Kendi Resmî İdeoloji Zindanı Gerçeğini Görememek

Budapeşte’de “Terör Müzesi”ni dolaşırken gördüğü komünistlerin korkunç zulümlerinin izlerini anlatan Selahaddin E. Çakırgil, Türkiye toplumunun zulüm labirentlerine dikkat çekiyor.

Selahaddin E. Çakırgil, son yazısında Macaristan’daki “Terör Müzesi” izlenimleri üzerinden Türkiye’de yaşanan resmi ideoloji zulmüne dikkat çekiyor:

Resmî Ideolojilerin Kutsallaştırılmış Korkunç Zindanlarının Labirentlerinde

Selahaddin E. Çakırgil / Haksöz-Haber

İslam, bütün ilahî dinlerin aslî şeklinin ortak adıdır.. İlahî peygamberlerin hepsi de müslümanların peygamberleridirler.. Kur’ân hükmü (Baqara-285) gereğince müslümanlar bütün bu enbiyaullah / ilahî peygamberler arasında hiçbir fark gözet(e)mezler.. (Sahiden de öyle miyiz?)

Ve bütün ilahî dinlerin ve peygamberlerin insanları çağırdığı ‘tevhîd’ inancının hedefi de insanları / toplumları esarete, köleliğe düşmekten kurtarmak, insanı gerçek mânâda hür / özgür kılmaktır..

Esaret denilince illâ da sadece görünür dış düşmanları değil, insanın kendi nefsinin hevâ ve heveslerinin pençesine düşmeyi de anlamak gerekmektedir elbette...

Bir hadis-i nebevî rivayetindeki hatırlatma ne kadar önemlidir:

‘Qûlû, lailaheillallah, tuflihû...’ (Lailaheillallah deyiniz; felah bulunuz, kurtulunuz.)

İnsanların ferd olarak da toplum olarak bir inanca bağlanmaları, onların fıtratlarının, yaratılışlarının kaçınılmaz bir gereğidir..

Ancak işte bu noktada doğru inanç devre dışı bırakıldığı veya ona birtakım yabancı maddeler karıştırıldığında, ortaya yığınla problemler çıkmaktadır ki, bunların başında da kişilerin ve hele din adamı olarak nitelenenlerin veya bazı siyasetçi kişilerin kutsallaştırılması gelir..

Onlar da bu kutsallıklarını veya iktidarlarını sürdürmek için her türlü silahı kullanırlar; kişilere/liderlere tapındırma ve diktatörlükler tesis ederek herkesi kendilerine başeğdirmeye çaba harcanması gibi.. 

Evet, insan denilen varlık, bunlar kutublar arasında gider-gelir.. Öyle inanç, ideoloji ve dünya görüşleri vardır ki, insan, onların pençesinden kolayca kurtaramaz kendisini..

3 Kasım günü Budapeşte’de ’Terör Müzesi’ni dolaşırken, gerek nazist faşistlerin ve gerekse komünistlerin bu küçük Orta Avrupa halkına ne korkunç zulümler yaptıklarını, onları esir etmek, köleleştirmek için sadece şu son 80-100 yıl boyunca ne dehşetli zulüm mekanizmaları kurduklarını derinden bir daha hissetmek imkanı buldum.. Çünkü sözkonusu müzenin kurulduğu (Andrassy ŭt-60’daki) küçük 5-6 katlı bina, o faşist ve komünist dönemlerin, Hitler ve Stalin rejimlerinin işgal yıllarındaki ve daha sonra da yarım yüzyıla yakın bir süre Magyar (macar) halkını korkunç şekilde ezip geçen komünist dönemin ve çocukluk dönemlerimizde bizim kulaklarımızda bile yankılanan ve Sovyet Rusya tanklarının ateş kusan namluları ve ezip geçen paletleri altında ezilen bir halkın 1956-Macar Ayaklanması sırasında yükselttiği, ‘Nem-Nem!, Şuha!/ Hayır-Hayır! Asla!’ feryadlarını en çarpıcı şekilde bugüne de yansıtan en büyük işkence merkeziydi de.. Yüzlerce-binlerce direniş erinin yok edildiği yeraltındaki, hattâ bizzat dönemin (eski komünist siyasetçilerden iken, o ayaklanmada halkıyla birlikte hareket eden) Macar başbakanı İmre Nagy’nin de öldürülmeden önce tutulduğu korkunç hücreler ki, o hücrelerden geçen yüzlerce-binlerce insanın ismi veya resmi o duvarlarda hâlâ duruyordu ve halkın nice seçkin, yetişkin evladlarının resimleri altında ‘kivegeztek’  (idâm edildi) notları görülüyordu.. Sırf komünist ideallere göre yeni bir toplum kurulabilmesi için bir nesil biçilmiş âdetâ..

Ama benim için daha da dehşet verici olan, bir halkın yalanlarla yarım yüzyıldan fazla bir zaman diliminde kendisine nasıl yabancılaştırıldığını yansıtan korkunç komünist propaganda merkezlerinin yazılı veya sesli yayınlarını yansıtan bölümlerdi. (…)

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…

 

Yorum Analiz Haberleri

2. Trump dönemi: ABD'de yapısal değişiklik sinyalleri
Avrupa'da İslami kimliğin geleceği
Amerika ikileminden kurtulalım
Yasadışı bahis bağımlılığının feci boyutları
Türkiye’de toplumsal değerlerin karmaşıklığı