Önümüze 200 senedir kavramsal çerçevesi, yöntemi ve hedefi Batı tarafından çizilen bir değişme projesi konulmuş bulunuyor. Bu proje, bizim modernliği "beşerî bir durum" değil, ulaşılması kaçınılmaz şematik bir hedef şeklinde algılamamıza sebep olmaktadır.
Bu inşa edilmiş algıya göre, modernleşme modernizasyon politikalarına uyum göstermekten başka bir şey değil. Kısaca modernleşme zorunlu bir süreçtir, bu süreci ne kadar az sancılı atlatsak o kadar iyidir. İşe bu düzeyde politika karışınca, politikayı yapan ve modernizasyonun öncülüğünü üstlenen devlet ricali olduğundan, aydının ve üniversitenin bilgi muhtevasını da idari/bürokratik merkez belirler hale gelmektedir.
Yakın geçmişi doğru olarak anlamaya çalıştığımızda bazen anlaşılması güç sorunlarla karşılaşıyoruz. Herkesin içinden geçtiği eğitim kurumları son derece politik ve partizan anlayışlarla "geçmiş"in tepeden tırnağa "arkaik" olduğunu telkin ediyorlar. Geçmişe karşı geliştirilen ve tamamen önyargılarla beslenen bu tek yanlı düşünceler, akademisyenlerin gerçeklikle ilişkilerini koparıyor. Toplumsal değişme söz konusu olduğunda, yine karşılaştığımız durum, tepeden, yukarıdan, emredici, empoze edici ve otoriter değişme kurumları ve politikalarının resmî çevrelerce hazırlanıp toplumun bu yönde değişmesini sağlamak için çeşitli zorlayıcı yöntem ve politikalara başvurmaktan başkası değil.
Başından beri bu iki değişme olayı Müslüman toplumun gündelik hayatında bir durum olarak ve daima birbiriyle çelişerek yaşanmaktadır.
Sömürge döneminin ve halen bilincin derin tabakalarında izleri sürmekte olan sömürge bakış açısının İslam dünyası üzerinde etkisi sanıldığından çok derin ve kapsamlıdır. Müslüman dünyanın entelektüel ve politik cesareti kırılmış bulunmaktadır. Buna yol açan sebeplerden biri bilim, sanat, kültür, düşünce ve temel eğitim kurumlarının sömürgecilik, Batılılaşma ve modernizasyon politikalarının uygulandığı uzun dönemler boyunca Müslüman insanın bilincini kendi asli mihverinden koparıp onu manevî ve entelektüel kişiliği itibarıyla bir uydu/peyk haline getirmesidir.
İslam dünyasının askerleri, siyasetçileri, aydınları ve devlet zenginleri, bu uydu bilinçle uluslararası camiada bağımsız olunabileceğini veya karşılıklı bağımlılığın hüküm sürdüğü iddia edilen küreselleşme çağında, etkilendikleri oranlarda etkileyebileceklerini zannetmektedirler. Bu bir yanılgıdır ve Türkiye'nin AB üyelik süreci ile ABD ile olan ilişkilerinin açıkça bize gösterdiği üzere, Batı'nın bize çizdiği rol, "kendisi ile İslam dünyası arasında köprü veya aracılık" rolünden ibarettir.
Batı'nın entelektüel stokları giderek zayıflamakta iken, teknolojik ve ekonomik cesametini her gün biraz daha artırmak suretiyle İslam dünyasının toplumsal ve kütürel direnç noktalarını zayıflatmaya çalışmaktadır. Ne zaman ki saray ve yönetici çevreleri, bilimsel ve kültürel gelişmelerin ancak Batı'dan öğrenileceğine karar verdi, işte o zamandan başlayarak İslam'ın geleneksel eğitim kurumları devlet baskısı altında tahribe uğratıldı, Müslüman topluma öncülük edecek ulema ve aydınlara politikadan eğitime kadar her alanda el çektirildi.
Şu halde İslam dünyasının geçirmekte olduğu toplumsal değişme üzerinde durulurken bu sözünü ettiğimiz temel tarihsel gerçeğin kültür, ekonomi ve siyaset üzerindeki etkilerini hesaba katmak zorundayız. Bugün yaşamakta olduğumuz toplumsal değişmenin önümüze çıkardığı sorunların kökleri, yakın geçmişte olup biten olaylarda ve dünden tevarüs edilen hali hazır tutum ve politikalarda yatmaktadır. Bu trajik sürecin hesap edilmeyen sonucu, her anlama sürecine giriştiğimizde kendimizi "yanlış anlama" gibi garip bir zihinsel muğlaklığa düşmemizdir ki, toplum olarak zihn-i müşevveş olmamızın sebebi budur.
ZAMAN