türkiye sosyal medyadan takip etti. Beraberinde sosyal medyada kutuplaştı, kavgalar etti, davalık oldu. Gezi sonrasındaki her olay sosyal medyada kaos yarattı.

Yıldız Teknik Üniversitesi Basın Danışmanı Ümit Sanlav, Sosyal Medya Savaşları kitabında Türkiye’nin son dönemine damgasını vuran Twitter ve Facebook gibi platformların gücünü inceliyor. Sanlav’la Gezi protestolarından sonra Soma’da da tekrar kitleleri etkileme gücünü ortaya koyan sosyal medyanın durumunu konuştuk. Sanlav sahte hesaplarla yaratılan karşılıklı savaşın bir kaos yarattığı görüşünde.

Sosyal medya neden bir savaş alanına dönüştü?

Aslında Türkiye’de demokrasi sadece sandıkla gelmez zihniyeti var. Topyekun bir savaş halindeler şu an. En son İngiltere ve Almanya basınında ortaya çıkan bir gelişme var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı ciddi bir savaş halindeler. ‘Cehenneme git’ demeye varacak kadar cüretkâr olabiliyorlar. Bunlarla aynı kafada bazı insanlar var, özellikle dışarıya karşı ‘Bakın Türkiye’de Amerika, Almanya ve Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte hareket ediyorlar.' Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda en büyük gücü sosyal medyadan alıyorlar. Sosyal medyada örgütleniyorlar ve sosyal medyayı bir avantaj olarak kabul ediyorlar.

Özellikle Gezi protestolarıyla başlayan bir süreç de var. Halkta dertlerinin medyada görünür hale gelmediğini düşünen bir kesim de var. Patrick Cockburn’ün de Gezi sırasında Independent’ta yazdığı gibi, medyanın çekildiği alanı sosyal medya doldurdu. Yani gazetecilik ehliyeti olmayan kullanıcılar buradan seslerini duyurmak istedi. Yani medya insanların sesini duyurmadığı için sosyal medyanın ön plana çıktığını düşünüyor musunuz?

Geleneksel medyayla sosyal medyanın temelde böyle bir farkı var. Geleneksel medya yayıncıdan alıcıya doğru tek taraflı bir medyadır. İtiraz hakkınız yoktur. Tamamen tek taraflıdır. Bir gazetenin santraline ulaşacaksınız, o haberle ilgili muhatabınızı isteyeceksiniz. O oradaysa, ya da ruh hali size cevap vermeye müsaitse itiraz edeceksiniz. O kişi de sizi dinleyecek, değerlendirecek. Tekrar araştıracak. Yeniden haber yazacak. En az bir, iki gün. Sosyal medyada insanlar kendilerini daha rahat ifade edebilirler. Temel fark bu. Ama Türkiye’de olan olay böyle gelişmiyor. Tek bilgisayardan idare edilen binlerce hesap var. Bununla bir algı yaratılıyor. Herkesin bireysel fikri bu değil. Bin hesap tarafından aynı anda bir algıya yönelen bir yorum ifade edildiğini düşünüyorum. Seçim zamanlarında meydanlarda dolaşan otobüsler, arabalar bangır bangır müzikler çalıyor. İnsanlar en fazla sesi çıkana oy vermiyor tabii ki ama bilinçaltına yerleşiyor. Tek bilgisayardan binlerce hesabın ortaya koyduğu bir algı olduğunu düşünün. İster istemez insanların bilinçaltına yerleşiyor. Doğrudan toplumun aynası olmuyor sosyal medya.

 

Yani medyanın görevini yaptığını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle düşünmüyorum. Türkiye’de şu an net haber alacağınız bir medya yok. Bir yerde bir olay oluyor. Bir medya mensubu ‘ben bunu yazdığımda falanca ne düşünür diye bunu yazmıyor’. Karşı tarafın medyası da ‘bunu yazdığımda karşı taraf ne düşünür’ demiyor. Tamamen birilerine odaklanmış bir medya var. Diyelim ki bir yerde bir patlama oldu. Gerçekten ne oldu bunu öğrenemiyorsunuz.

Mesela medyaya güvenin kaybolmasından sonra insanların tek bilgi kaynağı sosyal medya oldu. Otosansür de oluştu. Bilgi alma özgürlüğünün sosyal medyaya yani gazetecilik ehliyeti olmayan bir platforma emanet edilmesinin yarattığı bu güven sorunu nasıl düzelecek? Bu bizi daha vahim bir tabloya götürmez mi?

Bu çocuk kaybolması olayına değinmek istiyorum. O mesela spesifik bir örnekti. Sosyal medyanın bütün güzelliklerini, avantajlarını yaşadık. İnanılmaz bir farkındalık yaratıldı. Bütün ilgi oraya çekildi. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler geldi. Bu sosyal medyanın ne kadar faydalı olacağını gördük. Yine örneklerle gidelim. Başbakan'ın yumruk attığı adam olayı. Ya oarda ben gerçekte ne olduğunu hâlâ kavrayabilmiş değilim. Muhalefetin güdümünde olan gazetelere bakıyorsunuz, ‘Başbakan gitti, erkeksen gel dedi, vurdu’ diyorlar. Öbür tarafa bakıyorsunuz ‘Başbakan onu korumalarından kurtarmak için hamle yaptı’ diyor. Böyle bir kaos var. Bunu aşmamız lazım. Sosyal medya gazetecilerin boşluğunu dolduramaz. Çünkü sosyal medyada bir ehliyetsizlik var. Kim, ne yazdığını bilmiyor. Çok ciddi bir bilgi kirliliği var. İki aynalı laf söyleyen 

herkes o gün popüler olabiliyor. Mehmet Ali Birand defalarca öldürüldü, ‘Ciguli 15 günde bir öldü’ haberi çıkar. Gezi olaylarında yok panzer ayağını ezmiş, bacağını koparmış. Her alanda spekülasyon yapmak mümkün.


Soma sırasında siyasetçlerle kullanıcıların karşılaşmasından da sorunlu iletişimler çıktı ortaya. Mesela Anayasa Profesörü Burhan Kuzu takipçileriyle küfürleşmeye giden diyaloglar yaşadı. Twitter’ı aktif kullanan Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, İstanbul’daki bir park forumundaki bir ifadeyi tırnak içinde aktaran BBC muhabirini hedef gösterdi. Sizce siyasilerin sosyal medya karnesi nasıl?

 

Siyasileri bir marka olarak düşünelim. Markaların sosyal medya kullanımı çok daha farklı olmalı. Yani sizin sosyal medya kullanımınızla, Al Jazeera’nin sosyal medya kullanım tarzı birbirinden kesinlikle farklı olmalı. Siyasilerin bir kere sürekli bilgisayar başında oturma lüksleri yok. Arazide olacaksın, çalışacaksın, kanun çıkaracaksın. Bilgisayar başındaki o zaman siyasetçi için kayıp bir zamandır. Siyasilerin ve markaların sosyal medya işlerini uzmanlar yapmalı. Yerel siyasetçilerin mutlaka o yörenin üniversite öğrencilerinden oluşan bir sosyal medya ekibi olmalı. Çünkü sosyal medya kullananların yüzde 84’ü genç. O gençlerin dilinden onlar anlar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı için mutlaka enerjiden anlayan biri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı için mutlaka bir pedagog bu işi yapmalı. Kendi bulunduğu makama hâkim sosyal medya uzmanlarıyla hareket etmeliler. Yoksa Burhan Kuzu gibi küfürleşmelere kadar gider yani. Bir de siyasetçinin sosyal medyadaki temel düsturu haklı olmak değil, gönül kazanmak olmalı. Siz orada bir kişi karşısında haklı olabilirsiniz ama orada klavyenizden kaçacak bir kelimeyle milyonları kendinize düşman edebilirsiniz.

Twitter’a baktığımızda karşılıklı tepkileri okuyunca ‘Bu insanlar bir araya gelse savaş’ çıkar düşüncesine kapılıyor. Ama aslında yüz yüze gelince aslında böyle değil. Acaba biz toplum olarak klavyelerimizin başına geçince mi agresif oluyoruz?

Sosyal medyanın asosyal birtakım etkileri var. İnsanlar kendi bilinçaltındaki kimi cinsel özellikleri ortaya çıkarıyor. Ben bunları kar maskeli soygunculara benzetiyorum. Normalde adam banka soymaz ama kafasına kar maskesi geçirince kimliğini gizlediğinde farklı biri olabilir. Polis mesela neden robokop kıyafeti giyiyor. O psikolojiye giriyor. ‘Ben emir kuluyum, aldığım emri hüküm vermeden, inisiyatif almadan yerine getiririm’ diyor. O kıyafet ona bu düşünce yapısını veriyor. Sosyal medyada da insanlar kendi kimliklerini gizledikleri zaman bilinçaltındaki istediklerini ortaya koyacaklarını sanıyor. 2007 yılında ADSL teknolojisinin gelişiyle birlikte sosyal medya sanallıktan çıkıp gerçeğe dönüştü.  Çok fazla algı yönetimi yapılmaya başlandı. Normalde sosyal medyada fikirler çarpışmalı fakat bundan yola çıkarak kitleler sokaklara dökülüyor. Ben bunu yanlış buluyorum. Çünkü neyin peşinden gittiğinizi bilmiyorsunuz. Size bu bilgiyi veren, sokağa döken insanın gerçek niyetini bilmiyorsunuz. Berkin Elvan olayı mesela. Berkin Elvan ölürse sokağa çıkarız algısı yaratıldı. Seçimlere 15 gün kala Bekin Elvan öldü. Ve insanlar sokağa döküldü.

 

 

 

Marshall McLuhan’ın 'Understanding Media / Medyayı Anlamak' kitabında bir sözü var;  ‘Yenilik geleneksel medyaya sürekli baskı yapar. Ta ki geleneksel medya dönüşene kadar’ diye. Sanki arada bir can çekişme de var. Acaba sosyal medyayı geleneksel medyanın kavramlarıyla mı eleştiriyoruz biraz? Hükümetler, daha resmi olmak zorunda olanlar …

Sosyal medyanın güzelliği bu aslında. Herkese bir kullanım alanı açıyor. Yaşlılar ilkokuldaki arkadaşlarını buluyorlar. Gençler gelecekteki arkadaşlarını buluyorlar. Haberciler haber almakta kullanıyor. Ben buradan bir ateş görüyorum, ‘Sultanahmet’ yazıyorum anında orada ne olduğunu öğreniyorum. Mutlaka oradan birisi bir tweet atmıştır illa ki. Gazetecilerin de bu çok ciddi enstrümanlarından biri oldu. İlk zamanlar önemli gazetelerden biri sosyal medyaya karşı çıktı. Bir rakip olarak gördü. ‘Hiçbir şey benim gazetemin yerini tutmaz’ dedi. Hatta internet sitesine de karşı çıktılar. İnternet kağıdın yerini alamaz diye düşündüler. Çünkü sosyal medya herhangi bir uzmanlık gerektirmeyen bir mecra. Bir gelişme olduğunda kim onu paylaşmış ona bakıyorum. Köklü gazetelerden biri atmışsa doğrudur. Yüzde 70 doğrudur. O da gerçi bir yerden etkilenmiş olabilir. Geçen pazar mesela ‘Acun Ilıcalı trafik kazasında öldü’ diye bir şey gördüm. Baktım Ensonhaber.com. Güzel bir site yani aslında. Ciddiye aldım. Sonra baktım diğer sitelerde yok. Adreste link vardı. Baktım virüs olduğunu anladım. Gazeteler sosyal medyayı bir enstrüman olarak kullanmaya başladılar.

Sosyal medyanın artısı, eksisi başka ülkelerde de böyle işliyor. Sahte hesaplar var. Tröller var. Siyasetçiler bire bir muhatap oluyor. Güzelliği ve tehlikesi de orada. İnternetin en büyük vaadi normalde tanışamayacağınız insanlara, görüşlere, bilgilere ulaşmaydı. Ama gerçekte herkes kendi ‘kanka’larıyla, kendisi gibi düşünenleri takip ediyor. Sadece kendi söylediğimin yankısının bana geri gelmesi söz konusu.

Ama sahte hesaplarla bu dediğiniz kırılmaya çalışılıyor.

 

Aljazeera/Osman Kaytazoğlu

 

Haber Haberleri

'Çarşı'nın Gezi davasında tüm sanıklar beraat etti
Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti