18 Temmuz Pazar, Hizbu’t-Tahrir’in Beyrut’ta uluslararası konferansı düzenleyeceği tarihti. Konferansın süresi bir gündü. Ama ertesi gün de bir basın toplantısı düzenleneceği ifade edildi.
Kaldığımız otel epey uzak bir mesafede bulunduğundan sabahın erken saatlerinde kahvaltı ettikten sonra yola çıktık. Gece serin rüzgârların altında epey uzayan sohbetimiz sebebiyle geç yatmamızdan dolayı yarım kalan uykumuzun bir kısmını yolda ifa ettikten sonra henüz program başlamadan konferansın düzenleneceği Le Bristol Hotel’e geldik. İçeri girdiğimizde konferansın başlama saati geldiği halde salonun henüz yarıya yakın bir kısmı boştu ve iştirakler devam ediyordu. Yani bu tür sosyal etkinliklerde “gecikme payı” İslâm âleminde artık bir gelenek halini almış. Ondan dolayı belirlenen saatte başlayan programlar kuraldışı hareket etmiş oluyor ve geç gelenlerin yetkilileri “biz gelmeden niye programı başlattınız?” diye hesaba çekme hakları oluyor.
Kur’an tilavetiyle programın açılışı yapıldığında konferans salonunu dolduracak bir kalabalık da oluşmuştu. Katılanlar arasında farklı siyasi akımlardan şahsiyetler gözüme çarptı. Hizbullah’ın ileri gelenlerinden ve kendisiyle Kudüs Müessesesi’nin çatısı altında sıkça buluştuğumuz Hasan Hudruc, Arap dünyasındaki sivil örgütlenmelerin ileri gelen isimlerinden Maan Beşşur, Ürdün’ün eski Mühendisler Sendikası Genel Başkanı Leys Şebillat, Lübnan’daki Cemaati İslâmiye’nin bazı ileri gelenleri, Filistin direnişinin muhtelif kanatlarının temsilcileri mevcuttu. Ama yine de pek geniş yelpazeli bir katılımdan söz etme imkânı yoktu. Bu durum Lübnan’daki bazı siyasi akımların bu hareketin faaliyetlerine mesafeli durmayı tercih ettiğini gösteriyordu. Teşkilat mensuplarına bu konuyu sorduğumda Lübnan yönetiminin Hizbu’t-Tahrir’e yasal bir siyasi parti olma hakkı vermesine rağmen yakın takibinin devam ettiğini ve bu yüzden mesafeli durulduğunu söylediler. Ama dışarıdan edinilen intiba, teşkilatın kendisinin diğer çevrelerle ilişki kurmada izlediği tutumun yani tepki ve suçlamaların biraz ağır basmasının da bunda etkili olduğunu gösteriyordu.
Örgütün bu şekilde basına ve halka açık bir konferans düzenlemekteki amacı tabii ki öncelikli olarak örgütsel mesajlarını sadece kendi tabanına değil geniş bir kitleye ulaştırmak için fırsat oluşturmaktı. Fakat bizim gördüğümüz kadarıyla bunun kadar önem ve öncelik taşıyan bir amaç da gizli örgüt imajını silmekti. Kaynağı ve sebebi ne olursa olsun “gizli örgüt” imajı, açık mesaj amacına ters düşüyor. Ondan dolayı hâkim sistemleri ve onların meselelere yaklaşımdaki çizgilerini red ile “gizli örgüt” vasfının aynı şey olmadığını anlatmak için fırsat ve imkânlar oluşturmak istiyorlar. Bunun yanı sıra sistem nezdinde meşrulaşma ile toplum nazarında meşrulaşmayı birbirinden ayırdıklarını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Fakat bu teşkilatın söylemde izlediği metodu ciddi bir şekilde gözden geçirmesinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Söylemin iki yönü var. Biri ne olmadığını, diğeri ise ne olduğunu ifade etme. Fertlerin ve teşkilatların çoğu ne olmadıklarını anlatırken başkalarının eksik ve yanlışlarından yararlanırlar. Ama bunu söylem merhalesinde ortaya koymak kolaydır. Eylem merhalesindekilerin yanlışlarına bakarken maruz kaldıkları gerçeği de okumanın zorunluluğunu düşünmek ve eleştiriyle ithamı, mahkûm etmeyi birbirinden ayırmak gerekir. İyi niyete dayanan eleştirinin amacı ıslah ve hatanın düzeltilmesinde kardeşine yardımcı olmak, itham ve mahkûm etmek ise onun üzerine çizgi çekmektir. “Senin şu meseleyle ilgili politikan ABD çıkarlarına yarıyor” demekle onu “ABD ajanı” ilan etmek arasındaki fark gibi.
Konferansta İslâm âleminin önemli birtakım sıcak meseleleri üzerinde duruldu. Bunlar coğrafi bölgelere göre kategorilere ayrılmıştı ve o çerçevede tahlili yapıldı. Sunumlarda önce sorunların genel bir çerçevesi ortaya konuyor, sonra da çözüm formülleri sunuluyordu. Bu formül aynı zamanda tercih edilen bir görüş olarak takdim ediliyordu.
Sunumların birinci kısımları genel itibariyle vakıayı, mevcut durumu sergilemekten ibaretti. Çözüm formülleri veya tercih edilen görüşler eklendiğinde bir vakıa bir de ufuk gösterilmiş oluyordu. Fakat bu ikisi arasındaki mesafenin katedilmesi için kademeli, tedrici ve şer’î boyutlara göre izahı bulunan bir aktiviteye ihtiyaç var. Aksi takdirde bir anka kuşu hiç kimseyi bulunduğu yerden ufukta gösterilen noktaya götürmez. Eğer birileri bu mesafeyi katetmek için eylem merhalesine geçmişse, şartların mümkün kıldığı ile mümkün kılmadığı arasında bir sınıflandırma yapma zorunluluğu duymuş, birini plan diğerini ideal kategorisine koymuşsa onlara hemen reddiyeci yaklaşmamak, sadece eleştirici olmamak aynı zamanda yardımcı ve destekçi olmak gerekir.
VAKİT