Kesin, Dış Güçlerdir!

Halil Berktay İran’daki olayların değerlendirilmesinde bir kere daha ortaya çıkan sefalete değindiği yazısında siyasal ve toplumsal hadiseleri dış mihraklar söylemiyle açıklamaya çalışmanın komikliğini vurguluyor.

Halil Berktay’ın Serbestiyet’te yer verilen konuya dair ki yazısı şöyle:

Dış Mihraklar, Kökü Dışardalar

[6-7 Ocak 2018] Biliyorsunuz, bütün dünyayı (1) dış mihraklar; (2) onlarla işbirliği yapan kökü dışardalar yönetiyor.

Herşey açıkta, gözümüzün önünde cereyan ediyor. Bakın, Irak Kürdistanı, özellikle de Talabanilerin hâkim olduğu Süleymaniye kenti ve çevresi, günlerce süren kitle gösterileriyle  sarsıldı. Besbelli ki Kürt düşmanı bir takım dış mihraklar IKBY’yi karıştırmak niyetinde.

Hoppala! Şimdi İran’da da halk, Meşhed’den başlayarak sokağa döküldü. Protestolarda belki 30 kişi öldü, belki daha fazla. Yok pahalılıkmış, yoksullukmuş, baskılarmış. Neyse ki en üst iktidar mercii olan Dinî Lider konumundaki Ayetullah Ali Hameney, eylem dalgasının ardında “İran’ın düşmanları”nın olduğunu açıkladı.

Venezuela’da, zaten “Chavizm”in giderek kurumlaşması ve katılaşmasına karşı bütün muhalefet Amerikan emperyalizminin oyunu. Eh, Maduro da ne yapsın? Elbette (yanlış anlaşılmasın, asla kendini değil) tamamen ülkesini korumak adına, Sosyalist Parti’sinin devrimci diktatörlüğünü adım adım pekiştiriyor. Eli sopalı militanlarını parlamentoya saldırtıp rakip milletvekillerini dövdürtüyor. Sonra o meclisi tamamen yetkisizleştirip tek-yanlı seçim yapıyor. Ortalıkta binlere varan faili meçhul. Başsavcı Luis Ortega, kendi can güvenliği kalmadığı için ülkeyi terkedip kaçıyor. Ama işte Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, olası “insanlığa karşı suçlar” hakkında soruşturma açılmasını istemekle, bir anda bütün gerçekleri fâş ediveriyor.

Çin ve Rusya deseniz, ezelden beri dış komplolarla yüz yüze. Bir zamanlar Sovyetler Birliği, uluslararası kapitalizmin, tekelci burjuvazinin ve CIA’nin baş hedefiydi. Uydurmadıkları yalan yoktu, sosyalizmin anavatanı hakkında. Yok efendim emredici planlama verimsizmiş, kolhoz köylüsünün ürünü ucuza kapatılıyormuş,  bu yüzden marketlerde raflar bomboşmuş, özgürlük yokmuş, itiraz eden kendini Sibirya’da, Gulag’da buluyormuş... Ne korkunç! Şimdi benzeri iftiralara, özellikle demokrasisizlik noktasında, Putin’in “Büyük Rusya” ve Xi’nin (Şi Cinping’in) “Büyük Çin” projeleri muhatap oluyor.

Kuzey Kore’yi de es geçmeyelim; bu komünist hanedan devleti (ne demekse), ABD’nin yıkıcı faaliyetine karşı direnmenin nihaî çaresini, “Amerika’nın her yerini vurabilecek” nükleer silâhlara ve uzun menzilli füzelere kavuşmakta buldu.

Bu örneklerin hepsinde ve daha nicelerinde, inanın ki hiçbir içsel dinamik söz konusu değil. Ne reel eşitsizlik ve adaletsizlikler var, ne haklı şikâyetler, toplumsal uçurumlar ya da otoriter rejimler. Hepsi uydurma, hepsi manipülasyon. Hepsi dışarıdan ve yukarıdan dayatma. Değil mi  ki Batı istiyor; sırf bu, karşı çıkmak için yeterli neden. Lenin’in ve Komintern’in teorisi yüzde yüz haklıydı. Yeryüzündeki en büyük gericilik, emperyalizm = Batı. Dolayısıyla dışardan gelen her şeye karşı çıkmak lâzım. Daha da net söylersek, dışardan ve hele Batıdan gelen her şeye her karşı çıkış, ya da her karşı çıkan güç, şu veya bu şekilde iyiyi, haklıyı, doğruyu, ilericiliği temsil ediyor.

                                                                        *          *          *

Türkiye de öteden beri farkında ve mağduru bu oyunun. Zaten 19. yüzyılda başlamıştı, Tanzimat ve Islâhatın dışardan, Düveli Muazzama tarafından dayatılmasıyla. Oysa hiçbir gereği yoktu modernleşme reformlarının. Nasıl olsa idare ederdik, ama tamamen sübjektif (ve yanlış) bir tercih yapıldı işte. Derken bir ara kılık değiştirdi dış şeytan; “bizi yutmak isteyen emperyalizm ve bizi mahvetmek isteyen kapitalizm” olmaktan çıktı ve Sovyetler Birliği ve/ya Komünizm kılığına bürünüverdi. Kabaca 1945-1990 arasında “dış mihraklar... yabancı ideolojiler... kökü dışarda akımlar” dendiğinde hep Marksizm, sosyalizm, komünizm anlaşılageldi.

Neyse  ki Sovyetler çöktü ve Soğuk Savaş sona erdi de, ne Batının bize ihtiyacı kaldı, ne de bizim Batıya. Birikmiş tecrübemizle tekrar yolumuzu bulduk, yeni bir mecraya girebildik.

 (Not: Bu yazıdaki hiçbir görüş, Batının kendi günahlarının apolojisi, ya da mutlak içselciliğin karşısına mutlak dışsalcılığı geçirme çabası olarak yorumlanamaz.)

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!