secakirgil@yahoo.com
Asırlarca, yöneticilerimizi kendi irademizle belirlemek imkanı elde edemedik, İslam Milleti olarak..
Müslüman olduğumuz için, elbette ki, Hz. Peygamber (S)’in, İslam Milleti’nin yöneticiliğini de kendi irademizle kabul etmiş oluyorduk. O’nun rıhletinden, dünya hayatından ayrılmasından sonra ise, ’Hulefa’y-ı Râşidîn’ diye anılan ilk 4 Halife’in iktidara gelişleri ümmet arasında, fazla bir huzursuzluk meydana gelmeden, şûrâ- meşveret yoluyla olmuştu.
Ancak, bu 4 halife’nin son üçü de ’öldürülerek’ bu dünyadan ayrılmışlar; yani, halife öldürmek daha baştan bir gelenek haline gelmiş ve sonra da iktidarın, kılıç, servet ya da, babadan oğula veya sülâle içinde dolaştığı hanedan anlayışıyla eldeğiştirmesi geleneği, 13 asrımızı doldurmuştu.
*
İktidar mevkıinde olanların, toplumu İslam kurallarına göre yönetip yönetmedikleri belki sorgulanabilmişti, ama, onların yönetme yetkisini hangi şer’î delile göre ele geçirdikleri sorgulanamıyor; Şûrâ Sûresi’nde, açıkça, ’Onların işleri kendi aralarında şûrâ, istişare / yoluyladır..’ hükmü olmasına rağmen, yönetim erkinin hangi şer’î / meşruiyyet kuralına göre ele geçirildiği tartışılamıyordu.
Sadece, Sultan’ın, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ‚(zıllullah-ı fi-l’arz) olduğu hatırlatılıyordu. (Bu ibare, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısının sağ tarafında,’es’Sultan zıllullah-ı fi-l’arz’ şeklinde hâlâ da durmaktadır.)
Asırlarca böyle geçti..
Osmanlı’da 1876’da, ilk Meclis olan ’Meclis-i Meb’usân’ın ilk Meclis’in açılacağı zaman, ’şûrâ’ emri hatırlandı. Ama, bu kez de; âyette bulunan ve ’kendi aralarında..’ mânâsını taşıyan ’beynehum’ kelimesindeki ’hum’um kimlerden oluşacağını belirlemekte uzun zaman güçlük çekildi.
*
Artık, halkın geçmiş asırlara göre, daha gelişmiş olan haberleşme imkanları sâyesinde, yönetim yetkisinin nasıl el değiştirmesi konusunda daha dikkatli tartışmalar yapmaya başladığı hissedilince..
Meşrutiyet ve Cumhuriyet lafları telaffuz edilir oldu. Meşrutiyyet, nazarî olarak, Sultan’ın gücünün halkın irade ve gücüyle, şartlara bağlanması demek oluyordu. Ama, Meşrutiyet, sultanlıktan da beter bir iç hesablaşmayı getirdi. Ve, iç ve dış şartlar bir araya gelince, Osmanlı çökertildi, bütünüyle.. Ve parça-parça edilen müslüman toplumların herbirinin başına da, yeni ’fiilî’ sultanlar kondurulacaktı; bazılarının ismi, ’cumhûriyet’ olsa bile..
*
Yöneten gücün, halkın ekseriyetinin iradesine göre şekillendiği ’cumhûriyet’ kulağa hoş geliyordu. Ama, onun da içi, daha baştan boşaltılarak, geçmişteki baskı rejimlerine de rahmet okutacak diktatörlük rejimleri kurulmuş, İslam Milleti’nin herbir parçasının başına ’fiilî ya da gerçek sultan’lar oturtulmuştu. Müslüman halkların büyük ekseriyetiyle ilgisi olmayan, onların inancına, kültür ve geleneklerine yabancı ve hattâ düşman yönetimler yağmur sonu mantarları gibi türemişti, müslüman coğrafyalarında..
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Ekim akşamı, ’cumhûr’dan yüzlerce insanı ağırlarken söylediği gibi, millet açlık ve sefalet içinde yüzerken; yönetimi ele geçirenler, ’cumhûriyet’i, emperyalistlerin hayat tarzının tabiî parçası olan balo, içki, kokteyl, dans, frak elbise ve de din düşmanlığı zannetmişlerdi.
Millet’in nasibine ise, ’itaat etmek, vergi vermek ve askere gitmek düşmüştü; ve de, ’jandarma dipçikleri..’
*
Şimdilerde,’cumhûriyet’, aslî mânasına yeni yeni kavuşuyor ülkemizde. Ama, işte bu, kabul edilmek istenmiyor, egemen güç odaklarınca..
Ama, halkımız yarın, Allah’ın verdiği akıl ni’metinin ışığında kendi geleceğini hazırlamaya doğru bir adım daha atacak ve Ra’d Sûresi, 11. âyette değişimin ezelî kanunu olarak bildirilen‚ ’Bir halk kendi hâlini değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez.’ meâlindeki ilahî hüküm gereğince, sorumluluğunu ve muhtemel neticelerini de önceden kabullenerek..
Hayırlısı..