Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
Kendine “onurlu bir ölüm” ısmarlayanlar...
19. yüzyıldan itibaren sağlıktaki gelişmeler neticesinde, özellikle anestezinin ve antibiyotiğin tedaviye dahil olması ile birlikte hayatın her safhası “tıbbileşme”ye başlamış, dolayısıyla ölüm de ebedî dünyayı hatırlatıcı özelliğini kaybetmiş, yenilmesi/”evcilleştirilmesi” gereken bir durum olarak kabul edilmiştir.
21. yüzyılda bütün ölümler erken ve bütün ölümler yanlış ölümdür artık. Doğduğumuz için, ölümlü olduğumuzdan değil, “bir sebepten dolayı ölürüz” bilimin ve tıbbın nezdinde.
Ölümlü olduğumuz bilgisi akıldan çıkarılmadan yaşandığı dönemlerde soru “Ruhi tekamülü, irade eğitimini sağlamak için nasıl yaşamalıyız?” sorusu iken modern dönemde soru, “Nasıl yaşarsak daha uzun yaşarız?” sorusuna evrilmiş, 21. yüzyılda ise soru “Sonsuza kadar yaşayabilecek miyiz?”e dönüşmüştür.
“Ne zaman ölümsüzlüğe kavuşacağız?” sorusu Batılı, zengin, seküler kesim için “hayatidir”.
Dünyanın “geri kalan” bölgesi, erken ölüm hakikati ile başa çıkmaya çalışırken ileri endüstri toplumlarında ölüm gündelik hayat gerçeği olarak değil, tüketimi arttırıcı bir “hatırlatma” olarak, sadece reklam sloganlarında yer bulur: “Ölmeden önce görülmesi gereken 100 yer, ölmeden önce tadılması gereken 100 yiyecek, ölmeden önce seyredilmesi gereken 100 film” vs. Ya da ölümün tıbbileşmesi ile, ötenazi olarak.
Ölümsüzlüğe kavuşturulacak bedenler ancak “hasarsız bedenler” olarak kabul görür. Hasarlı bedenler, yaşlı bedenler için “hayat kalitesi”, “onurlu yaşam” kavramları eşliğinde ömrünü sonlandırma “atölyeleri/seansları” hizmete sunulur.
Tıbbın hakimiyetindeki hayat felsefesinin ilkesi şudur: Bir insan “onurlu bir yaşam” sürdüremiyorsa, tıbbi destek ile kendisine onurlu bir ölüm ısmarlayabilir.
“Tıbbi destekli intihar”, ötenazi denilerek, yani “güzel ölüm” muhtevası ile desteklenerek bütün kitabi dinlerin yasakladığı “isyan” yükünden kurtarılıyor.
“Hekim destekli intihar”ın 1990’lardaki en amansız uygulayıcısı Doktor Jack Kevorkian’dı. Kevorkian 1990’lardaki bütün olumsuz sıfatlarından arındırılarak tarihe geçecek büyük ihtimal. Kevorkian’ın uygulamaları giderek daha çok ülke tarafından benimseniyor ve “tıbbi destekli intihar”, “bireyin hayatını sonlandırma hakkı” olarak kurumsallaştırılıyor.
“Yaşlı Avrupa” için “tıbbi destekli intihar”, bakım yükü ekonomik maliyet olarak gittikçe artan yaşlı nüfusu “bir an önce gitmeye ikna” eden bir “çalışma.
19. yüzyılda, mesela İsviçre Alpleri gibi bazı bölgeler sağlık merkezi sıfatını hak etmişti. 21. yüzyılda bazı şehirler “ölüm merkezi” olarak kabul göreceğe benziyor. Gezegendeki bazı ülkelerin, bazı ülkelerdeki bazı eyaletlerin, bazı eyaletlerdeki bazı şehirlerin “ölüm merkezi” olarak öne çıkması, ister istemez Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş romanını hatırlatıyor. Mesela, ABD’nin Oregon eyaletinde altı aydan az ömrü kalan ölümcül hastaların uzman hekimler tarafından yazılan ilaçlarla “dünyada çektikleri sıkıntı”yı sonlandırmalarına “müsaade” ediliyor. “Haysiyetli ölüm kanunu” ile... Sağlık turizminden sonra sırada “ölüm turizmi” var.
“Tıbbi destekli ölüm” taraftarları, insanlığın binlerce yıldır sürdürdüğü hayat döngüsünü değiştirmek için “tercih”, “onurlu hayat”, “ kaderini inşa etme” kavramları eşliğinde tıbbın himayesinde bir bireysel faşizm inşa ediyorlar. Tıbbın ve teknolojinin imkanları, tıbbın insanı yaşatma hedefi ile çelişse de “ölüm ile randevulaşma eylemi”ni yaygınlaştırmak üzere kullanılıyor.
Mart 2020’de bütün dünya COVID 19’un sebep olduğu ölümlerle ilgilenirken birkaç ülke daha “tıbbi destekli intihar”ı yasallaştırdı. Hollanda ve Belçika’dan sonra Kanada ve İspanya da pandemi günlerinde ölüme aralanan kapıyı tıbbi destek ile artırabileceğini vadetmiş oldu vatandaşlarına. Her yeni düşünce, Chul Han’ın dediği gibi sanatsal kodlarla bilincimize yükleniyor. Katolik İspanya İçimdeki Deniz filminden bu yana meseleyi “aile içinde” daha hararetli tartışmış olmalı.
Hitler’in 1940’larda yarım bıraktığı “Güçsüzün yaşama hakkı yok, hayat güçlü, sağlıklı ve ari ırkların hakkıdır” düsturu, 21. yüzyılda bireysel tercih olarak yasallaşıyor. Nüfus içinde yaşlıların oranın artmasıyla paralel bir görünüm arz eden “tıbbi destekli intihar yasaları”, yaşlıların ve bakıma muhtaç diğerlerinin bu dünyadan randevulu bir şekilde gidişlerini çabuklaştırma planı olarak hızla uygulamaya geçiriliyor.
Gündelik hayata iliştirilmiş törensel bir ötenazi sahnesi
Kanunlar yasal çerçeveyi çiziyor, ama asıl kodlar filmlerle, haberlerle, belgesellerle zihinlere işleniyor. YouTube’daki bir videoda karşılaştığım “törensel tıbbi destekli intihar sahnesi” bu açıdan çok dikkat çekici.
https://www.youtube.com/ watch?v=CXLZbyj8C5g
Gözün gördüğü, kalbin gözün gördüğüne isyan ettiği o sahneleri, sizlere kelimelerle tasvir etmeye çalışayım:
“Tıbbi destekli intihar” hizmeti verecek olan görevli, bir kadın, 50 yaş üzeri. Koltukta bir kadın ile yan yana oturan bir adam. Adam 70-80 yaş civarında; sağlıklı ve dinç görünüyor. Yanında oturan karısı oldukça bakımlı ve şık bir hanım. Onların karşısında tek başına oturan 70 yaş üstü bir erkek.
Görevli kadın, koltukta eşinin yanında oturan adama elindeki bardağı göstererek soruyor: ‘Peter Semedly, sizi uyutacak ve sonra da öldürecek bu ilacı içmek istediğinizden emin misiniz?’ İlacı verirken tekrar soruyor: ‘Size ilacı veriyorum, emin misiniz?’ Adam gayet emin bir şekilde tekrarlıyor: ‘Eminim.’
Yanında oturan ‘sevgili eşi’ bacak bacak üstüne atmış bir şekilde hiç telaşsız eşinin ‘ölümü içişine’ tanıklık ediyor. Kılı bile kıpırdamıyor denir ya. Bir film setinde olsa biraz inandırıcılık beklenirdi oyuncudan. Eşi birkaç dakika sonra artık bu dünyada olmayacak... Ayrılık telaşı. Tren, istasyondan ayrılırken bile yolculayan, gidenin arkasından koşar. Kopamayışın harareti her iki tarafın vücut dilinde aşikar olur.
Ölüme eşlik edecek zehirli sudan önce, bir çikolata ikram ediyor görevli kadın ve hemen akabinde vedalaşma cümlesini sıkıştırıyor: ‘Bay bay Peter.’
Peter ‘Bay bay’ diye mukabele edip teşekkürlerini iletiyor. ‘Bana gayet iyi baktılar’ diyor. Odada, son anına tanıklık eden arkadaşı -adının Terry olduğunu öğreniyoruz- vedalaşmak üzere Peter’in elini sıkıyor.
Peter, “Eşim benim elimi okşayarak uyutmakta çok iyidir’ der demez, eşi Peter’in elini okşamaya başlıyor ve ‘Ben buradayım’ diyor.
Zehirli ilaç damarlarda ilerlerken Peter boğuluyormuşçasına zorlukla nefes alıp veriyor. Su istiyor, bir yudum su. Ölümünden sorumlu görevli ‘su olmaz’ diyor. (Tam da burada, geleneksel olarak ölmekte olan kişiye su verilişini lütfen hatırlayalım.) Peter’in çıkardığı nefes, kesilen kurbanın son andaki nefesine o kadar çok benziyor ki! (Oysa Peter büyük ihtimal tıbbi yardım ile intiharı, ‘kolay ölüm’ olarak benimsemişti.) Kamera bu esnada Peter’i değil odadaki diğer adamı Terry’i gösteriyor. Terry metin olmaya çalışıyor. Ama yine de gözünden bir damla yaş düşüyor.
Peter’den gelen ürkütücü sesleri, ölümü bardakta sunan görevli izah ediyor, ‘O çok derin uyuyor, hiçbir acısı yok, kendinde değil, biraz sonra nefes alması duracak, sonra da kalbi.’
Peter’in sesi soluğu duyulmuyor artık. Giden gitti, görevli ölüm anının tanığı Terry’e soruyor: ‘İyi misin Terry?’
Terry ‘onun istediği buydu’ diye cevap veriyor. Görevli kadın, kocasını bir bardak zehir ile ölüme yolcu etmiş taze dula ‘artık ağlayabilirsiniz, bu size iyi gelir’ diyor.”
Ne zaman ölüneceğine, acının nasıl karşılanacağına, tesellinin rengine ‘tıbbi uzmanlık’ karar veriyor.
Zehir, bakır ya da gümüş tepside değil, daima altın tepside sunuluyor. İnsanları “tıbbi destekli intihar” fikrine alıştırmak için küresel seferberlik cephe genişleterek ilerliyor. Önce bir kod olarak filmlerle zihinlere yerleştiriliyor “tıbbi destekli intihar”, sonra ölümün zamanına karar verecek kişi için mihmandar kavramlar seçiliyor: “Onurlu bir yaşam”
Soru şu: Bazılarını acele ile ecele göndermek için her türlü kurumsallık inşa edilirken, “sonsuza kadar yaşayacak olan”lar kim tarafından seçilecek?